Ahmet Ceylan: Cenk Bey mülakatımıza ABD Başkanlık seçimleri ile başlamak istiyoruz. Dünya tarafından büyük bir ilgiyle takip edilen seçimlerin sonucunda Barack Obama rakibi Mitt Romney’i az bir oy farkıyla geride bırakarak 2. kez Başkanlık koltuğuna oturmuş bulunuyor. Size göre Amerikan halkı hangi değişkenlere göre tercihini bu doğrultuda kullanmıştır? Seçimlerin neticesi itibariyle ABD’nin yeni dönem dış politika stratejisinde ne gibi gelişmeler beklemeliyiz?
Cenk Sidar: Amerikan seçimlerinde ekonomi en temel tartışma unsuru haline geldi ve seçmenin davranışında ana karar verme parametresi olarak ön plana çıktı. Her ne kadar Barack Obama Amerika’nın ekonomik krizini çözme yönünde ilk döneminde beklenen performansı gösteremese de, Cumhuriyetçi aday Mitt Romney’nin ciddi ekonomik sorunlarla boğuşan Amerikan halkına yoksulun değil, zenginin yanında olduğu algısını yaratması kendisi için ciddi bir handikap yarattı.
Kanımca Barack Obama’nın bütün eksiklerine ve dört senede yapamadıklarına rağmen Amerikan halkına geleceğe dair umut aşılaması süreci başarıyla tamamlamasına yol açtı. Obama’nın seçilmesinde bir diğer etken de, Amerikan seçmenin değişen yapısı ve Cumhuriyetçi partinin demografik trendler sonucu ağırlığı artan nüfus katmanlarına cazip bir seçenek olarak görülmemesi oldu. Bilhassa siyah oylarda, kadın seçmenler arasında, gençlerde ve Hispanik seçmenler büyük çoğunlukla Obamaya oy verdiler.
Cumhuriyetçilerin bu bozgunu bazı temel söylemlerin sorgulanmasına yol açabilir. Önümüzdeki birkaç yıl Cumhuriyetçi partide partinin anlamı ve temel prensipleri konusunda ciddi tartışmalar yaşanması, partinin Amerika’nın değişen demografisine ayak uydurması için neredeyse şart. Aksi takdirde partinin hitap ettiği kitle büyük bir hızla azalmaya devam edecek. Kısacası Cumhuriyetçi kanadın önümüzdeki dönemde hem partiyi daha dinamik bir hale getirmesi, hem de ideolojisini de yenilemesi gerekiyor.
Bu seçimlerin sonucunda Amerikan dış politikasında ilk dört seneye nazaran ciddi bir politika değişikliği olmayacaktır. Kriz ile boğuşan Amerika Birleşik Devletleri; dünyadaki sorun ve çatışmalara direk müdahil olmak yerine, krizlerin oluştuğu bölgelerdeki müttefiklerini ön plana çıkarma, süreci perde arkasından yönetme stratejisi içerisinde. Kısaca yeni doktrin ABD olarak biz her meseleye dünyanın polisi olarak müdahale edemeyiz, finansal ve askeri teşviklerle müttefikleri gerekli konularda yönlendirip, küresel istikrarın (piyasalar, petrol fiyatları, terörizm vs.) ve barışın tesisine katkıda bulunacağız demekte.
Obama yönetimini yeni doktrine Irak ve Afganistan savaşlarının ekonomik külfeti, can kayıplarının halk nezdinde yarattığı huzursuzluk ve bütçe konusunda yaşanan mali sıkıntılar yöneltti. Bu unsurların yanında tehdit algısının savaş, etnik çatışma gibi konvansiyonel tehditlerden, terörizm, siber saldırılar, biyolojik saldırılar gibi konvansiyonel olmayan tehditlere kayması ve teknolojinin gelişimi bu konuda temel oluşturdu.
Bir diğer faktör de yükselen Çin tehdidine karşı Orta Doğu bölgesinden Asya-Pasifik bölgesine uzun dönemli odaklanma ihtiyacıydı. Amerika iki cephede savaş yürütebilecek ve kazanabilecek bir ordu yaratma amacından vazgeçip, hızlı, çevik ve göreceli olarak küçük bir ordu yaratma amacıyla bu yeni stratejiyi benimsedi. Pentagon bu bağlamda askeri personelini yüzde 15-20 oranında azaltacak, Avrupa’daki birliklerinin sayısını kısmi olarak düşürecek ve nükleer altyapısının bir kısmını tasfiye edecek. Önümüzdeki on yılda bu yeni strateji ile ekonomik olarak 150 milyar dolarlık bir tasarruf sağlanacak. Bu süreçte bölge müttefiklerinin askeri kapasiteleri silah satışlarıyla kuvvetlendirilerek (Suudi Arabistan ve Türkiye’nin yeni jet uçağı alımları gibi hamlelerle) hem bu müttefikler askeri olarak daha caydırıcı hale gelecek, hem de bu satışlardan ciddi gelir elde edilecek.
Buna rağmen Orta Doğu en azından bir süre daha ABD’nin ayağına dar gelen bir ayakkabı gibi. Ayakkabıyı çıkarmayı istemesine rağmen sorunlar devam ettiği sürece bölge ile uğraşmak zorunda. Buna rağmen Obama’nın ABD’nin ilk Pasifik başkanı olacağını iddia edebiliriz.
Cenk Sidar, Sidar Global Advisors ile finans alanında danışmanlık hizmeti sunuyor.
Ahmet Ceylan: Cenk Bey ABD Başkanlık seçimleri sonuçlarının ABD-Türkiye ilişkilerine yansımaları sizce hangi doğrultuda olacaktır?
Cenk Sidar: Ankara seçimler öncesinde ABD’nin seçim sonrası dönemde Suriye gibi Orta Doğu problemlerinde daha aktif bir rol oynayacağını beklediği yönünde bazı açıklamalar yaptı. Yukarıda bahsettiğim nedenlerden dolayı buna katılmıyorum. Suriye krizinin özel yapısından da ötürü Türkiye’nin ABD’yi Suriye’ye bir müdahale yönünde sürekli teşvik etmesi ve bu yönde açıklamalar yapması Washington’da rahatsızlık yaratabilir. ABD mevcut durumda Orta Doğu’daki krizin etnik ve mezhepsel olarak yayılmasından ciddi ölçüde endişe duyuyor.
Ayrıca ABD-Türkiye ilişkilerini yeni siyasal düzende tekrardan tanımlamak gerekiyor. Değişen küresel sistem yeni bir konjonktür yarattı. Soğuk Savaş döneminde tehdit merkezi belli, stratejik ortaklığın temel hedefleri açık ve netti. Batı bloğunun hedefi komünist bloğa karşı topyekun mücadele etmek, Batı kampını savunmaktı. Türkiye’nin de bu süreçte belirli görevleri vardı, bunları yerine getiriyordu. Ortaklık daha çok askeri alanda gerçekleşiyordu. Yeni sistemde ise küreselleşme ile yeni bir sistem kuruldu ve artık tehditlerin kaynağı çok çeşitli. Bölgesel sorunlar, terörizm, nükleer silahlanma, bulaşıcı hastalıklar, iklim değişikliği gibi meseleler birincil tehditler olarak ortaya çıkıyor.
Gelecekte Amerika ile olan ilişkilerin temel değerler ekseninde belirlenmiş ortak çıkarlar üzerinden yeniden şekillendirilmeye çalışılması çok önemli. 21. yüzyılda da ortaklığımızı uzun vadeli temel değerler üzerinden değerlendirmeli ve artık kısa vadeli çıkarların uzun vadede onarılması imkânsız yaralar açacağının farkında olmalıyız. 2008-2012 döneminde ABD ile ilişkiler altın çağında görülse de, sadece belirli konular üzerinde ad-hoc olarak yapılan işbirliklerinin genel bir çerçeveye oturmadığından ötürü sürdürülebilir olmadığı ve Türkiye’nin mevcut iktidarın politikalarından ötürü tek taraflı bir bağımlılığa doğru sürüklendiğinin farkında olmak gerekiyor. Güçlü ABD-Türkiye ilişkilerini yerleştirmek için uzun vadeli bir stratejinin oluşturulması gerekiyor.
ABD’de “The Diplomatic Courier” ve “Young Professionals in Foreign Policy” dergilerinin her yıl birlikte yayınladıkları “33 yaş altı dış politika liderleri” listesinde Washington’da yaşayan genç Türk siyaset analisti Cenk Sidar da yer aldı.
Ahmet Ceylan: Sayın Sidar değerli çalışmalarınız ışığında bakacak olursanız, Sosyal Demokrat bir dış politikanın devletler hukukunda ve Türkiye özelinde nasıl hayata geçirilebileceğini düşünüyorsunuz? Bu politikanın tam manasıyla hayata geçirilebilmesi durumunda sonuçlarının hangi doğrultuda gözlemlenebileceği kanaatindesiniz?
Cenk Sidar: Türkiye’nin sol değerler ışığında beslenen yeni bir dış politikaya ihtiyacı var. Mevcut hükümetin ciddi çelişkiler yaşadığı dış politikada sol siyaset evrensel değerleri ön plana alarak proaktif hareket edebilme yetisi yaratmalı. Türkiye’nin kendi tarihsel, kültürel ve sosyolojik mirasından beslenen barışçı, insan merkezli, adil ve dayanışmacı sol bir dış politika izlemesi şart. Coğrafyamızdaki insanların kanı akarken mezhep çatışmalarından kaçınarak çözüm için samimi adımlar atmalıyız. Solun demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel prensiplerini kendimize şiar edinip, bu temel ilkelerden sapmadan dış politika üretirsek, insanlık lehine önemli kazanımlar yaratabiliriz.
Yaratılacak çok boyutlu dış politikanın karakteri gereği sol ve seküler eksende yaratılması ve bunun bağdaşık bir anlayışla uygulanması gerekmektedir. Bunun ilk adımları ise İsmail Cem tarafından atılmış, maalesef o dönemki siyasi irade ve gücün zayıf olmasından ötürü olgunlaşamamıştır. Şimdi mevcut dış politikaya alternatif yeni bir sol dış siyaset yaratılmalı. Bunu yapmak için de eklektik bir şekilde her konuda birbiriyle bağdaşmayan siyasalar üretmek yerine, sol bir dış politika düşünsel çerçevesi çizilip bu çerçeveden her konu özelinde siyasalar üretilmelidir.
Siyasi, kültürel ve ekonomik mirası sayesinde Türkiye çok boyutlu, etken ve cesur bir dış politika bütünü yaratabilir ve kendi karakterine uygun politikaları bu bağlamda uygulamalıdır. Fakat yaratılan çok boyutlu ve çok eksenli dış politikanın bir çıpası olmalıdır. Bu çıpa da aydınlanmacı-laik değerler olmalıdır. Yerkürenin bütün bölgelerindeki ülkeler ile diyalog halinde olan bir Türkiye, küresel toplumun karşılaştığı güçlük ve zorluklar için inisiyatif alma kapasitesine ve gücüne sahip olacaktır. Türkiye demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kritik alanlarda kendi evinde kuvvetli bir sistem kurabilirse, o zaman sol prensipler ışığında küresel toplumun refahı için politikalar üretebilir.
Ahmet Ceylan: Cenk bey mülakatımızı Çin ile tamamlamak istiyoruz. Çin Komünist Partisi’nde yaşanan seçimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Reform beklentileri ve yolsuzluk iddiaları üzerinden devam eden seçim sürecinden ne gibi sonuçlar bekliyorsunuz?
Cenk Sidar: Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin Halk Cumhuriyeti’nde 18. Ulusal Parti Kongresi’nden sonra ortaya çıkan yeni Polit Büro yapısından ülkedeki ekonomik ve siyasi sistemi kökten değiştirmesini beklememek gerekiyor. Çin’in siyasi ve ekonomik evrimi küresel istikrar açısından ciddi önem teşkil ediyor. Çin ekonomisindeki sürdürülebilirlik sorunu bazı sosyal ve ekonomik değişimleri tetikleyebilir. Tasarruf ve ihracat odaklı büyüme sergileyen Çin ekonomisinde istikrarı koruyacak % 7 büyümeyi devam ettirmek için tüketim bazlı bir ekonomi yaratmak gerekecek. Çin Halk Cumhuriyeti ekonomisindeki en büyük sorunlardan biri de gelir adaletsizliği, yoksulluk ve yolsuzluk. Bu sorunlar çözülmeden Çin dünyada ekonomik gücüyle uyumlu siyasi bir güç haline gelemeyecektir. Bu tarz bir değişim siyasi talepleri de beraberinde getirebilir. Asıl mesele Çin devletinin bu taleplere nasıl bir reaksiyon vereceği. Bunu da önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
Ahmet Ceylan: Sayın Sidar’a bu keyifli söyleşi için teşekkür ediyoruz.
Röportaj: Ahmet CEYLAN
19.11.2012