ABD’nin liderliğini yaptığı Avro-Atlantik Dünyası’nın sistemsel üstünlüğü çatırdamaya başlamış olmasına karşın, bu ittifakın uluslararası kurumsal işleyiş noktasındaki hegemonyası devam etmektedir. Şimdi üzerinde durulan husus, çatırdamaya başlamış olan bu ittifakın krizlerle sarsılan kurumsal istikrarının ne tür bir alternatif ile bastırılabileceğidir. Bu meselenin Türkiye bazında fazlaca ele alınmaması önemli bir eksiklik gibi görünmektedir. Nitekim son dönemde küresel işleyiş noktasında seslerini iyice yükselten küresel ve bölgesel aktörlerin dış politika ajandalarındaki en önemli mesele küresel/bölgesel alternatiflerin yaratılabilmesi ve Avro-Atlantik Dünyası’nın sistemsel hegemonyasının ortadan kaldırılabilmesidir.
BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün aksine, ortaya çıkış nedeni olarak siyasal/bölgesel meseleleri değil ekonomiyi ve ticareti yerleştirmiş bir kuruluş olarak görülmelidir. Nitekim BRICS’in mazisi de ŞİÖ’ye oranla çok daha yenidir. Her biri bölgesel liderlik özelliğine sahip ve küresel dengeleri etkileyebilecek 4 büyük ülkenin Eylül 2006’da New York’ta yaptıkları toplantının ardından ortaya çıkmış olan BRIC, esasında üye ülkelerin isimlerinin baş harfleri ile kurumsal bir isme kavuşmuştur. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in girişimleriyle oluşturulmuş ekonomi-finans ağırlıklı bir alternatif küreselleşme girişimi olan BRIC, Afrika kıtasını bu girişimde temsil etme ve bu kıtanın liderliğini yapma arzusu ile son dönemde küresel/bölgesel girişimlerini arttıran Güney Afrika’yı da 2010 yılı içerisinde kapsamına alarak bugünkü BRICS konumuna ulaşmıştır.
Üye ülkelerin ekonomik yapılarına ve ticari girişimlerine göz gezdirildiğinde, BRICS’in Avro-Atlantik hegemonyasına bir başkaldırı olduğu rahatlıkla anlaşılabilecektir. Latin Amerika’nın, sosyalizm ile kapitalizmi özgün bir model çerçevesinde bir araya getiren ve gerek tarımsal üretim gerekse de petrol sanayisi ile ön plana çıkan ülkesi Brezilya, artan bölgesel etkinliğini küresel işleyiş çerçevesinde de anlamlandırmak istemektedir. Brezilya, özellikle Afrika kıtasına olan ilgisinin ve yatırımlarının devamlılığını sağlamak ve bu kıtaya ilgi duyan diğer paydaşlar ile çatışma yaşamamak için BRICS’e büyük bir önem atfetmektedir. Rusya ise Putin’in de sıklıkla vurguladığı üzere çok kutuplu bir sistem yaratma arzusundadır. Bu yönde kendisiyle mutabık kalan aktörlerle ikili ve kurumsal ilişkilerini geliştirmek ve ayrıca kendi sistemsel etkinliğini süreklilik taşıyacak şekilde vurgulamak, Rusya’nın BRICS alternatifine sıcak bakmasını sağlamaktadır. Hindistan ise Çin ile olan siyasal rekabetine ve toprak tabanlı problemlerine karşın BRICS içerisinde yer almayı tercih etmiştir. Zira bu ülke henüz Çin’in kaydettiği ekonomik gelişim hızına ulaşamamıştır ve bir müddet daha sessizce büyümeye ve Çin ile ortak çıkarlar ekseninde anlaşmaya mecburdur. ABD ile Çin’e karşı giriştiği stratejik ittifaka karşın, bu ülkeye karşı denge stratejisinden şaşmayan Hindistan, özellikle Afrika’ya yaptığı yatırımlar noktasında Çin’in baskılayıcı rekabetine maruz kalmamak için BRICS içerisinde yer almayı tercih etmiştir. Nitekim Hindistan’ın Afrika’ya yaptığı tarım ve maden yatırımları esasında Çin’in artan Afrika etkinliği çerçevesinde ciddi bir tükenişle karşı karşıya kalabilir. Çin ise, tıpkı Rusya gibi, çok kutupluluğun altını çizen ve ABD’ye karşı bir alternatif oluşturan her türlü girişimin içerisinde yer alma anlayışını BRICS eliyle meşrulaştırmayı tercih etmiştir. Asya merkezli bir stratejik işbirliği girişimi olan, ancak Rusya ile olan Orta Asya tabanlı siyasal/bölgesel rekabet nedeniyle yeterli etkinliğe kavuşturulamayan ŞİÖ’nün yerine, BRICS gibi geniş kapsamlı ve yumuşak güç üretme potansiyeline sahip bir alternatifin konması Çin için çok daha anlamlıdır. Çin’in Afrika’yı adeta parsel parsel satın aldığını ve Afrika Ekonomisi ile minerallerini kendisine bağladığını göz önünde bulundurursak, bu kıtada aktif olmayı arzulayan rakiplerini kontrol altında tutmak ve aynı zamanda alternatif bir küreselleşme hareketi olarak Avro-Atlantik Dünyası’nı tehdit etmek bu ülkenin çıkarına olsa gerektir. BRICS’in “S” harfiyle temsil edilen ve örgüte en son katılan üyesi Güney Afrika ise, son dönemde Afrika’nın güneyi ve batısı başta olmak üzere artan siyasal etkinliğini vurgulayabilmek ve Nijerya ile olan kıta çapındaki rekabette bir adım öne geçebilmek için BRICS’e katılma seçeneğine yönelmiştir. Güney Afrika, Afrika’nın önümüzdeki dönemde küresel aktörler arasında aktif bir mücadele alanı olacağını görmektedir. Zira özellikle Çin, Hindistan ve Brezilya’nın Afrika’daki yatırımları ve bu kıtaya olan bağımlılıkları giderek artmaktadır.
BRICS’e kurumsal anlamda baktığımızda, alternatif bir küreselleşme girişimi olmaktan uzak olduğunu söyleyebiliriz. Hatta mevcut konumu itibarıyla BRICS’in tutarlı ve etkin bir uluslararası aktör olduğunu söyleyebilmek dahi güçtür. BRICS üyelerinin hepsi, yeni sanayileşen ya da gelişmekte olan ülke statüsüne haiz olan ülkelerdir. Bu ülkelerin en önemli özelliği, yüksek büyüme hızlarına paralel olarak artan küresel/bölgesel etkinlikleridir. BRICS ülkeleri dünya nüfusunun yaklaşık 3 milyarlık kısmını kapsamına almakta ve bu kapsam dâhilinde küresel ekonomik ve finansal işleyiş noktasında karar alma sürecini daha yakından takip etmek ve özellikle küresel finans kuruluşları nezdindeki etkinliklerini arttırmak istemektedirler. IMF ve Dünya Bankası gibi Avro-Atlantik Dünyası’nın sistemsel hegemonyasını yansıtan uluslararası kuruluşları kendi artan etkinlikleri çerçevesinde reforma tabi tutmak ve kendi aralarında bu yönde bir direnç hareketi oluşturmak BRICS ülkelerinin en temel hedeflerinden biridir. ABD’nin küresel hegemonyasını sarsmak amacıyla yeni bir uluslararası rezerv para birimi oluşturmak niyetini de ortaya koymuş olan BRICS üyeleri, bu para biriminin kendi varlıklarının altını çizeceğini, sistemsel eşitliğe vurgu yapacağını ve daha öngörülebilir bir finansal işleyişe zemin hazırlayacağını kaydetmektedirler. BRICS’in Güney Afrika’nın Durban şehrinde yapılan son zirvesinde üzerinde anlaşılan en önemli noktalardan biri de IMF’nin etkinliğini ortadan kaldıracak ve bu örgüt nezdinde yaşadıkları eşitsizliği Avro-Atlantik Dünyası’nın yüzüne vuracak rakip bir uluslararası finansal denetim örgütünün kurulması olmuştur. Uzun vadeli bir hedef olarak ortaya konmuş olmasına ve BRICS üyeleri arasındaki siyasal anlaşmazlıklara ve rekabete karşın, bu öneri, gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonomik işleyiş nezdindeki önemlerini arttıracak bir girişim olarak algılanmalıdır. BRICS üyeleri, IMF’ye 2012 yılı içerisinde 75 milyar dolarlık bir kaynak sağlayabileceklerini ifade etmişlerdir. Ancak bu yardımın yapılabilmesi için, ABD’yi ve müttefiklerini kayıran oylama sisteminin ve oy ağırlıklarının eşitlik kriteri çerçevesinde değiştirilmesi gerekmektedir.
BRICS’in önümüzdeki dönemdeki en önemli işlevi, dünya işlenmemiş mineral rezervlerinin % 65’inin ve yine dünyanın en hızlı büyüyen 10 ülkesinden 6’sının yer aldığı Afrika Kıtası’ndaki paylaşım sürecini koordine etmek ve 2025’te 3 trilyon doları bulacağı söylenen BRICS ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaretin sağlıklı işlemesini sağlamaktır. Yani Afrika’daki post-modern sömürgecilik anlayışının en önemli kurumsal aktörü BRICS olacaktır. Üye ülkelerin küresel ekonomik işleyiş nezdindeki ağırlıklarını arttırmak ve aralarındaki sorunların çözülebilmesi anlamında bir forum ortamı oluşturabilmek de BRICS’in sistemsel rolünün altını çizmektedir. Son dönemde çok boyutluluk yönünde bir dış politika stratejisine eklemlenen Türkiye’nin BRICS üyeleri ile ilişkilerini geliştirmesi ve onların sistemsel taleplerine eklemlenmesi, bölgesel liderlik hedefi de göz önünde bulundurulduğunda, ŞİÖ odaklı olarak yürütülen tartışmalardan çok daha mantıklı olacaktır.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU