Geçtiğimiz günlerde Erbil’de çok önemli bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıyı organize eden kişi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, toplantının katılımcıları ise Suriye Kürtlerinin en önemli iki temsilcisi olmalarına karşın düşman kardeşler olarak görülen iki siyasal blok, yani Suriye Kürt Ulusal Konseyi (SKUK) ile Demokratik Değişim Partisi (PYD)’dir. Bu toplantıyı ön plana çıkaran en temel husus, Esad sonrası Suriye’sinin nasıl yapılanabileceğine ilişkin yaklaşımları tam olarak netleşmeyen ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesini özerk bir yönetimsel yapıya kavuşturmak istedikleri için, üniter bir siyasal yapıyı savunan Suriye Ulusal Konseyi ile de anlaşamayan SKUK ile PYD’nin ortak bir proje ekseninde bir araya gelmelerini sağlamasıdır. Suriye Kürtlerinin ortak bir çatı etrafında birleşmesi ve bu çatının oluşumunda da Mesud Barzani’nin büyük bir payının olması, bölge ile ilgili aktörleri ve hiç kuşkusuz Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir durum yaratmıştır.
Suriye Kürt Ulusal Konseyi (SKUK), sayısı 16’yı bulan örgütün çatı organizasyonu olarak bilinmektedir ve siyasal manada sınır aşan bir nitelik taşımaktadır. Zira bu çatı örgütünün hamisi Mesud Barzani’dir. Salih Müslüm liderliğindeki PYD (Demokratik Değişim Partisi) ise PKK/Kandil’in Suriye’deki kolu niteliğindedir ve kendisine bağlı grupları/örgütleri bünyesinde barındıran bir Halk Meclisi’ne sahiptir. Her iki parti/örgüt de Kürt ulusçuluğu üzerine teşkilatlanmış olsa da Beşar Esad yönetimine ve Irak Kürdistanı ile Türkiye’ye yönelik bakış açıları birbirinden oldukça farklıdır. İsmail Heme’nin önderliğini yaptığı SKUK, Mesud Barzani ile Türkiye arasında son dönemde müttefiklik temelinde kurgulanan ilişkilere dayalı olarak Türkiye ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle birlikte hareket etmektedir ve Esad yönetiminin derhal son bulmasını arzulamaktadır. SKUK, siyasal/yönetimsel planlarını hayata geçirirken demokratik kurum ve kurallar çerçevesinde hareket etmek istemekte ve silahlı mücadeleyi reddetmektedir. SKUK’un Suriye muhalefetinin en geniş temsil örgütü olan Suriye Ulusal Konseyi ile anlaşmazlığa düştüğü en önemli nokta ise Esad sonrası Suriye’sinde Kürtlere siyasal-yönetimsel özerklik verilmesi talebinin Sünni Arapların hâkim olduğu Suriye Ulusal Konseyi tarafından kabul edilmemesidir. Demokratik Değişim Partisi (PYD) ise PKK tarafından Suriyeli Kürtlere yönelik olarak kurulmuş bir siyasal örgüttür. Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi’ni by-pass ederek PKK’nın idealleri doğrultusunda silahlı bir mücadele vererek Suriyeli Kürtlerin haklarına kavuşmalarını savunan ve Türkiye ile kurulacak iyi ilişkileri de yadsıyan PYD’nin en önemli özelliği, çoğunun kendisine ait bir kimliğe dahi sahip olmadığı ve çok büyük bir sefalet ve toplumsal açmaz ile karşı karşıya olan Suriye Kürtleri içerisinde çok önemli bir toplumsal desteğe sahip olmasıdır. Ne var ki, PYD’nin son dönemde Beşar Esad yönetiminin devrilmesine soğuk yaklaştığını görüyoruz. Bunun en önemli nedeni, Esad yönetiminin Suriyeli Kürtlerin kontrol altında tutulabilmesi hususunda PYD ile ittifak kurmuş olması ve Kuzey Suriye’deki Kürt şehirlerinin yönetimini ve asayişini adeta PYD’nin silahlı militanlarına bırakmış oluşudur. Bu durum, Esad yönetimine karşı olan PYD’nin Suriyeli Kürtleri kontrol edebilme fırsatını eline geçirmesini sağladığı için, PYD yetkilileri, Suriye’deki soruna uluslararası aktörlerin dâhil olmasını arzulamadıklarını açıklamışlar ve sorunun çözümünde Esad ile birlikte hareket edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. PYD’nin Esad ile birlikte hareket ediyor görünmesinin en önemli nedenlerinden biri de Suriye Kürtleri içerisindeki kontrolünü kaybetmek istememesi ve SKUK üzerinden Mesud Barzani ile Türkiye’nin bölge eksenindeki nüfuzunun artmasından endişe etmesidir. Hatta son dönemde Esad yönetimi-PYD/PKK-İran-Rusya arasında Türkiye-Kuzey Irak-ABD-AB ittifakına karşı bir blok oluşturulmak istendiğine dair bir değerlendirme de yapılmakta ve Suriye Kürtleri büyük çaplı bir bölünmüşlüğe itilmekteydi.
Ne var ki, Mesud Barzani’nin gözetiminde SKUK ile PYD’nin temel konularda anlaşmaları ve Suriye Kürtlerinin hem ulusal hem de uluslararası temsilcisi olarak hareket edecek bir “Yüksek Kürt Konseyi” kurmuş olmaları, Suriye Kürtlerinin de Kuzey Irak’taki yönetimsel yapıya benzer bir siyasal projeyi hayata geçirmek üzere aralarında anlaştıklarını ve bu yapının zaman içerisinde özerk bir bölge yönetimine doğru evrilebileceğini ortaya koymaktadır. Hiç kuşkusuz, hem SKUK üzerinden Barzani hem de PYD üzerinden Kandil ilerleyen süreçte bu yapıyı kendi kontrolleri altına almaya çabalayacak ve bu anlamda ciddi bir mücadele başlayacaktır. Bu noktada Türkiye’nin tercihi, bölgenin, ittifak içerisinde olduğu Mesud Barzani ve SKUK’un kontrolünde kalması olacaktır. Zira Esad sonrası dönemde bölgedeki kontrolün PYD’nin eline geçmesi demek, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinden de ciddi bir güvenlik endişesi algılaması anlamına gelecektir. Aslında Türkiye, PYD’nin siyasal işbirliği sürecinden dışlanmasını ve halk nezdindeki meşruiyetinin tamamıyla yok olmasını arzulamaktadır. Ancak Erbil’de gerçekleştirilen toplantı sonrası oluşturulan ortak yapı, Türkiye’nin bu yapıyı etkileyebilme ve kontrol edebilme noktasında Mesud Barzani’ye olan bağımlılığını da arttırmıştır. Yani bu sürecin en önemli kazananı Barzani olmuş, hem Suriye Kürtleri hem de Türkiye nezdindeki etkinliğini arttırmıştır. Bu toplantıdan çıkan sonuç, PYD’nin meşruiyetini de sağlamlaştırmış ve bu örgütü silahlı bir mücadele gücü olmaktan çıkararak siyasal denklemlerde hesaba katılması gereken bir aktör haline getirmiştir. Zira PYD, Yüksek Kürt Konseyi’nin ortağı haline gelmiştir. Erbil toplantısının en önemli kaybedeni Esad Suriye’si olmuştur. Nitekim Beşar Esad, bu toplantı sonrası Suriye Kürtleri üzerindeki etkinliğini tamamen yitirmiş ve PYD ile kurduğu müttefiklikten olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Yani bundan sonraki süreçte, Esad karşıtı muhalif gösterilerin Kuzey Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde de ortaya çıkması beklenebilir. Bunun yanı sıra, Esad karşıtı muhaliflerin bir araya geldiği en önemli çatı örgütü olan ve Suriyeli Kürtleri de kendisine katılmaya ikna edebilmek için, uzun yıllar İsveç’te sürgün hayatı yaşamış Kürt asıllı Abdülbased Seyda’yı başkanlık koltuğuna oturtan Suriye Ulusal Konseyi de bu süreçten hasarla çıkmıştır. Zira bu toplantı sonucunda Suriyeli Kürtler ile Suriye Ulusal Konseyi arasındaki çatlak daha da büyümüş ve Suriye muhalefeti kimlik eksenli-etnik temeller üzerinden bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
PYD ile SKUK’un teşkilatlandırmaya çalıştığı bütünleşme projesi, Türkiye’nin güneyinde İran sınırından-Kandil Dağı-Hatay’a kadar olan bölgede büyük çaplı bir Kürt siyasal varlığının harekete geçirilmeye çalışıldığını ve bu sürecin Irak’ta federal tabanlı, Esad sonrası Suriye’sinde de özerk bölge eksenli olarak kurgulanmaya çalışıldığını göstermektedir. Kuşkusuz bu yapılanmanın en önemli temas noktası da Türkiye olacaktır. Bu noktada Türkiye’nin üzerinde durması gereken en önemli husus, oluşan bu yapıyla nasıl ilişki kurulabileceğidir. Türkiye, bu yapının hamiliğini yapmaya soyunarak bölgesel gücünü arttırmayı mı deneyecektir, yoksa çatışma yoğun tedbirlere başvurularak oluşan bu yönetimsel yapıyla geniş bir cephede mücadele mi edilecektir? Türkiye’nin orta vadede cevap bulması gereken en temel dış politika meselesi bu olmalıdır.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU