Esad döneminin sonuna yaklaştıkça halkına daha fazla ölüm saçıyor. Son olarak 66 kişinin öldürüldüğü topraklarda Esad güçleri rejim muhaliflerine orantısız güç kullanmaya devam ediyor. Gelinen noktada gayet açık görülüyor ki; Beşar Esad döneminin sona ermesine sayılı günler kaldı. Rusya’nın Esad’a “görevi bırak” çağrısının ardından İran, Suriye’nin tek destekçisi olarak Esad’ı koltuğundan indirmeye çalışanlara karşı direnmeye devam etmektedir. Fakat her ne olursa olsun İran ve Rusya da dahil olmak üzere tüm bölge ülkelerinin aklında iki soru soru var; Esad sonrası Suriye demokratikleşme sürecini başarabilecek mi, yoksa ülke yönetimi parçalanarak kontrolsüz grupların eline mi geçecek? Kuşkusuz Türkiye başta olmak üzere Suriye’ye komşu devletlerin beklentisi, ülkenin başına demokratik seçimle geçecek olan liderin Suriye’nin üniter yapısını muhafaza ederek iktidarı sağlamasıdır. Lakin Suriye’nin çeşitli bölgelerinde yaşanan olaylara realist perspektiften yaklaştığımızda, üniter yapıyı muhafaza etmenin çok da kolay olmayacağı görülmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında da Batı Suriye topraklarında “böl-yönet” politikası izlemişti.
Birinci Dünya Savaşı sonrası yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki topraklarını paylaşan Batılı güçler, Suriye için “böl ve yönet” politikası takip etmişlerdi. Bu sayede Suriye beş ayrı siyasal sisteme bölünmüş; yüzde 10’u Alevi bölgesi, yüzde 2’si Dürziler bölgesi, Halep ve Şam devleti ile Lübnan şeklinde ülke yeniden düzenlenmişti. O dönemde hiçbir siyasal birim güç kazanamamış ve bu zayıflık Fransız yönetiminin ciddi bir muhalefet ile karşılaşmadan ülkeyi idare edebilmesi için avantaj sağlamıştır. Siyaset Bilimi Profesörü merhum Oral Sander’e göre, o tarihte Suriye’de yaşanan istikrarsızlığın bir başka sebebi kırsal ve kentsel alanda, aile ve klan dayanışmasının güçlü bir nitelik göstermemesidir. Tarihsel perspektiften değerlendirildiğinde, Suriye’nin aynı sorunlara sahip olduğu görülmekte, siyasi istikrarı sağlamasının son derece güç olduğu fark edilmektedir.
Esad rejimi İsrail için öngörülebilir yönetimdi, Golan Tepelerinin güvenliği herşeyden önemli.
Almanya Dış İşleri eski Bakanı Joscha Fisher’a göre; Esad rejiminin sona ermesinden sonra ülkede demokratikleşme yönünde geçiş sağlanamayacak ve Baas’ın ardından Suriye kaosa sürüklenecektir. Rejim muhalifleri kendi içerisinde ayrılıklar yaşayarak herkes kendi siyasi iradesini oluşturmaya çalışacaktır. Elbette aşiret yapısının güçlü olduğu bu topraklarda aşiret grupları arasında çatışma olasılığı da oldukça yüksektir. Bakan’ın diğer öngörüsüne göre, Müslüman Kardeşler rejim değişikliği meydana gelecek iç savaş nedeniyle Suriye yönetiminde yerini alacak. Nitekim Müslüman Kardeşler’in Mısır’dan sonra Suriye’de de otorite sahibi olması, coğrafyada en çok İsrail’i rahatsız edecektir. Çünkü her ne şartta olursa olsun Esad rejimi İsrail için sınırları belli olan bir yönetimdi. Bir başka deyişle, her iki taraf da birbirinin gücünün nereye kadar varacağını, karşılıklı tepkinin renginin ne olacağını az çok tahmin edebiliyorlardı. Fakat Suriye’de göreve gelecek yeni yönetim İsrail’in başta su tedariki için büyük öneme sahip Golan Tepesi olmak üzere ulusal güvenlik stratejilerine tehdit oluşturacaktır.
Suriye’deki yönetim değişikliği İsrail açısından İran tehdidini bertaraf edebilir.
Esad rejiminin çökmesini İsrail’in bakış açısına göre bir başka pencereden değerlendirecek olursak, ülke yönetiminin değişmesi ve başta Sünni idarenin gelmesi, İran’ın Şii Koridoru’nun kesintiye uğramasına, Tahran yönetiminin Hizbullah ve Lübnan’a uzanamamasına sebep olacaktır. Dolayısıyla böyle bir durum, İsrail’i İran tehdidinden bir nebze olsun uzak tutacaktır.
İran’ın “yalnızlaştırılması” Tahran’ı daha da radikalleştirebilir. Dikkat!
Böyle bir durumun İsrail için avantaj oluşturacağı kadar bölge güvenliği için bir o kadar da dezavantaj oluşturacağını unutmamız gerekmektedir. Çünkü Baas yönetiminin düşmesi halinde İran coğrafyasında yalnızlaşacaktır. İran’ın yalnızlaştırılmasının zemin hazırlayacağı en büyük risk ise Tahran’ın ülkenin nükleer silahlanmasına hız vermesidir. Olası bu tip bir konjonktürde, İran tüm müzakere kapılarını kapatıp konvansiyonel silah üretimine hız verebilir.
Rusya için tek hesap Tartus Limanı’nın güvenliğidir.
Rusya tarafı ise artık Esad döneminin sonuna gelindiğinin farkındadır. Moskova yönetiminin en büyük hesabı Akdeniz’deki (sıcak sulardaki) tek limanı olan Suriye’deki Tartus Limanı’nın Rus idaresinde kalmasına devam edilmesidir. Bilindiği üzere, Rus imparatorluk stratejisinin en büyük hayali sıcak denizlere inebilmekti. Rusya bu bilinç ile Tartus limanını korumak adına bölgeye donanmalarını sevk etmeye devam etmekte, liman bölgesine saldırı olması durumunda karşılık vereceklerini vurgulamaktadır. Demek oluyor ki, Suriye’nin yönetimine her kim gelirse gelsin, Rusya’nın Tartus’taki menfaatlerini koruyacağına garanti verdiği takdirde Rusya o iktidarın tıpkı Esad döneminde olduğu gibi destekçisi olmaya devam edecektir.
Akdeniz’de sular daha da ısınmaya devam edecek…
Haftanın Sözü: “Dünyada en çok istediğim ve bana yaşamı gerçekten sevdiren iki şey var; aşk ve özgürlük. Aşk uğruna gerekirse, yaşamımdan vazgeçerim. Özgürlük uğruna ise aşkımı da feda ederim.” – Victor Hugo
Furkan KAYA