MİT-Öcalan müzakereleri başlayana kadar yaprak bile oynamayan bir yerde, birden bire Paris suikastlarının patlak vermesi kesinlikle bir tesadüf eseri olamaz. Son günlerde yaşanan bu kafa karıştırıcı gelişmeleri anlamlandırabilmek için, öncelikle resmin genel çerçevesindeki küresel psikolojik savaş boyutuna göz atılmalıdır. Tabi bu olgunun, milli psikolojik veya mikro psikolojik savaş boyutlarını da nasıl etkin bir şekilde kullandığı gözden kaçırılmamalıdır.
Bu mevcut durumdaki resmin parçalarını art arda sıraladığımız da belki geneli hakkında biraz fikir verebilir;
– Ortadoğu’da (ara ara kara kışa da dönüşen) “Arap Baharı” furyası başlar.
– ABD-İngiltere Anglo-Sakson kardeşliği ile Fransa-Almanya ikilisinin (Orta Doğu’da temellendirdikleri) bu yeni düzeni şekillendirme performansları sahnelenir.
– İdeal rol model olarak Türkiye bunların hamiliğine soyunur.
– ABD’nin (ve dolayısıyla İsrail’in de) uzun vadede enerji kaynaklarına ulaşımını engelleyecek ve İsrail’e jeopolitik anlamda bir savaş tehdidi olan İran-Irak-Suriye ve Lübnan Hizbullah’ı hattı üzerinde (Wikileaks belgelerindeki Shia Triangle’ın bir yansıması olan) Batı ile asla işbirliği yapmayan bir Şii bloğunu, Suriye’nin mevcut nüfus dokusu paralelinde değiştirerek bu riskin bertaraf edilmesinin ilk hamleleri gerçekleşir.
– MİT ve PKK arasında Oslo süreci başlar.
– Erdoğan’ın milliyetçi söylemleri stratejik bir şekilde aniden patlak verir.
– BDP’nin AKP’ye karşı başarılı sonuçlar alan, on bine yakın çeşitli seçilmiş veya parti içerisinde seçimde aktif görev almış kişiler, KCK kapsamında tutuklanır.
– Şemdinli çatışmalarının gündeme kanlı bir şekilde damga vurmasıyla, doğu ve güneydoğudaki şiddet olaylarının yeniden ayyuka çıkar.
– BDP’lilerin PKK’lılarla kucaklaşma görüntüleri kamuoyuna yansır.
– Fransız otoritelerin yıllarca resmi muhatapları bildikleri PKK’nın Avrupa’daki üst düzey yöneticilerden Adem Uzun Paris’te aniden göz altına alınır.
– Gaziantep’te 4’ü çocuk, 9 sivil bombalı bir saldırıya kurban gider.
– Erdoğan’ın “idam gelsin” ve “BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldıralım” söylemleri gündem olur.
– Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler, Beşar Esad ve Özgür Suriye Ordusu’ndan bağlantısız bir şekilde kuzeydeki özerkliklerini ilan ederler.
– Irak’ın Şii ağırlıklı merkezi hükümeti ile, bu ağırlığın dışında kalan Sünni-Arap ve Kürtlerin gitgide ayrışma sürecine giden çatışık durumları belirginleşir.
– Uluslararası reel politik verilerde tek varlık gerekçesi İsrail’i İran tehdidine karşı koruma amaçlı olan patriotların Maraş, Adana ve Antep hattı üzerine yerleştirilme hazırlıkları başlar.
– Erdoğan aniden tüm milliyetçi söylemlerini unutup, kendi ifadesiyle yeniden “bir kardeşlik ve kucaklaşma” süreci başlatır.
– MİT-İmralı ve BDP-İmralı görüşmeleri hükümetin kontrolünde senkronize bir şekilde yürütülür.
– Türkiye’deki büyük medya patronlarının, kendi yayın organlarına “bu süreci sekteye uğratacak haberler yapmayalım” beyanatları ile “milli psikolojik” savaştaki rollerine dair ateşkes ilan ederler.
– Pensilvanya’dan İmralı görüşmelerine olur veren fetvalar, cemaatin yayın organlarınca büyük bir müjdeyle açıklanır.
– Fransız istihbaratının sürekli gözetim altında olan bir yerden, (özellikle biri) diyalog süreçlerinde önemli roller almış olan 3 kadına suikast gerçekleştirilir.
– Ardından malum cemaatin yayın organlarının bir kaç gün öncesine kadar o müjdelenen görüşmelere vesile olan kişilerin suikastını yine aynı sevinçle karşılayan bir mesajı çıkıverir.
– Ertesi gün müzakere masasındaki tarafların suçu birbirlerine atıp bir kaos noktasına tıkanılır.
– Suikastların ardından bu çift kutuplu psikolojik ateşkes de çok sürmeden sona erer. Böylece tüm şiddet sarmalının kilit noktası olan resmin genelindeki küresel psikolojik savaş, “hedef şaşırtıcı” haberlerle yeniden hortlatılır.
Bu savaşın hortlatılmasının hemen akabinde, cinayetleri gerçekleştiren kişi olarak; Hrant Dink’in katili Ogün Samast gibi, aynı milliyetçi-muhafazakar ocağın geleneğinden gelen Ömer Güney ismi ortaya çıkar. Ailesinin ifadelerine göre Güney’in en belirgin özellikleri; eşinden boşanmış, şiddete meyilli, örnek aldığı ekolü “Kurtlar Vadisi” ve zihni sık sık kontrol dışına çıkan unutkan bir vaka. Fransız polisinin basına yansıyan beyanlarına göre; hafıza problemi nedeniyle ifade almakta zorlanılan bir kişi. Eski eşinin açıklamalarına göre; Almanya’da bir misyoner vakfında bir süre görev almış birisi. Ve nitekim; herhangi bir kimliksel veya ideolojik bağı olmamasına rağmen, 1 buçuk yıl evvel Fransa’daki Kürt Enstitüsü’ne giderek, yaptığı bir üyelik başvurusunun ardından kurabildiği derin bağlantılarla profesyonel cinayetler işlenilen bir sürece gelmiş bir suikast zanlısı. Olası suikastçı olarak gösterilen kişinin bu daldan dala konan geçmişi, her türlü kullanıma müsait yapısı ve unutkanlık problemlerinin tamamen “muamma” durumu bakımından, CIA’in gizli tetikçi yetiştirme programı “MK Ultra” zihin kontrolü projesi ile olan inanılmaz benzerlikleri, “acaba mı?” dedirten çeşitli dolaylı ihtimalleri de akıllara getirmektedir.
Hizbullah 1990’lı yıllardaki cinayetlerini bazı derin güçlerle beraber gerçekleştirdiğini anımsayınca, yine rantını Ortadoğu’daki “şiddet sarmalı” ve “insan kanıyla” sağlayan çeşitli ittifaklar söz konusu olabilir. Hani Pensilvanya’dan birilerinin bir kaç gün öncesinden İmralı görüşmelerine olur veren fetvalarını müjdeli bir haber olarak yayınlayanların, bu görüşmelerin karşılıklı suçlamalarla tıkanmasına neden olan suikastları da bir başka müjdeli haber olarak duyurmaları akla çok farklı çağrışımları getirmektedir. Tabii bu işaretler, el etek öptükleri Kudüs-Washington hattındaki başka çağrışımları da tetiklemektedir.
Özcan ÖĞÜT