Yeni dünya düzeninin oluşturulma sürecinin yaşandığına ilişkin öngörüler vardır. Bunun çeşitli yönleriyle ilgili analizler yapılır. Bu soruna ilişkin yazılan yazılarda bazen çok ilginç hususlara rastlanır. Amerika’nın önde gelen uzmanlarından olan Joseph Nye’ın bir makalesi bu açıdan çok dikkat çekiyor.
Bilişim Devrimi ve Politika
Ünlü uzman Joseph Nye’ın “Project Syndicate” (ABD) yayınında “Bilişim Devrimi Politikleşiyor” başlıklı ilginç bir makalesi yayınlanmıştır (Bkz.: Joseph S. Nye. The Information Revolution Gets Political. www.project-syndicate.org, 7 Şubat 2013). Yazıda, günümüzde jeopolitik gelişmelerin içeriği açısından dikkat çeken görüşler yer almıştır. Yazar, iletişim alanında yaşanan hızlı değişimin politik ortama ve devletlerin politikasına etkisini analiz etmiştir. J. Nye’ın öne sürdüğü birtakım savların geniş şekilde üstünde durmak gerekiyor.
Yazar bilişim devriminin sürdüğü görüşündedir. Bu süreç, sosyo-kültürel yaşamın tüm alanlarında köklü değişikliklere neden oluyor. Verilerin iletim hızı kıyaslanamayacak derecede artmıştır. Sabit telefonla saniyede 1 veri iletimi mümkün idiyse, şu anda bu sürede 90 bin cilt veri iletme olanağı vardır. 1980 yılında bir gigabayt miktar bilgiyi saklamak için bütün bir oda gerekiyor idiyse, şimdi 200 gigabayt bir küçük diskte cebe yerleştirilebiliyor.
Bilişim ve iletişim araçlarının diğer boyutlarında da hızlı değişiklikler gözlemleniyor. Bütün bunlar, toplumda sosyal ilişkilerin yeni bir içerik kazanmasına neden oluyor. Dolayısıyla, yönetim yöntemleri de yenileniyor. Birey ile ortaklaşa ilişkiler ve vatandaşla hükümet arasındaki ilişkiler yeniden şekilleniyor. Devlet enformasyonun yayılmasını eskiden olduğu kadar denetleyemiyor. Toplumun tüm sosyal tabakalarının rolünün artma meselesi meydana çıkıyor. Bütün olarak bakıldığında, bütün bunlar jeopolitik ortama yeni bir işleyiş veriyor.
J. Nye bu süreçlerin devletler arası ilişkilere de ciddi etki ettiği görüşündedir. Bununla birlikte, bilişim ve iletişim araçlarında kendini gösteren devrimci yenilikleri her ülke kendi çıkarlarına uygun olarak kullanmaya çalışıyor. Örneğin; İran, Çin ve Suudi Arabistan toplumu daha ciddi denetleme yönünde tutarlı adımlar atmıştır. Bu devletler böylece dışarıdan gelen enformasyonun etkilerini belli ölçüde bertaraf edebilmiştir.
Bunların yanında, bilişim devrimi kitlelerin politik ortama etki olanaklarını bir hayli arttırıyor. Bilginin hızla iletimi ve enformasyon kaynaklarına erişme olanaklarının genişlemesi, bu konuda özel bir rol oynamaktadır. Bu görüş ışığında, Arap ülkelerinde yaşanan gelişmeler ele alındığında ilginç çıkarımlar elde ediliyor.
“Arap Baharı”nın Anlamı
J. Nye, Arap ülkelerinde devrimci bir sürecin yaşandığını düşünüyor. Burada söz konusu olan mevsimsel bir değişiklik değildir. Uzun yıllardır, Arap devletlerinde biriken sorunların sosyal patlamalarla birlikte görülen çözümlenme sürecini gözlemliyoruz. Mısır bunun tipik bir örneğidir.
İki yıl önce Tahrir Meydanı dolup taşıyordu. Bu dalga “Müslüman Kardeşler”i iktidara getirdi. Ülkeyi 40 yıldan fazladır otoriter rejimle yöneten iktidar çöktü. Fakat süreç bununla kalmadı. Tahrir şimdi de insanların itiraz meydanına dönüşmüştür. Sadece iktidara yeni güçlerin gelmesiyle yetinilmiyor. Mısırlılar sorunların çözülmesini istiyorlar.
Bu demektir ki, söz konusu olan “bahar” değil, devrimci bir değişikliktir. Muhammed Mursi iktidarının gerçekleştirdiği yenileşme programları vatandaşları tatmin etmiyor. Diğer Arap ülkelerinde yaşanan gelişmelere de bu mantıkla yaklaşıldığında, bölgenin bütün olarak devrimle kuşatıldığı sonucuna varılabilir.
Bu sebeple, Suriye’de gözlemlenen silahlı çatışmaların kısa zamanda sona ermesi beklenmiyor. Beşar Esad rejimi çökse bile, toplumda çatışmalar sürecek; çünkü asıl mesele toplumun bütününde köklü değişikliklerin hayata geçirilmesiyle ilgilidir. Bu ise, hali hazırda politik sahnede yer alan ve savaşan grupların kendi aralarında anlaşmaya varmasının zor olacağı anlamına geliyor.
J. Nye, Irak konusuna da bu öngörüler açısından dikkat çekiyor. Amerikan askerlerinin bu ülkeden çıkarılmasının sorunu çözmeyeceği görüşündedir. Irak, toplum olarak tüm alanlarda çağdaşlaşmalıdır. Bu süreç ise, ciddi karşıtlıkları beraberinde getiriyor. İç politik güçlerin birbirine yaklaşımı sivil ve demokratik kurallar üzerine kurulmuyor. Sonuçta, politik görüş ayrılığı silahlı çatışmalar düzlemine kayıyor. Şu anda Irak’ta Şiiler, Sünniler ve Kürtler neredeyse birbiriyle barışmaz konumdadır. Onlardan hiçbirinin taviz vermeye niyeti de yoktur. Böyle bir durumda, ülkenin uzun süre gerginlik içinde kalma olasılığı büyüktür.
Yazar, bütün bunlardan ilginç bir kuramsal çıkarımda bulunuyor. Arap ülkelerinde bilişim devriminin politikleştiği sonucuna varıyor. Dolayısıyla, artık süreçler köklü politik yenilikler aşamasına gelmiştir. Bunun oldukça iddialı bir sav olduğunu itiraf etmek gerekir; çünkü söz konusu olan geniş bir jeopolitik bölgedeki sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasal yaşamın büyük dönüşümlere uğramasıdır. Tarihsel deneyimler, bu tür süreçlerin, ilk olarak, belirli bir bölgeyle sınırlı kalmadığını, ikincisi ise, jeopolitik etkilerinin son derece güçlü olduğunu gösteriyor.
Küresel Jeopolitikanın İki Yönü
Bu koşullar altında, devrimci süreçlerin dünyanın diğer bölgelerine de yayılma olasılığı artıyor. Bizzat bu durum, birçok karşıt hususu meydana çıkarabilir. Özellikle, süreçlere adilane yaklaşılmayan, çifte standart politikasının egemen olduğu bir dönemde, risklerin varlığı inkâr edilemez. Dolayısıyla, günümüzde büyük devletlerin üzerine daha fazla sorumluluk düştüğü sonucuna varabiliriz. Maalesef J. Nye makalede sorunun bu tarafına değinmiyor. Burada belli amaçlar olduğu kesindir.
Mesele bir yandan, ABD’nin dünyadaki yeni jeopolitik rolüyle ilişkilidir. Son zamanlarda, çeşitli bölgelerde yaşanan tehlikeli süreçlerden kimlerin sorumlu olduğu artık daha fazla konuşuluyor. Her büyük devlet, bu konuda yakasını kurtarmayı tercih ediyor. Hepsi kendi jeopolitik rakiplerini suçluyor. Örneğin, Yakın ve Orta Doğu’da yaşanan gerginlikte Rusya ve Çin ABD’yi suçlu buluyor. Washington ise, Moskova’yı Avrasya coğrafyasındaki gerilimin kaynağı olarak görüyor, Pekin’i ise Pasifik havzasında çatışma yaratmakla suçluyor.
Ne olursa olsun artık büyük devletler bazı bölgelerde ortaya çıkan gerilimleri yaratan olarak görünmek istemiyor. Sorumluluktan bu şekilde kaçmak küresel çapta tehlike yaratır; çünkü jeopolitik belirsizlik oluşur. Süreçler bir noktadan sonra tamamen denetimden çıkabilir. Bundan ise tüm insanlık zarar görür.
Bunlar ister istemez yukarıda belirttiğimiz ikinci hususa daha fazla dikkat getirmek gerektiğini gösteriyor. Biz, bölgelerde meydana gelen jeopolitik gelişmelerin tam olarak dünya çapındaki olası etkilerini kastediyoruz. J. Nye, makalesinde bu husus üzerinde de durmuyor. Sadece politik devrimlerin uzun yıllar sürme olasılığından söz ediyor. Fakat bu durumda söz konusu zaman çerçevesinde küresel jeopolitik görünümün ne yönde değişebileceği konusu gündeme geliyor. Neden, yazar bu sorunu dikkate almıyor? Bunu söylemek zordur.
Ancak kuşkusuz bilişim devriminin politikleşmesi, sadece büyük devletlerin çıkarlarına hizmet ettiği için jeopolitik bir soruna dönüşerek tamamıyla dünyayı kapsayan süreçlere yol açacaktır. Bu ise en kudretli devleti bile etkileyecektir; çünkü sadece çatışmaların yaşandığı bölgelerin değil, bütünüyle insanlığın yeni bir jeopolitik düzene geçmeye gereksinimi vardır. Aynı zamanda, tüm ülkelerin karşılıklı bağımlılığının yeni bir düzeye yükseldiği kavranmalıdır. Bu bakımdan, herhangi bir Arap devletinin sorunu ayrıca tüm dünyanın da sorunudur.
Belki de Joseph Nye’ın söz konusu yazısının en önemli yönü, vurguladığımız iki hususla ilgilidir. Söz konusu olan, fiili olarak küresel çapta oluşabilecek önemli jeopolitik değişikliklerdir. Yazar, bu süreçte büyük devletlerin sorumluluk taşıdığı konusunu gündeme getiriyor. Fakat bu süreç bütün ayrıntılarıyla bilinmemektedir, bu yüzden jeopolitik belirsizlikler kalmaktadır. İnsanlığın karşısına beklenmedik risklerin çıkma olasılığı göz ardı edilmiyor.
Kamal ADIGOZALOV
Kaynak: Newtimes.az