ULUSLARARASI İLİŞKİLER SİSTEMİNDE ARKAİZM

upa-admin 27 Mayıs 2013 4.792 Okunma 0
ULUSLARARASI İLİŞKİLER SİSTEMİNDE ARKAİZM

Çağdaş uluslararası ilişkiler sisteminin temel yapısının temeli, 1648 yılında imzalanan Vestfalya Barış Antlaşması ile atılmıştır. Vestfalya Barış Antlaşması; “ulusal devletlerin egemenliği” ilkesini temel bir hak olarak tanımıştır. Bu dönemden itibaren uluslararası ilişkilerin temel oyuncuları devletler olmuştur. Bugün de diplomatik ilişkilerde bu ilke geçerliliğini sürdürüyor. Gerçi I Dünya Savaşı’nın sonucunu belirleyen Versaille-Washington (Versay-Vaşingtın) sisteminin yanı sıra, 2000’li yıllarda bilgi teknolojilerindeki dönüşümler, buna birçok yenilik getirmiştir. Bununla birlikte günümüzde de temel ilke, her devletin kendi topraklarında egemenlik hakkının olması ve uluslararası toplumun bu devletle ilişkilerini bu ilke üzerinden kurmasıdır.

Fakat uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkilerin egemen bir nesnesi olarak sınıflandırılan, kısa adı Malta tarikatı olan devlete benzer kurum, tüm bu yaklaşımların dışındadır. Tam adı “Kudüs, Rodos ve Maltalı St. Jean (Sen Jan) Egemen Askeri Hospitalier Tarikatı” olan bu kurumun Anayasası, bayrağı ve arması var. 104 devletle diplomatik ilişkilere sahip. Avrupa Birliği ile Büyükelçi düzeyinde ilişkileri var. BM ve onun birtakım uzmanlık örgütlerinde gözlemci statüsüne sahip.

Batılı bilimsel yaklaşımda, tarikat devlet olarak kabul edilmese dahi, çok çelişkili bir husus doğuyor. Çağdaş uluslararası ilişkiler sisteminde sadece devletlerin kendi arasında diplomatik ilişki kurma hakkı var. Bu durumda, Anayasasına göre uluslararası hukukun egemen bir nesnesi olarak kabul edilen Malta tarikatı eğer devlet değilse, bu tür diplomatik ilişkileri nasıl adlandırmak gerekiyor? Bu soruları yanıtlamak için Malta tarikatının tarihine bir göz atmak yeterlidir.

Haçlı Seferlerinin Gerçek Nedenleri

XI yüzyılın sonlarında Hıristiyan Avrupa devletlerinin önündeki en büyük sorun, o dönemde hüküm süren ekonomik gerilemeden çıkış yolunun bulunmasıyla ilgiliydi. Kuraklığa bağlı olarak kıtlık, açlık ve yoksulluk hüküm sürmekteydi. Diğer taraftan, Avrupalı devletler birbiriyle amansız bir savaş içindeydi. Böyle bir ortamda Katolik Kilisesi, eski kıtanın dışında bir düşman bularak tüm sorunları bir çırpıda çözmenin yolunu buldu. İlk olarak, Avrupa’daki büyük işsiz kitlesi askere çağrılarak işsizlik sorunu ortadan kalkıyordu; ikincisi askeri ganimetler hazineleri dolduruyor, üçüncüsü dışarıdan bir düşman bulunarak, Katolik dinine mensup olanların birbirine karşı düşmanlığı, geçici de olsa, ortadan kaldırılıyordu. En verimli seçenek, dini düşünce adı altında savaşmaktı. Böylece Haçlı Seferlerine ortam yaratıldı.

Haçlı Seferlerinde yer alan her kesimin kendi çıkarları vardı. Bu açıdan, şövalyelerin yarattığı dini ve askeri tarikatlar ve Vatikan’ın onlara desteği özellikle ilgi çekmektedir. Bu eğilimde iz bırakan 3 temel tarikat olmuştur. Bunlar: Hospitalier, Tapınak ve Teuton (Töton) tarikatlarıdır. Üzerinden 1000 yıl geçmesine rağmen Hospitalier ve Teuton tarikatları varlıklarını sürdürüyor. Hatta Malta tarikatı nezdinde Hospitalier tarikatı, uluslararası hukukun egemen bir nesnesi olarak varlığını sürdürüyor. Teuton tarikatı ise farklı zamanlarda Almanya, Baltık ülkeleri ve Macaristan’da Katolik Kilisesi’nin Hıristiyanlığı yaymak ve dinin sınırlarını genişletmeye yönelik talimatlarını yerine getirmiştir. Bu tarikatın en büyük hizmetlerinden biri olarak, Macaristan’da Kıpçaklara karşı savaşmaları tarihe yansıyor. Teuton tarikatı oluşturulduğu 1190 yılından beri Roma Papası’na bağlıdır ve 1809 yılından Viyana’da karara bağlanmıştır. Şu anda hangi tarihsel görevle meşgul olduğu ise, ayrı bir araştırmanın konusudur.

Diğer bir şövalye tarikatı olan Tapınak Şövalyeleri ise varlıklarını bugüne kadar koruyamadı. Aslında Haçlı Seferleri’nin en etkin katılımcıları, bu tarikatın üyeleri olmuştur. Katolik Kilisesi’nin onayıyla, XIV yüzyılın başlarında bu tarikatın kaldırılmasına karar verilmesi ilginçtir. O dönemdeki olaylara bakıldığında, Tapınak Şövalyelerinin yarattığı dev iş ağı, çoğu Avrupalı monark ve hatta Vatikan’ı rahatsız ettiği için, haç uğruna savaşan asıl savaşçıların tarih sahnesinden silindiği görülüyor.

Tapınak tarikatının Haçlı Seferleri döneminde Avrupa’da büyük bankacılık ve faiz sistemi yarattığı tarihe geçmiştir. Tarikatın Ortadoğu ile birlikte Avrupa’nın birçok şehrinde kaleleri ve liman yerlerinde konutları vardı. İşte bu ağ aracılığıyla tacirler için himaye, malların ulaştırılması, taşıma gibi birçok alandan gelir alınıyordu. Kazanılan para Avrupa’daki çeşitli monarklara borç veriliyor ve faizden ek gelir sağlanıyordu. Papa II İnnokenty’nin 1139 yılındaki “Omni Dotum Optimum” adlı bullasına göre; Tapınak tarikatına; ganimeti kimseyle paylaşmama, sınırlar arası serbest dolaşım, vergi ödememe gibi ayrıcalıklar verilmişti. Bunun sonucunda, günümüzdeki adıyla bankacılık hizmeti veren (borç, faiz) tarikat, dev mali kaynaklara dayanmaktaydı. Avrupa’daki çoğu kralın Tapınak Şövalyelerine borcu vardı. Belki de bu husus, Haçlı Seferlerinde büyük yararlılıkları olan bu dini ve askeri tarikatın sonunu getirdi. İlk olarak 1307 yılında Fransa Kralı IV Philippe (Filip) ülke topraklarında Tapınak tarikatının çalışmasına son verdi. Mallarına el kondu ve dinsizler gibi ateşte yakıldılar. Papa V Klement, Avrupalı hükümdarları Tapınak Şövalyelerini hapsetmeye ve mallarını Kilise’ye bağışlamaya çağırdı.

Böylece ilginç bir görünüm ortaya çıkıyordu. Kutsal topraklar ve dinin korunması uğruna canlarından geçenleri Kilise artık din düşmanı ilan ediyordu. Ortada ise, büyük bir servet kalıyordu. Kilise bu zenginliklerin denetiminden çıkmasına izin vermedi. 1312 yılında Papa V Klement, Tapınak tarikatının lağvedilmesi ve gelirlerinin Hospitalier tarikatına verilmesi yönünde karar aldı.

Malta Tarikatının Kuruluşu: Kudüs’ten Başlayan Yol

Haçlı Seferleri’nden günümüze uzanan diğer bir tarihi miras, Hospitalier tarikatıdır. Bu tarikat, Kudüs’te Kutsal Johann’a atfedilen hacı evinin açılmasıyla ortaya çıkmıştır. Sonradan temel görevi Kutsal Türbe Kilisesi’ni koruma olduğundan dini ve askeri bir nitelik almıştır. Haçlılar 1291 yılında yenilerek Filistin topraklarından tamamen çıkartıldıktan sonra, bu tarikat bir süre Kıbrıs Adası’na taşınmıştır. Tüm diğer dini ve askeri tarikatlar gibi Katolik Kilisesi tarafından büyük ayrıcalıklar verilen Hospitalierler de savaştan sonra zaman zaman önceki haklarından mahrum bırakılmıştır. Kıbrıs’ta tüm ayrıcalıkları iptal edildikten sonra tarikat, merkezini Rodos Adası’na taşımıştır. O dönemde Rodos Adası, Hıristiyan dünyasının Müslüman Türklere karşı temel mücadele kalesi olarak görülüyordu. Bu anlamda Hospitalierler yine Katolik Kilisesi’nin Türklere karşı mücadelesinde önde gelen bir araca dönüşmüştü. XV yüzyıldan itibaren tarikat, dini ve askeri bir kurum olma özelliklerini kaybederek, başka devletlerle Büyükelçi değişimi de dâhil olmak üzere, egemenlik hakları kazandı.

Çeşitli Hıristiyan devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ortak mücadelesini eş güdümlemek için Hospitalierlere verilen bu diplomatik statünün günümüze kadar geldiğini ekleyelim. Tüm çağdaş uluslararası normlara aykırı olsa da, Hıristiyan dünyasının Türklerle mücadele karşılığında verdiği bu statü, Malta tarikatı için korunmuştur. Öyle görünüyor ki, gerektiğinde uluslararası hukukta ve genel olarak uluslararası ilişkiler sisteminde her tür kural dışılıklar olabiliyor.

Hospitalierler, 1522 yılında Sultan Süleyman’ın adayı 6 ay kuşatma altına almasından sonra Rodos’u terk etmek durumunda kaldı. Fakat Katolik Kilisesi’nin sadık kullarına bu kez de yer bulundu. 1530 yılında Kutsal Roma İmparatoru, İspanya Kralı V. Karl Malta Adası’nı süresiz olarak Hospitalierlere bağışladı. Bu dönemden itibaren Hospitalierler, “Malta Şövalyeleri” adını aldı.

Haçlı Seferleri sırasında parlayan bu dini ve askeri tarikatın Avrupa’nın çoğu limanında merkezi vardı. Fakat Avrupa’da Protestanlığın yayılmasıyla Kilise ile beraber bu tarikat da nüfuzunu kaybediyordu. İngiltere’de 1540 yılında, Fransa’da 1792 yılında Hospitalier tarikatının malları elinden alındı.

Akdeniz’de Hospitalier tarikatının temel görevi, Türklere karşı mücadele olmuştur. Malta Adası’ndayken, ana deniz yollarını denetleme olanağına sahiptiler. Osmanlı İmparatorluğu’nu sahada savaşta yenemeseler de, sürekli ekonomik baskılarda bulunuyorlardı. Hospitalierler vista hakkına sahiptiler ve bu konuda Vatikan onları destekliyordu. Vista hakkı bu mezhebe, Türk mallarını taşıdığından şüphelenilen herhangi bir gemiye girip el koyma yetkisi veriyordu. Bu, Avrupalı tacirlerin çoğunda hoşnutsuzluğa neden olsa da, Katolik Kilisesi’nin himayesi tarikatın bu ayrıcalığı kullanılmasına olanak sağlıyordu.

Katolik olmayan Rusya bile Hospitalierlere ilgi göstermiştir. 1797 yılında Çar I Pavel’in imzaladığı sözleşmeye göre Malta tarikatı Rusya’da farklı ayrıcalıklar ve maddi gelirlere sahip oldu. Lakin bu uzun sürmedi. 1817 yılında Rusya’da tüm dini tarikatların lağvedilmesi ile ilgili kabul edilen karar, Hospitalierleri de kapsıyordu.

1798 yılında Napoleon Bonaparte (Napolyon Bonapart)’ın Malta Adası’nı almasından sonra Malta tarikatı son kez yer değiştirmek durumunda kaldı. Napoleon’un adayı ele geçirmesi ve Rusya’da tarikatın lağvedilmesinden sonra Hospitalierlerin tutunacak dalı kalmadı. Tarikat bir süre İtalya’nın farklı şehirlerinde yerleştikten sonra, 1834 yılında Papa’nın izniyle Roma’da kaldı. Roma’da Via Condotti (Via Kondotti) Sarayı onların resmi konutu oldu. Bu mülkün İtalyan toprağı sayılmayıp, bağımsız statüye sahip olması ilginçtir. Böylece, XIX yüzyılın ortalarından itibaren Malta tarikatı sadece dini nitelik taşımaktadır.

Bu dini ve askeri tarikatların tarihte daha ziyade Türklere karşı Hıristiyan dünyasının kılıcı olma işlevi taşıdığı hususunu vurgulamak isteriz. Zira bu tarikatların temel görevi; Filistin’de Türk kökenli Memlûklerle, Macaristan’da Kıpçaklarla, Akdeniz’de Osmanlılarla mücadele etmek olmuştur. Görünen o ki, monark-şövalye tarikatları, Türklerin önünü kesmek için Katolik Kilisesi’nin büyük ayrıcalıklar verdiği bir kurum olmuştur. Fakat Ortaçağ’dan farklı olarak bugün, bu mücadelenin meydanı değişmiştir. Uluslararası hukuk kişisi sayılan Malta tarikatının şahsında arkaik oyuncuların korunmasının neye hizmet ettiği ise, karanlık kalıyor.

Vatikan’ın Türklere karşı savaşanlara kendi desteğini şimdi de gösterdiğini belirtelim. Bu yılın 12 Mayıs tarihinde Papa Fransis 1480 yılında İtalya’nın güneyinde Otranto kalesinde Osmanlı ordusuna karşı savaşarak ölen 800 kişinin kutsal ilan edilmesi ile ilgili selefi Benedikt’in kararını uyguladı. Yeni Papa’nın ilk “kutsal ilan etme” töreninde aldığı bu kararın dinlerarası diyaloğa hizmet etmediğini söylemek mümkündür.

Çağdaş uluslararası ilişkiler sisteminde Malta tarikatı arkaizm olarak adlandırılabilir. Fakat görünen o ki, Hıristiyan dünyası için özel hizmetlerde bulunmuş olan bu tarihi miras, demokratik ilkelere çağrıda bulunanlar için halen gereklidir. Aksi halde, toprağı, nüfusu ve devlete ait hiçbir özelliği olmayan bu dini ve askeri tarikata, uluslararası ilişkiler sisteminde bu tür bir statü verilmesi neden gereklidir? Uluslararası hukukta devlet, devlete benzer kurum, tarikat ya da herhangi bir başka şekilde adlandırılmasına bakılmaksızın, diğer devletlerle diplomatik ilişkiler kurabilmesi ve BM’de gözlemci statüsü taşıması bu dini ve askeri tarikata verilen desteğin göstergesidir. Çağdaş dünyamızda, uluslararası ilişkiler sisteminde yaşanan tüm süreç ve olaylara müdahale etmeye çağıran Batı ise, nedense bu meseleyi görmemezlikten gelmeyi seçmektedir.

Arastü HABİBBEYLİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.