Her şey Kristof Kolomb’un bir sabah elinde Marco Polo’nun kenarları notlarla dolu Seyahatnamesi ile Atlas Okyanusu’na açılmasıyla başladı. O güne kadar elde edilen coğrafi bilgi, Akdeniz kıyılarıyla bu kıyıların ardında belli belirsiz uzanan Afrika’yla Doğu’dan ibaretti. Batı yolundan ilerleyerek Asya’ya ulaşmış olduğu inancıyla öleceği güne kadar yaptığı keşiflerinden en önemlisi 1492’de Amerikan yerlilerinin yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olduğu Karayip Adaları’nın keşfiydi. Bu keşifle birlikte Eski Dünya’dan Yeni Dünya’ya doğru yakın çağların en büyük nüfus hareketi ile birlikte başlayan çağdaş tarihin en büyük çatışmasında belirleyici bir an olarak bu yazıda bizi ilgilendiren, İnka İmparatoru Atahualpa’nın Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ın temsilcisi komutan Francisco Pizarro’ya esir düşüşüdür.
Sanayi devrimine zemin hazırlayan sermaye birikiminin ve Yeni Dünya’nın Amerika olarak dünyadaki güç dengelerini lehine çevirerek başat faktör oluşuna doğru uzanan keşif, sömürü ve emperyal hareketinin oryantalist başlangıç hamlesi olarak kabul edilen Yeni Dünya’ya yapılan Portekiz ve İspanyol fetihleri başladığında Amerikan yerlileri Eski Dünya’nın karmaşık toplumlarından tam anlamıyla yalıtılmış izole bir hayat yaşıyorlardı. Hatta kendilerini seve seve teslim ettikleri İspanyol fetihçilerini geri dönen tanrıları sanacak kadar.
İspanyolların gözünde Amerika şeytanın uçsuz bucaksız imparatorluğuydu; dinsel kurtuluşa ermesi olanaksız ya da en azından şüpheliydi. Ayrıca, fetihçi birliklerin yerlilerin sapkınlığına duydukları bağnazca öfkeyle, Yeni Dünya hazinelerine duydukları tutkulu istek, birbirine karışmaktaydı. Meksika’nın fethi sırasında Hernán Cortés’in yardımcılığını yapmış olan Bernal Diaz del Castillo şu sözlerle açıkça ifade ediyor bunu: “Tanrı’ya ve hükümdarımıza hizmet için geldik biz buraya. Fakat aynı zamanda, buradaki zenginlikler için de geldik”. [1]
İspanyollar Amerika’ya ayak bastıklarında, teokratik İnka İmparatorluğu en parlak dönemini yaşıyordu. İmparatorluk bugünkü Peru, Bolivya ve Ekvator’un tümünü, Kolombiya ve Şili’nin bir kısmını, Arjantin’in kuzeyini ve Brezilya’nın ormanlık bölgelerini içine alıyordu. Meksika vadisinde, Aztek Konfederasyonu gelişmiş bir uygarlıktı, Yucatan ve Orta Amerika’da da iş ve savaş örgütlenmeleri ile dikkati çeken olağanüstü Maya Uygarlığı egemendi.
Sonbaharın döktüğü yaprakları pasifiğin serin rüzgarlarının götürdüğü bir kasım sabahında Peru’nun bir dağ kasabası olan Cajamarca’da karşılaştılar İspanyol fatih Francisco Pizarro ile Yeni Dünya’nın en büyük en ileri devletinin mutlak hükümdarı Atahualpa. 168 İspanyol askerinden oluşan bir ayaktakımı güruhuna kumanda eden Pizarro, hiç bilmediği yabancı topraklardaydı. Oranın yerli halkını hiç tanımıyordu, en yakınındaki Panama’nın kuzeyinde,1500 kilometrekadar ötedeki İspanyollarla bağlantısı tamamıyla kopmuştu, kendisine destek olacak güçlerin zamanında yetişmesine olanak yoktu. Atahualpa egemenliği altındaki milyonlarca insanla kendi imparatorluğunun tam ortasında oturuyordu; 80.000 kişilik ordusunun koruması altındaydı ve diğer yerlilerle yaptığı bir savaşı daha yeni kazanmıştı. Bütün bunlara karşın iki önder birbirleriyle karşı karşıya geldikten birkaç dakika sonra Pizarro, Atahualpa’yı esir aldı. Pizarro savaş esirini sekiz ay elinde tuttu ve onu serbest bırakması karşılığında tarihin en büyük fidyesini topladı. Fidyeyi-5 metreeninde,7 metreboyunda,2.5 metre yüksekliğinde bir odayı dolduracak kadar altını- topladıktan sonra sözünü tutmadı ve Atahualpa’yı öldürdü.
Atahualpa’nın esir alınışı Avrupalıların İnka İmparatorluğu’nu ele geçirmelerinde ve kıtada yayılmalarında belirleyici bir rol oynadı. İspanyollar silah üstünlükleri sayesinde eninde sonunda nasıl olsa savaşı kazanacaklardı ama hükümdarın esir alınışı bu zaferi hem hızlandırdı, hem de son derece kolaylaştırdı. İnkalar Atahualpa’ya “Güneş Tanrısı” olarak tapıyorlar, her dediğini yapıyor hatta esirken verdiği emirleri bile yerine getiriyorlardı. Atahualpa’nın ölümüne kadar geçen aylar içinde Pizarro İnka İmparatorluğu’nun öteki bölgelerine hiçbir saldırıya uğramadan dolaşabilen keşif grupları gönderecek ve Panama’dan destek güç çağırtacak zaman buldu. Atahualpa’nın ölümünden sonra İspanyollarla inkalar arasında gerçekten savaş başladığında İspanyol güçleri daha amansızdı.[2]
Atuhualpa’nın esir düşüşü sadece çağdaş tarihin en büyük çatışmalarından birisi için önemli bir an olarak bizi ilgilendirmiyor daha genel anlamda da ilgilendiriyor çünkü Pizarro’nun Atahualpa’yı esir almasında rol oynayan etkenler, aslında çağdaş dünyanın başka yerlerinde yerli halklar ile sömürgeciler arasındaki benzer çatışmalarda sonucu belirleyen etkenlerle tıpa tıp benzeşmektedir. Atahualpa’nın ve İnkaların Pizarro’yu geri dönen Tanrıları olarak görmesi onlar için felaketin başlangıcı olmuş ve kilise, din, hükümdar en nihayetinde Tanrı adına yapılan fetih ve sömürü hareketine ilk etapta karşı koyamayan yerlilerin de din ve tanrı adına teslim olmaları da tarihin ironik bir ayrıntısıdır. Bu esir düşüş de aynı zamanda dünya tarihin en kanlı talanın da başlangıcı olarak sayılabilir.
Halil Emrah Macit/UPA İstanbul Üniversitesi Temsilcisi
DİPNOTLAR
[1] (Latin Amerika’nın Kesik Damarları: Eduardo Galeano. Çitlembik Yayınları, Nisan 2010)
[2] (Tüfek, Mikrop, Çelik: Jared Diamond. Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Kasım 2010.)