Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ne girme yönünde ortaya koyduğu söylem gerek yurtiçinde gerekse de yurtdışında ciddi bir yankı yarattı. Türkiye’nin “eksen kayması” yaşadığı ve yönünü Batı’dan Doğu’ya çevirdiği yönünde ortaya konan endişe ve varsayımlara bir örnek olarak gösterilen bu söylem aslında oldukça indirgemeci bir içeriğe sahip. Nitekim Türkiye bir Avrasya ülkesi ve yakın çevresindeki gelişmeleri yakından takip etmesi gerekiyor. Küresel gelişmeleri etkileyebilmek ve bölgesel bir güç olarak farkındalık yaratabilmek için Rusya ve Çin tarafından kurulmuş olan ve genel itibarıyla Avrasya coğrafyasının doğu kısmına hitap eden ŞİÖ’nün çok yakından izlenmesi gerekiyor.
Milenyum sonrası Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından kurumsallaştırılmaya çalışılan yeni dönem Türk Dış Politikası, gerek yurtiçinde gerekse de yurtdışından çeşitli tartışmalara konu oldu. Bu politika çerçevesinde Türkiye’nin genel olarak komşu coğrafyalara yönelik olarak ortaya koyduğu açılım stratejisi, yeni dış politika anlayışının en çok üzerinde durulan ve tartışılan içeriği olarak günlük hayatımıza da ciddi anlamda sirayet etti. Ortadoğu, Balkanlar, Rusya ve Güney Kafkasya gibi Türkiye’nin komşusu olan coğrafyalara ve ülkelere yönelik olarak, kamu diplomasisi uygulamaları ve karşılıklı ekonomik bağımlılık ekseninde yansıtılan işbirliği odaklı yeni dış politika stratejisi, hem Türkiye’de hem de Batı başkentlerinde büyük tartışmalara konu oldu. Türkiye’nin AB üyeliğinden vazgeçtiği ve yakın bir dönemde NATO üyeliğinden de ayrılıp Rusya ile Çin’e yaklaşabileceğine yönelik bir içerik bağlamında anlamlandırılan bu tartışma ortamı, Davutoğlu’nun kurgulamaya çalıştığı dış politika stratejisinin yeterince anlaşılmadığını göstermektedir.
Yeni dönem Türk Dış Politikası’nın üzerinde durulması gereken en önemli özelliği çok boyutluluğa verdiği değerdir. Nitekim Türkiye’nin son dönemde Ortadoğu başta olmak üzere komşu coğrafyalara yönelik olarak yaptığı açılım da AB üyelik hedefi ve NATO müttefikliği çerçevesinde tek boyutlu olarak işleyen Türk Dış Politikası’na yeni anlamlar ve açılım noktaları yüklemeyi hedeflemektedir. Türkiye, bunu yaparken mevcut dış politika hedeflerini değiştirmeden genişletebilmeyi ve temas alanını arttırarak küresel gelişmeler çerçevesinde çok daha etkin bir aktör olabilmeyi amaçlamaktadır. Soğuk Savaş döneminde, çift kutuplu sistemin yapısal öngörülerine uygun olarak Avro-Atlantik İttifakı’nın geliştirdiği stratejilere eklemlenen ve edilgen bir dış politika stratejisi içselleştiren Türkiye, bugün gelinen noktada proaktif bir dış politika izlemesi gerektiğinin farkına varmıştır. Zira uluslararası sistemin yapısı değişmiştir ve Türkiye de bu değişime uyum sağlamak zorundadır. Soğuk Savaş sonrası, ABD’nin sistemik hegemonyasına dayalı olarak dengelenmiş bir çok kutupluluğun uluslararası ilişkilere hâkim olacağını düşünen analist ve uzmanların stratejileri de ciddi bir boşluğa düşmüş durumdadır. Çin ve Rusya gibi küresel aktörlerin Avro-Atlantik İttifakı’na meydan okuyan yükselişleri ve çok sayıda bölgesel aktörün küresel gelişmelere yön vermeye başlaması bu anlamda önemlidir. Türkiye de Avrasya Bölgesi’nin merkezinde yer alan bir ülke olarak, bölgesel gelişmeleri şekillendirebileceğinin ve aynı zamanda bu gelişmelere yön vererek kendi sistemsel görünümünü güçlendirebileceğinin farkına varmıştır. Dış politikaya eklemlenen çok boyutluluk, Avrasya’nın bünyesinde barındırdığı çeşitliliğinde de bir ifadesi olmuştur.
Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olma yönünde ortaya koyduğu irade, son dönemde Ortadoğu odaklı olarak şekillenen/şekillenmek zorunda kalan Türk Dış Politikası’nın aslında çok yönlü bir karakteri olduğunu ortaya koymayı amaçlayan bir söylemi yansıtmaktadır. Türkiye, söylem boyutunda da olsa bu hamleyi yaparak kendi dış politika stratejisinin Avrasyacı yönünü, Avrasya merkezli olarak kurgulanmış bir teşkilat olan ŞİÖ üzerinden göstermeyi hedeflemiştir. Bu hamleyi yapan Başbakan ve Davutoğlu da çok iyi biliyorlar ki, mevcut konumu ve altyapısı itibarıyla bu örgütün AB benzeri bir entegrasyona dönüştürülmesi mümkün değildir. ŞİÖ’nün lider ülkelerinden Çin, bağlantısızlık çerçevesinde ve pragmatik amaçlar bağlamında, tıpkı kendisi gibi çok kutuplu bir sistemik yapı öngören Rusya’yı da karşısına almadan ilerlemek istemektedir. Rusya ise, yakın çevresine verdiği önem noktasında kendisini sistemik bir kutup olarak inşa edebilmek için, Çin ile ortak çıkarlar ekseninde buluşmayı amaçlamaktadır. Özellikle Orta Asya coğrafyasında ortaya çıkacak nüfuz mücadelesi ve enerji paylaşım yarışında Çin ile sorun yaşamamak Rusya’nın en önemli hedefidir. Zira Rusya’nın kendi sistemsel ihtiyaçları bağlamında yakın çevresinde teşkilatlandırmaya çalıştığı asıl proje kendi hegemonya anlayışını yansıtan Avrasya Birliği’dir. Bu bağlamda ŞİÖ’nün iki lider ülke arasında bir forum ortamı yarattığını söyleyebiliriz.
Aslında Türkiye, ABD’nin yapılandırmaya çalıştığı dengelenmiş çok kutupluluk projesinin önemli destekçilerinden ve model ülkelerinden biri konumundadır. Her ne kadar bölgesel bir güç olarak görülebilecekse de, ABD’nin sistemsel hegemonyasına dayalı dengelenmiş çok kutupluluk bağlamında çok önemli bir örnek oluşturabilecektir. Zira son dönemde her iki ülkenin dış politika anlayışları arasında ciddi bir uyum göze çarpmaktadır. Zaten her iki taraf da bu durumu açıklıkla ortaya koymaktadırlar. Arap Baharı sonrasında ortaya konan Ortadoğu stratejisi bu bağlamda çok önemli bir ölçüt olarak ele alınmalıdır. ABD, Türkiye’nin belli sınırlar dâhilinde bağımsız ve bağlantısız bir dış politika izlemesine tepki göstermiyor. Türkiye’nin Rusya ile gelişen ekonomik ve siyasal ilişkileri bu noktada önemli bir örnektir. Aynı şekilde, Türkiye-İsrail ilişkilerinin geldiği noktada, ABD’nin Türkiye’ye açık bir şekilde tepki göstermemesi de bu politikaya eklemlenebilecektir. ABD, ŞİÖ’nün kurumsal anlamda fazlaca önem taşımadığını da görmektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin bu yönde bir açıklama yapmasının sadece retorik bağlamında bir bağlantısızlık görünümü arz ettiğini düşünmektedir. Bu durum, dengelenmiş çok kutupluluğu sistemik anlamda yapılandırmayı amaçlayan ABD’nin görmeyi arzuladığı Türkiye görüntüsüne de uymaktadır. Yani, temel politikalarda kendisi ile uyum içerisinde ama belli bir özerkliğe sahip bölgesel lider rolünü oynayacak bir Türkiye. Rusya ve Çin’in liderliğini yaptığı ve ABD’nin sistemik hegemonyasına karşı dengelenmemiş çok kutupluluğu kurumsallaştırmayı hedefleyen ŞİÖ’ye yönelik olarak Türkiye’nin duruşu ABD için çok önemlidir. Türkiye ise bu politika çerçevesinde hem çok kutuplu bir dış politika izlediğini tüm dünyaya kanıtlamakta hem Rusya ve Çin ile ekonomik, enerji tabanlı ve siyasal ilişkilerini geliştirme iradesi ortaya koymakta hem de AB’ye “sana mecbur değilim” mesajı vermektedir.
Başbakan’ın ortaya koyduğu ŞİÖ açılımı, “eksen kayması” gibi ideolojik ve tek boyutlu bir dış politika çizgisi çerçevesinde incelenmemelidir. Bu söylem, çok daha derin ve sistematik bir dış politika yaklaşımının güncel politikaya yansımış bir görüntüsüdür. Bu strateji; coğrafi, sosyo-kültürel ve siyasal yönleriyle ele alındığında Türk Avrasyacılığı olarak adlandırılabilir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU