TÜRKİYE’NİN PATRONU: RECEP TAYYİP ERDOĞAN

upa-admin 04 Kasım 2012 5.383 Okunma 0
TÜRKİYE’NİN PATRONU: RECEP TAYYİP ERDOĞAN

Bundan on yıllar, yüz yıllar sonra Türk siyasal hayatını inceleyecek kişiler için kuşkusuz 2000’li yıllarda Türk politikasının en önemli, ilginç ve tartışmalı ismi Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. Bu yazıda yaklaşık 10 yıldır Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanı olarak görev yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayat hikâyesini ve liderlik özelliklerini mercek altına alacağım.

Karadenizli bir ailenin çocuğu olan Recep Tayyip Erdoğan 1954 yılında İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini Kasımpaşa Piyale İlkokulu’nda yaptı. Çok parlak bir öğrenci değildi ve mezun olduğu yıl yalnızca 4 dersten “pekiyi” alabilmişti; “Türkçe, Yazı, Beden Eğitimi ve Hal ve Gidiş”. Din Bilgisi dersi ise 4 İyi idi. Okul müdürü bir gün sınıfta “kim namaz kılacak” diye sorunca sadece o parmak kaldırmıştı. Müdür tahtanın önüne seccade niyetine bir gazete sermiş ve öğrencisini namaza davet etmişti. Ancak küçük Tayyip hemen itiraz etti; “Bu gazetenin üzerinde resim var, namaz kılınmaz”. Arkadaşları o günden sonra Recep Tayyip’i “hoca” diye çağırmaya başladılar. Okul müdürünün yönlendirmesiyle eğitimine İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde devam etti. Son derece otoriter ve dindar bir insan olan babası da oğlunun İmam Hatip Lisesi’ne devam etmek istemesinden memnun olmuştu. Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinin oluşmasında çok etkili olan babası Reis Kaptan hakikaten katı bir insandı. Adeta denizcilik kurallarını evine de taşımıştı; örneğin cezalar bile deniz kurallarına göreydi. Küçük Tayyip babasının sözünden çıkmamaya çalışır ancak onu üzdüğü zaman ise ilginç bir yola başvururdu; eğilir ayakkabılarını öperdi. Bunu gören Reis Kaptan sakinleşir, gözlerinden yaşlar süzülürdü. Bir gün Recep Tayyip’in ağzının bozuk olduğunu bilen kapı komşuları Müşerref Abla, ona yine küfür ettirmiş, katıla katıla gülmüş, sonra da poposuna vurarak cezalandırmıştı. Bunu duyan Reis Kaptan, beş-altı yaşındaki oğlunu tavana asarak cezalandırmıştı. 15-20 dakika sonra ise dayısı küçük Tayyip’i indirdi.

1965 yılında İmam Hatip Lisesi’nin ortaokuluna başlayan Recep Tayyip derslerinde ortalama bir görüntü çizerken, sosyal olarak son derece faaldi. Ayrıca bir yandan da okulun futbol takımında oynuyordu. Ancak babasının kızmasından korkan genç Tayyip futbolu gizli oynamak zorundaydı. 15 yaşında Kasımpaşa’nın amatör takımlarından Camialtıspor’a transfer olunca futbol oynadığını babası da öğrenmek durumunda kalacaktı. Henüz bu genç yaşlarında Tayyip Erdoğan kendisi gibi muhafazakâr pek çok genç gibi Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) toplantılarına katılmaya başladı. Milliyetçi-mukaddesatçı gençlerin Türkiye’deki anti-komünist mücadele döneminde adeta devletçe siyasallaşmaya teşvik edildiği bu dönemde MTTB, Erdoğan ve benzeri komünizm karşıtı sağcı gençlerin ilk politik sosyalleşmesini yaptıkları kurumdu. Gençliğinden itibaren edebiyata özellikle de şiire düşkün olan Recep Tayyip; MTTB içerisinde çeşitli münazaralara katılıyor, çok sevdiği şair Necip Fazıl Kısakürek’ten dizeleri arkadaşlarının önünde yüksek sesle okuyordu. Derslerinde çok başarılı olmasa da, daima lider kişiliğiyle arkadaşları arasında sivriliyordu. 1972 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesi’ne Liselerarası Münazara Yarışması’nda birinciliği getiren üç kişilik ekibi oluşturan kişilerden biri de Recep Tayyip Erdoğan’dı. Ayrıca okulun Mehter takımında yer alıyor ve uzun boyu nedeniyle takımın önünde sancak taşıyordu. Bir yandan da okulun futbol takımında oynamaya devam ediyordu. İnancına rağmen kurallar gereği futbol takımında oynarken kısa şort giyiyor ve bunu kabullenebiliyordu. Yıllar sonra ise bu nedenle “günahkâr olduğumu biliyorum” şeklinde bir açıklama yapacaktı. Erdoğan 1973 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden iyi dereceyle mezun oldu. Notları çok parlak değildi, zira sadece Beden Eğitimi dersinden 10 üzerinden 10 alabilmişti. Kuran-ı Kerim ve Arapça dersleri ise zayıftı.

İstanbul İmam Hatip Lisesi’ni bitiren Recep Tayyip Mülkiye’de okumak istiyor ancak Mülkiye yalnızca düz lise mezunlarını kabul ettiği için kayıt yaptıramıyordu. Bu nedenle 1974’te Eyüp Lisesi’nde sınava girdi ve fark derslerini vererek düz liseden de mezun oldu. Ancak aldığı puan yine de Mülkiye’ye yetmiyordu. Marmara Üniversitesi İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne girdi. Aynı yıl İstanbul’un 1. amatör küme takımlarından İETT’ye transfer oldu. İşçi kadrosunda görünüyor ve düzenli maaş alıyordu. Böylelikle hem eğitimine devam ediyor, hem de hobisi olan futbol sayesinde hayatını da kazanabiliyordu. O yıllardan başlayarak siyasetteki idolü Necmettin Erbakan olmuştu. Arkadaşı Nuri Avcı’nın davetiyle 1975’te Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nin Beyoğlu ilçe teşkilatının bir toplantısına katıldı ve partinin üyesi oldu. Ancak Adalet Partisi taraftarı otoriter babasından çekindiği için üyeliğini gizli tutmak zorunda kaldı. Doğacak ilk oğlunun adını Necmettin koyacak kadar Erbakan’a hayran olan Erdoğan, MSP gençleri içerisinde de hemen sivrildi ve MSP İlçe Gençlik Kolu Başkanı aynı zamanda Gençlik Kolları Genel İdare Kurulu Üyeliği’ne seçildi. Bu görevleri 1980 yılına kadar devam etti. Gençliğinden başlayarak siyasetteki hırsı ve karizmatik kişiliği nedeniyle arkadaşları ve partilileri arasında ileride lider olabileceği konuşuluyor, “Başkan” olarak çağırılıyordu. 1977 yılında MSP Gençlik Kolları’nın düzenlediği ve Necmettin Erbakan’ın da katıldığı Milli Şahlanış Gecesi’nde sahneye çıkarak coşkulu bir şekilde şiirler okudu ve izleyenleri coşturdu. Genç Erdoğan’ı izleyenlerden ve etkilenenlerden biri de ileride eşi olacak Siirtli bir ailenin kızı ve İdealist Kadınlar Derneği üyesi olan Emine Gülbaran’dı. Erdoğan da ağabeyinin zoruyla örtünen bu genç hanımdan etkilenmişti. Görücülerin devreye girmesiyle genç çift 6 ay içerisinde hiç başbaşa görüşmeden 1978 yılında evlendi. 2 yıl içerisinde iki çocukları oldu. Emine Erdoğan’ın “yıldırım aşkı” olarak nitelendirdiği ilişkiyi yıllar sonra Tayyip Erdoğan ise “hayatımda hiç âşık olmadım” şeklinde yorumlayacaktı. Siyasal faaliyetlerine de devam eden Erdoğan yine de o dönem sağda ve solda çok yaygın olan anarşiye karşı oldu ve gazeteci Ruşen Çakır’a göre arkadaşlarını çatışma ortamından uzak tutmayı başardı. Solcular ve milliyetçiler birbirlerini öldürürken, İslamcılar olaylardan uzakta kendilerini yeni döneme hazırlıyorlardı.

12 Eylül sonrası İETT’ye gelen komando albayın yönetiminden rahatsız olan Erdoğan buradan ayrıldı. Siyasal görevleri de otomatik olarak sona ermişti. 1981’de üniversiteden mezun olan Erdoğan, 1982’de yedek subay olarak askerlik görevini yerine getirdi. 12 Eylül sonrası birçok dava arkadaşı Turgut Özal ve ANAP’a doğru koşarken, Erdoğan Necmettin Erbakan’a sadık kaldı ve Refah Partisi’ne katıldı. Bu sadakatin karşılığında hemen yükseldi ve önce Refah Partisi Beyoğlu ilçe başkanı, sonra da İstanbul il başkanı oldu. Henüz 31 yaşında Türkiye’nin en önemli şehrinde hızla yükselen bir partinin il başkanı olmuştu. Artık rüzgârlar hızla arkasından esiyordu. Bu dönemde İslam dünyasının önemli isimlerinden ve bir dönem Sovyet işgaline karşı Amerika Birleşik Devletleri’nin de desteklediği Afgan Başbakanı ve komutanı Gulbeddin Hikmetyar’ın Türkiye’ye yaptığı ziyarette, genç siyasetçi Tayyip Erdoğan’ın onun dizinin dibinde oturması ileride bu kare gündeme geldiğinde çok tartışma yaratacaktı. Erdoğan 1986 ara seçimlerinde İstanbul’dan milletvekili adayı oldu ancak seçilemedi. 1989 yerel seçimlerinde ise Beyoğlu belediye başkan adayı oldu. Seçim kampanyasında izlediği yeni yöntemlerle dikkat çekti. Erdoğan toplumun her kesiminden insanla, en marjinal kesimlerle bile diyalog kurmaya çalışıyordu. Ancak seçimi kazanamadı ve seçimlerde hile olduğu gerekçesiyle görevli yargıca hakaret ettiği için 10 ay hapis cezası aldı, ancak mahkûmiyeti para cezasına çevrildi. Nihayet 1991 genel seçimlerinde Fatih’te Refah Partisi’nin 1. sıra adayı olarak yarıştı ve seçimleri kazandı. Ancak tercihli oy sistemi nedeniyle yine milletvekilliği hayali suya düştü. Bu yıllarda radikal İslami söylemiyle dikkat çekiyordu. “Hem laik, hem Müslüman olunmaz” sözü o günlerde söylenmiş ve siyasal kariyeri boyunca Erdoğan’ı takip edecek bir sözdü. Genelevleri kapatacağını, çarşafın 4 ay içerisinde moda olacağını, Pierre Cardin’e çarşaf defilesi yaptıracağını, Ayasofya’yı ibadete açacağını ve Taksim’e büyük bir cami inşa edeceğini vaat eden Erdoğan; 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Seçim öncesinde Hürriyet Gazetesi’nin “Vay Tayyip Ağa Vay” başlığıyla manşetten duyurduğu kaçak gecekondusuyla gündeme gelen Erdoğan, yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluktan bıkmış varoşta yaşayan milyonlarca seçmen için kendilerinden biri olan yeni bir umuttu. 40 yaşında Rizeli Reis Kaptan’ın oğlu İstanbul’un belediye reisi olmuştu. Gazeteci Ruşen Çakır’ın da belirttiği gibi İslamcı hareketin yenilikçi isimlerinden olan Erdoğan ve arkadaşları aslında klasik MSP çizgisinden daha az İslamcı değil, hatta daha katı İslamcı idi. Sadece modern metotları benimsiyor ve İslamcılığı bu metotlarla halka da yaymak istiyorlardı. Erdoğan ilk iş olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi işletmelerinde içkiyi yasakladı. Ancak bu yasakçı tutumuna karşın belediye hizmetlerindeki kalite yükselmesi ve çalışkanlığı seçmende memnuniyet yaratıyordu.

1994 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok belediyeyi kazanan Refah Partisi, 1995 genel seçimlerinden de birinci parti olarak çıktı. Refahyol (Refah Partisi-DYP koalisyonu) Erbakan’ın Başbakanlığında kuruldu. Erdoğan’ın hızlı yükselişi dikkat çekiyor hatta kimilerine göre Erbakan’ı bile rahatsız ediyordu. 28 Şubat süreciyle sarsılan Refah Partisi içerisinde Erbakan’ın 28 Şubat sürecindeki tavrına muhalefet eden Erdoğan’a Erbakan “Bu işler çocuk oyuncağı değil” şeklinde bir cevap verecekti. Ancak MGK kararlarını imzalamak zorunda kalan Erbakan, Milli Görüşçü seçmen tabanında gözden düşmeye başlarken, daha radikal ve sert bir söylemi olan Erdoğan hızla yükseliyordu. 12 Aralık 1997’de eşinin memleketi olan Siirt’te bir konuşma yapan Erdoğan artık “Başbakan Tayyip” pankartlarıyla karşılanıyordu. O gün orada yaptığı konuşma ve okuduğu şiir Erdoğan’ı önce hapishaneye, sonra da en tepeye taşıyacaktı. Herşey adeta onu zirveye taşımak için tasarlanmıştı. Belediye başkanlığı elinden alınan ve hapse yollanan Erdoğan artık İslami kesim için en önde gelen isimdi. “Bu şarkı burada bitmez” diyerek yüzlerce araçlık konvoyla 4 ay hapse giren Erdoğan hapisteyken Erbakan’ın kurdurduğu Fazilet Partisi Recai Kutan liderliğinde 1999 genel seçimlerinde ancak % 15 oy alabildi ve büyük hayal kırıklığı yarattı. Dahası Refah Partisi’nden sonra Fazilet Partisi’nin de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması çok gecikmeyecekti. Erdoğan Fazilet Partisi’nin kapatılması sonrası Erbakan’ın işaret ettiği Saadet Partisi’ne katılmaktansa kendisi gibi “yenilikçi” olarak adlandırılan daha genç Milli Görüşçü isimlerle (Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Mehmet Ali Şahin, Bülent Arınç, Melih Gökçek, Kadir Topbaş vs.) 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu ve ilk genel başkanı oldu. Artık meydanlarda “Bana her şey seni hatırlatıyor” şarkısıyla yüz binleri coşturuyordu. 2002 yılı başında Amerika’ya da bir ziyarette bulunan Erdoğan burada üst düzey yetkililerle temaslarda bulundu. Türkiye’yi çok iyi tanıyan Amerikalılar, Erdoğan’ın tabandaki gücünü Aydınlık dergisinin uzun yıllar önce duyurduğu gibi çok önceden fark etmişlerdi. Türkiye’de eski radikal konuşmaları yayınlanırken Erdoğan bu konudaki soruları “ben değiştim” ve “Milli Görüş gömleğini çıkardık” şeklinde cevaplandırıyordu.

2002 genel seçimlerinde partisini % 34 oyla zirveye taşıyan Erdoğan; siyasi yasağı nedeniyle milletvekili ve Başbakan olamadı. CHP’nin de desteğiyle yapılanan anayasa değişikliği ve yenilenen Siirt seçimleriyle milletvekili olarak nihayet Meclis’e girdi ve görevi kısa bir süre emanet ettiği Abdullah Gül’den alarak ve 59. hükümeti kurarak Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı oldu. 2004 yerel seçimlerinden de zaferle çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi ve onun karizmatik lideri Erdoğan; bu dönemde Türkiye-Avrupa Birliği tam üyelik müzakereleri başlatarak kendisine en baştan beri kuşkuyla yaklaşan kesimleri umutlandırıyordu. Ancak çok geçmeden hükümetin İslamcı söylemi artıyor ve CHP’nin de geliştirdiği sert muhalefet nedeniyle ülkede büyük bir kutuplaşma yaşanmaya başlıyordu. Erdoğan’ın kendisine güveni arttıkça otoriter eğilimlerinin yükseldiği iddia ediliyor ve 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimleri kısa sürede büyük bir krize dönüşüyordu. Görev süresinin bitmesine çok az bir süre kalmasına karşın meclisteki çoğunluğuna dayanarak Cumhurbaşkanını kendi belirlemek isteyen Erdoğan; kendisine yönelik artan muhalefet ve askerin çekincelerine -hatta 27 Nisan e-muhtırasına karşın- sonuçta genel seçimler sonrası istediğini yaptırıyor ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinde % 47’lik bir oy patlaması yapan AKP, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını sağlıyordu. Erdoğan artık sistemin tek hakimi konumundaki kudretli bir Başbakandı. Erdoğan artık sisteme uymak zorunda değildi, sistem kendisine uymalıydı. Sandıktaki başarısına güvenerek Erdoğan Türkiye’yi kendi ideolojisi doğrultusunda adeta yeniden yapılandırdı. Yıllar içerisinde AB ile ilişkilere verdiği önem azalmış, kimilerince yeni Osmanlıcılık diye adlandırılan aktif bir bölgesel dış politika vizyonu ortaya konmuş ve Türkiye artık daha fazla doğuya bakar olmuştu. Ülke içerisinde de laiklik konusunda hassas kesimleri sık sık kızdıran açıklamalar ve uygulamalar yapan Erdoğan, 2009 yerel seçimlerinde oyları % 39’a düşen partisiyle yine de 2011 seçimlerinde % 50 oyla sistemin tek hâkimi konumunu koruyor ve artık sadece ülke içerisindeki güç merkezlerine değil, dünyadaki güç merkezlerine de meydan okuyordu. Davos Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Shimon Peres’e getirdiği sert eleştiriler, Arap dünyasında ikinci bir Cemal Abdülnasır seviyesindeki popülaritesi ve ülke içerisindeki tartışmalı uygulamalarıyla Erdoğan 21. yüzyıl dünya siyasetinin en önemli portrelerinden biri haline geliyordu. Erdoğan’ın siyasal kariyerinin nasıl şekilleneceğini gelecekte göreceğiz ama şimdi Erdoğan’ın bazı kişisel, ideolojik özellikleri ve liderlik yöntemleri üzerinde duralım.

Recep Tayyip Erdoğan sanıyorum herkesin kabul edeceği şekilde; babasının otoriter kişiliğinden ve aile içerisindeki hiyerarşik ve sert ilişkilerden de etkilenerek otoriter eğilimli bir siyasal lider olmuş ve diğer birçok karizmatik lider gibi otoritesini halka bir şekilde kabul ettirmeyi başarmıştır. Ülke içerisinde muhalefete yönelik zaman zaman sert ve otoriter yaklaşımları olduğu gözlemlenen Erdoğan, parti içi işleyişte de otoritesinin sorgulanmasına izin vermemiştir. Diğer birçok alanda en azından görüntü olarak demokratik ilkelere önem verdiği söylenebilecek olan AKP’nin parti içi işleyişi düzenleyen tüzük açısından sınıfta kalması Erdoğan’ın liderliğinin tartışılmaz olmasıyla da açıklanabilir. Erdoğan’ın liderliğinin tartışılmazlığına benzer şekilde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin il yönetimi seçimlerinin ikinci bir adayın çıkması durumunda ertelenmesi partinin demokrasi anlayışı konusunda muhalif medyada çeşitli tartışmalar yaratmıştır. Erdoğan’ın karakteri üzerinde söylenmesi gereken bir diğer önemli husus; Erdoğan’ın inanılmaz hırslı ve mücadeleci bir insan olmasıdır. Toplumun alt-orta kesimine mensup bir aileden yetişmiş Erdoğan; hayatı boyunca karşılaştığı çeşitli zorluklara rağmen asla yılmamış ve her yenilgisinde yerden kalkmayı ve yeniden mücadeleye girişmeyi başarmıştır. İlk siyasal girişimlerinde ve adaylıklarında yaşadığı başarısızlıklar, hapse girmesi gibi birçok olumsuz olay Erdoğan’ı asla durduramamış, tam tersine daha da hırslandırmıştır. Birçok önemli siyasetçide görülen aşırı hırs ve özgüven Erdoğan’da da karşımıza çıkmaktadır. Erdoğan’ın bu özelliklerinin gelişmesinde kuşkusuz genç yaşlarından itibaren siyaset yapması ve lider bir kişiliğinin bulunması etkili olmuş olabilir. Erdoğan ayrıca Batı standartlarına göre olmasa da, Doğu toplumları ve Türkiye halkı açısından oldukça karizmatik bir fizyonomik görünümüne sahiptir. Uzun boyu, kabadayı (külhanbeyi) yürüyüşü, bıyıkları, Erdoğan’ın akrabası olduğu iddia edilen aktör Nejat İşler’in İslami bir türevi olarak yorumlanabilecek görüntüsüyle Erdoğan liderlerde bulunan karizmatik niteliklere fazlasıyla sahiptir ve adeta muhafazakâr seçmen açısından mahallenin delikanlı ağabeyidir. Erdoğan’ın zaman zaman yaptığı aşırılıklara, bariz hatalara, birkaç gün içerisinde hatasını anlayarak değiştirdiği sözlerine rağmen halkın bir bölümü tarafından hala çok sevilmesi; benim açımdan onda adeta Natuk Baytan filmlerinde Kemal Sunal’ın canlandırdığı karakterler gibi bir sempati ve şans unsuru bulundurduğunu düşündürmüştür.

Erdoğan’ın kuşkusuz üzerinde en fazla durulması gereken özelliği “halk adamı” doğasıdır. Erdoğan geçmişte aşırı sayılan bir siyasal akımın temsilcisi olmasına karşın, kişisel özellikleri ve nevi şahsına münhasır karakteriyle halkla inanılmaz bir bağ kurmuş ve kendisini sevdirmiş, saydırmıştır. Katıldığı cenaze namazlarında tabutu herkesten önce sırtlayışı, yeri geldiğinde bağırıp çağırması ve halk deyişleri ile bazı kaba sözler kullanması, oyuncak dağıttığı çocuklara yönelik babacan tavırları ve sözleriyle Erdoğan belki de Türk siyasal tarihinde halk adamı olmayı en çok başarabilen ve elitizmden en uzak lider olmuştur. Türkiye’de plansız bir şekilde gerçekleştirilen kentleşme ve endüstrileşme süreci, köyden kente göç hadisesi ve Türkiye’nin bu ortamda yarattığı melez kültür aslında Erdoğan’ın da yaşam kodlarında görülebilmektedir. Kasımpaşa’da bir mahalle ortamında yetişen Erdoğan küçük yaşından itibaren mahalle kültürünü öğrenmiş ve siyasal hayatında da halk ağzı basit söylemleri tercih ederek kitleleri coşturmuştur. Bu noktada Erdoğan’ın gerçekten çok iyi bir hatip olduğu da vurgulanmalıdır. Kendisini birkaç defa meydanlarda canlı dinleme imkânı bulan bir gözlemci olarak Erdoğan’ın halk konuşmalarında izleyicileri adeta büyülediğini ve yüksek sesi ve ilginç tonlama ve vurgularıyla insanları derinden etkilediğini söyleyebilirim. Erdoğan’ın İmam Hatip Lisesi’nde aldığı hitabet dersleri ve küçük yaşlarından itibaren iyi bir münazaracı ve şiir okuru olması bu özelliğinin gelişmesinde muhakkak ki çok etkili olmuştur.

Erdoğan’ın ideolojik eğilimlerini değerlendirmek gerekirse öncelikle vurgulanması gereken şey; Erdoğan’ın Türkiye’de Soğuk Savaş koşullarında yetişen İslamcı bir lider olmasıdır. Erdoğan’ın özellikle son yıllara kadar dünyayı algılamasındaki temel faktör İslam dini ve İslamcılık (siyasal İslam) ideolojisi olmuştur. Gençliğinden itibaren Erbakan’a hayran olan Erdoğan, Milli Görüş’ün çekirdekten yetişme bir siyasetçisidir. Ancak birçok gözlemciye göre zaman içerisinde Erdoğan’ın demokratik yaşam için radikal sayılabilecek bu özelliği zayıflamış ve Erdoğan liberalizm ve demokrasi gibi ideolojilerle kendi dünya görüşünün bir doğal sentezini yapmıştır. Hakikaten piyasa ekonomisine verdiği önem ve zenginliği sevmesi açısından Erdoğan klasik bir Milli Görüşçü sayılmayabilir. Erdoğan iktidarı boyunca özelleştirme konusunda ısrarcı ve sermaye çevrelerine daha yakın durma gayreti gösteren bir politikacı olmuştur. Ancak Erdoğan sermaye konusunda da kendisine yakın muhafazakâr-İslami çevrelere öncelik vermiş ve seküler duruşuyla bilinen sermaye çevrelerine (TÜSİAD çevresi) kimi zamanlarda (laiklik ve dış politikada tartışmalar yaşandığında) daha soğuk yaklaşmıştır. Erdoğan’ın aşırı sayılabilecek ideolojik özelliklerinin temelini Türkiye’de bir çılgınlığa dönüşen Soğuk Savaş dönemindeki anti-komünist mücadelede aramak gerekir. Erdoğan’ın zaman zaman öğrencilere, muhalif öğrenci hareketlerine, sendikal hareketlere, farklı inanç gruplarına ve sol-sosyalist partilere yönelik küçümseyici ve dışlayıcı tavırları, Soğuk Savaş döneminde ülkemizde yaratılan ruhun bir yansımasıdır. Ayrıca Erdoğan bu temel ideolojik özelliklerine ve İslamcı romantizmine rağmen pragmatik yaklaşımı da olan bir liderdir. Erdoğan’ın AB’ye olan yaklaşımının temelinde; Batı medeniyetine hayranlık ya da AB üyesi olmak idealinden ziyade Türkiye’de İslamcı kesimin yükselişine engel olduğu düşünülen askeri-bürokratik vesayeti bu süreçte zayıflatma düşüncesi yattığı iddia edilebilir.

Erdoğan’ın bir diğer önemli özelliği kutuplaştırıcı liderliği sandık sonuçları açısından başarılı bir şekilde uygulamasıdır. Erdoğan laiklik, Atatürkçülük, askerin konumu, Alevilik, çağdaş yaşam gibi çeşitli konularda toplumu kesin bir şekilde kutuplaştırmak pahasına sert ve ayrıştırıcı bir söylem benimsemiş ve sağın çok ağır bastığı Türkiye’de kutuplaştırıcı siyaset sayesinde soldaki rakibi CHP’yi Deniz Baykal döneminde hep geride bırakmayı başarmıştır. Bu anlamda Erdoğan’ın zaman zaman kullandığı aşırı söylemleri aslında ideolojik körlük ya da fanatizmden ziyade belki de gayet planlı ve akılcı bir şekilde kasıtlı kullandığı iddia edilebilir. Ancak Davos Ekonomik Forumu başta olmak üzere zaman zaman verdiği ani ve aşırı tepkiler; Erdoğan’ın bu akılcı temellere dayalı kutuplaştırıcı liderliğinin yanında hala bazı sivri ideolojik noktalarının bulunduğunu tescil etmektedir. Filistin konusundaki aşırı duyarlılığı, bazı gerçekleri görmekten ısrarla kaçınması (Ömer El-Beşir olayı, Hamas’ın faaliyetleri vs.) ve reel politikayı aşan cesareti Erdoğan’ın hala temelde bir İslamcı olduğu düşüncesini yabancı gözlemcilerde uyandırmakta, Türkiye’de de muhafazakâr çevrelerin kendisini bir kahraman olarak görmesinin yolunu açmaktadır. Erdoğan 21. yüzyılda Batı dışı toplumlarda yeniden ortaya çıkan güçlü ve otoriter liderlerden birisi olmuştur. Rusya’da Vladimir Putin, Venezüella’da Hugo Chavez gibi benzerleriyle birlikte Erdoğan da halkın önemli bir bölümünün sevdiği ancak otoriter eğilimleri olan bir lider olmuştur. Chavez bu noktada uyguladığı politikalarla otoriterliğine karşın halkçı ekonomik tercihler yaparken, Putin ve Erdoğan sermaye kesimlerine yakın duran liderler olmuşlardır. Erdoğan, Putin ve Chavez’in otoriter eğilimlerini özellikle medyaya ve muhalif hareketlere yönelik tutumlarında görmek ve aralarında benzerlik kurmak mümkündür.

Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihinin kuşkusuz en tartışmalı ve önemli liderlerinden birisidir. Açıkçası Mustafa Kemal Atatürk’ten beri Türkiye’ye bu denli etki eden ve kendi izlerini bırakan bir diğer lider olmamıştır. Kendisi aslında Türk Devrimi’nin tepeden inmeci metotlarla getirdiği modern değerlerin geleneksel değerlerle bir sentezinin yapılması ve Türkiye’de sosyal barışın sağlanması adına hala bu ülkeye çok büyük bir hizmet verme şansına sahiptir. Ancak Erdoğan belki de sandık başarısını düşünerek sosyal barıştan ziyade kutuplaşmayı ve zaman zaman siyasal rakiplerini küçümsemeyi ya da ötekileştirmeyi tercih etmektedir. Bu durumun oluşmasında kuşkusuz bir dönem Türkiye’de yaygın şekilde uygulanmış dindar-İslami kesime yönelik dışlayıcı tavırların da etkisi olmuş ve o günden bugünlere rövanşist yaklaşım Türkiye’de muhafazakâr çevrelerde çok yaygınlaşmıştır.

 Dr. Ozan ÖRMECİ

 

KAYNAKÇA

– Heper, Metin, “A Democratic-Conservative Government by Pious People: the Justice and Development Party in Turkey”Blackwell Companion for Contemporary Political Thought, Ed. by Ibrahim M. Abu-Rabi. New York: Blackwell

– “Erdogan: ‘Two Things Will Be Voted on Here’, The Wall Street Journalhttp://online.wsj.com/article/SB10001424052748703453804575479651464540536.html

– Biyografi.net, http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=1074

– Kim Kimdir, http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=1590

– Can Dündar, “Lider Recep Tayyip Erdoğan Belgeseli”, http://www.belgeselizle.org/belgeseller/Recep-Tayyip-Erdogan-Belgeseli-692.html

– Odatv.com “Başbakanı Ayağından Tavana Kim Astı”, http://www.odatv.com/n.php?n=basbakani-ayagindan-tavana-kim-asti-0311101200

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.