‘‘Türkler ile Ermeniler arasındaki ilişkiler yüzyıllara dayanan artık kültürlerarası alışveriş sonucu neredeyse etle tırnak gibi olmuş, iç içe geçmiş bir seyir halindedir. Fakat tabii ki aradaki din faktörü o ayrımın en temel öğelerinden biridir”.[1] Bu ayrım özellikle Osmanlı Devleti döneminde sadece kendi emelleri peşinde olan ve bu emellerden başka bir şey düşünmeyen Batılı devletler tarafından Ermenilere Osmanlı’dan kopma, bağımsız olma nedeni olarak empoze edilmiştir.
Nitekim Birinci Dünya Savaşı’nda özellikle Ruslarla işbirliği yaparak Osmanlı Devleti’ni savaşta zor durumda bırakmayı düşünen Ermeni halkı 1915 yılında Sevk ve İskan Kanunu ile güvenli bölgelere göç ettirilmiştir. Bu göç durumunun olağanüstü şartlarda meydana geldiği, yöneticisi ve halkıyla Osmanlı Devleti’nin hiçbir topluluğa etnik kökeni, dini ve mezhebi ne olursa olsun kitlesel imha politikası uygulamadığıda unutulmamalıdır. Ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyasının Yahudilere uyguladığı soykırımın dünya kamuoyunda sempati ile karşılanması Ermenilere ve onların dünya siyasetindeki destekçilerine ilham kaynağı olmuştur.
1915 yılındaki göçün yüzüncü yılı olan 2015 yaklaşırken bu zorunlu yer değiştirmenin geçmişte olduğu gibi ancak bu sefer daha güçlü bir şekilde, Ermenistan ve Ermeni diasporası tarafından uluslararası arenada Türkiye’nin karşısına ‘‘soykırım’’ olarak tekrardan çıkarılacağı aşikârdır. Dünya siyasetinin önde gelen devletleri bu kurmacayı bir bir parlamentolarında kabul ederken geçmişte kendilerinin yaptığı gerçek soykırımları görmezden gelmektedir. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere uyguladığı politika bunlardan sadece birisidir. ‘‘Hiç kimse aklından çıkartmasın ki, İkinci Dünya Savaşı’nda Pasifikten Japon tehlikesi olabilir diye bir gecede Amerikan Devletinin Başkanlık Kararnamesi ile 120.000 Japon asıllı Amerikalı ve İtalyan sivilin ikamet yerleri değiştirilmiştir. Yine Rus Kızıl Ordusu da İkinci Dünya Savaşı’nda Türk asıllı topluluklara yönelik olarak Sibirya’ya sürgün kampanyaları uygulamıştır’’.[2]
Her ne kadar Türk-Ermeni ilişkileri Sovyetler Birliği’nin dağılmasının akabinde ivme kazanmış olsa da, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesinin ertesinde uygulamaya koymuş olduğu “komşularla sıfır sorun” politikası, çok yönlü dış politika anlayışı ve proaktif uygulamaların sonucu olarak 11 Ekim 2009 tarihinde iki ülke arasında ilişkilerin normalleşmesi adına bir dizi protokoller imzalanmıştır. Bu protokollerde göze çarpan en önemli maddelerden bir tanesi Hocalı katliamı ve Ermenilerin Karabağ’ı işgali nedeniyle kapalı olan Türkiye-Ermenistan sınır kapısının açılması olmuştur. Ancak Türkiye için önem arz eden bu işgale protokollerde yer verilmemiştir. Bu protokollerden sonra Türk ve Azeri kamuoylarından gelen yoğun tepkiler üzerine, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yapmış olduğu sözlü açıklamasında; Karabağ’ın mevcut işgal hali ortadan kaldırılmadan ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda etkili adımlar atılabilmesinin olası görülmediğini vurgulamak durumunda kalmıştır.
Türk Hariciyesi’nin temellendirmeden uygulamaya geçtiği bu eylem nedeniyle sorunlara gebe, öngörülemeyen yeni bir süreç başlamıştır. Şöyle ki; “Türkiye ve Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi amacıyla başlatılmış süreçte Rusya’nın izlediği politika kafalarda soru işaretleri bırakmıştır. Rusya’nın Türkiye’nin “açılım politikasını” desteklemesi başlangıçta çelişkili bir durum olarak değerlendirilmiştir. Oysa Rusya bu tutumuyla süreci yönetmiş ve kendi çıkarları açısından iyi bir şekilde değerlendirmiştir. Kafkasya’daki ileri kolu olarak bilinen Ermenistan’ın Türkiye ile ilişkileri geliştirmesi, iddia edildiği gibi Ermenistan’ı Rusya’dan uzaklaştırmamıştır. Ancak bu süreç, Türkiye-Azerbaycan arasını açarken Rusya-Azerbaycan ilişkilerini geliştirmiştir”.[3]
2015 yılı yaklaşırken Türkiye’nin başını Ortadoğu’dan kaldırıp sorunlar yumağı haline gelmiş başka bir coğrafya olan, tarihsel diyalektik açısından her daim potansiyel çatışma ortamına gebe durumda bulunan Kafkasya bölgesine, her zamankinden daha fazla mesai harcamasının elzem olduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır.Bu noktada çözülmesi gereken ilk problem Ermeni meselesidir. Son yıllarda Türkiye’de siyasal iklimden beslenen bazı yazarların, sözde aydınların ve tarih bilgisi noksan durumda olan kimi siyasetçilerin bu mesele hakkında çıkış yaparak Ermenilerden özür dilemesi hiçbir tarihsel gerçekle örtüşmediği gibi konu ile ilgili asırlık Türk Dış Politikasını zor durumda bırakmakta ve suçsuzluğunu hiç kimseye ispatlamak zorunda olmayan Türkiye Cumhuriyeti’ni savunma psikolojisine itmektedir.
Sonuç olarak Türkiye, yakın gelecekte Kafkasya bölgesinin Rusya’dan sonra iki önemli devleti olan Azerbaycan ve Ermenistan ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmelidir. Nitekim Azerbaycan-Ermenistan barışına referans olması beklenen Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin kendine bile hayrı olmadığı gün gibi ortadadır. Bölgesel güç olmayı hedefleyen Türkiye ne kadar güç durumda kalırsa kalsın, küresel arenada hangi politikaları hayata geçirmek isterse istesin, dost ve kardeş Azerbaycan’ı hiçbir şekilde göz ardı etmemelidir. Bununla birlikte bu bölgedeki politikalarında Türkiye; Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya arasındaki hassas dengeleri iyi okumalı, yapacağı manevraları da bu dengeleri gözeterek uygulamaya dökmelidir.
İsa USLU
REFERANSLAR
[1] Çevik-Ersaydı, Bahar S. ve Çevik, Abdülkadir (2011), “Psiko-Politik Bir Yaklaşım İle Türk-Ermeni İlişkileri” s. 85.
[2] Çevik-Ersaydı, Bahar S. ve Çevik, Abdülkadir (2011), “Psiko-Politik Bir Yaklaşım İle Türk-Ermeni İlişkileri” s. 99.
[3] Asker, Ali, 2011, “Türkiye-Ermenistan İlişkileri ve Rusya’nın Tutumu”, Erişim Tarihi: 29.08.2012, Erişim Adresi: http://www.21yuzyildergisi.com/yazi41-Turkiye_Ermenistan_Iliskileri_ve_Rusyanin_Tutumu.html.