Dünya genelinde bilhassa Orta Doğu, Arap coğrafyasında önemli gelişmeler yaşanırken Türk Dış Politikası da bu gelişmeler ışığında bir takım değişimler yaşamak durumunda kalıyor. Son olarak Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ev sahipliğini yaptığı toplantıda büyükelçilere Orta Doğu’daki gelişmeler ve Mısır’ın akıbeti konusunda değerlendirme toplantısı yapıldı. Çünkü artık yeni Orta Doğu’da düzen daha önce olması düşünülenden çok daha başka hal almaya başlıyor.
Türkiye için düşman ülke yoktur, dost ve potansiyel dost ülke vardır
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte Türk Dış Politikası, bölgesinde söz sahibi olmak için gayret eden, komşu ülkeleri ile istikrarlı bağlar oluşturmaya çalışırken pro-aktif olmaya gayret eden diplomasi geleneğine sahip olmaya çalışıyor. Bilhassa Bakan Davutoğlu’nun yazmış olduğu “Stratejik Derinlik” eserinden etkilenen son 10 yılın Türk Dış Politikası, Türkiye’nin sınırdaş veya deniz ötesi komşuları ile sıfır sorun ve eski Osmanlı coğrafyası ile ilişkileri içine alacak “pergel diplomasi” ile bölgesel güç olması yolunda rasyonel adımlar atmasını sağlamaya yönelik olduğu biliniyordu. Türk Dış Politikasının temel argümanı özetle şu cümle üzerinde şekilleniyordu; “Türkiye için düşman ülke yoktur, dost ve potansiyel dost ülke vardır.”
Görülmektedir ki, son dönemde Türkiye’nin etrafı kriz ülkeleri ile çevrelenmiş, dış siyasetin iç politika ile harmanlanmasına ve daha fazla dirsek temasının olmasına yol açan potansiyel tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’nin bu krizleri zamanında bertaraf edebilmesi için krizlerin daha fazla kronikleşmesine yol açacak tehditleri önceden sezebilmeli, önleyici tedbirleri ivedilikle hayata geçirmesi gerekiyor.
Türkiye-ABD ulusal çıkarları uzun vadede örtüşüyor
Bu analizler perspektifinde Türkiye-ABD ilişkilerine göz atacak olursak, iki ülkede her ne kadar dönem dönem birbiriyle muhalefete düşse de, Washington ve Ankara yönetimlerinin ulusal çıkarları uzun vadede örtüğü görülüyor. Bilhassa Avrasya, Kuzey Afrika ve Orta Doğu politikalarının Washington nezdindeki önemi göz önünde bulundurulursa, Türkiye’nin bölge politikaları yapım sürecindeki kritik rolü ön plana çıkıyor.
11 Eylül saldırıları sonrası Avrasya ve Orta Doğu politikalarını gözden geçiren Washington yönetimi, Irak ve Afganistan’da ki yeniden yapılandırma çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanmasının akabinde müdahil olmak istediği ülkelere askeri seçenek yerine “yumuşak güç” olarak tabir edilen politik ve siyasi yöntemler ilegüç sahibi olmak istiyor. Bunun bir benzeri de ABD’nin İran politikası üzerinde, İsrail’in tüm askeri operasyon seçeneğinin masada tutma çalışmalarına karşın, yaptırım ve ambargolar ile Tahran’ın daha da radikalleşeceğinin anlaşılması ve krizin kronikleşmesinin farkına varılmasıdır.
“Arap Uyanışı” süreci ile ABD, ülke yönetimlerinin halk tabanından başlayan sosyal hareket ve protestolarla tepeden inme demokratikleşme aşılamaya çalışarak değişimini sağlıyor. Bu söyleme yönelik en taze örnek Mısır’da seçimle iş başına gelen cumhurbaşkanı Mursi’nin askeri darbe ile görevinden uzaklaştırılması gösterilebilir. Batı destekli Mısır ordusu Mübarek döneminde olduğu gibi sonrasında da ülke üzerindeki otoriteyi kaybetmek istemiyor, batı da siyasal İslam’ın Mısır’a hakim olmasını önlemek için en önemli enstrümanın ordu olduğunu biliyor. Zaten darbe sonrasında akıtılan maddi yardımlar bunu kanıtlar nitelikte.
Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesi ve siyasal süreçten izole edilmesi başta ABD olmak üzere Batı dünyası tarafından zaruri görüldü
Mısır’ın yangın yerine dönmesinde Suriye’deki kaosunda payını göz ardı etmemek gerekiyor. Rusya ve İran Esad rejimini desteklerken, batı muhaliflere Esad’ın devrilmesi için silah yardımı yapıyor. Fakat görüldüğü üzere 2 sene dolmasına rağmen ülkede geleceğe dönük somut bir adım atılamamış durumda. Eğer ki Suriye’de muhalifler kesin zaferi elde ederse, Arap Uyanışının yaşandığı ülkelerde siyasal İslam’ın zaferinin son halkasının da tamamlandığı ve bu doğrultuda İsrail ulusal güvenliğine tehdit olarak algılayacak ve kendisini “radikal İslam” olarak tanımladığı iktidarlar ile çevrelenmiş hissedecek.
Dolayısıyla Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesi ve siyasal süreçten izole edilmesi başta ABD olmak üzere Batı dünyası tarafından zaruri görüldü.
Güçlü ve istikrarlı bir dış politika Türkiye’nin en büyük ihtiyacı
Mısır’daki darbe her ne kadar beklenen bir gelişme olsa da, doğuracağı ve bölgeye yansıması bakımından ciddi sonuçlara gebe. Dolayısıyla Türkiye “Batı merkezli,” “ABD takipçisi” bölge politikaları izlememeli, ulusal menfaatlerin ön planda olduğu, çatışmadan çok işbirliğine yönelik çareleri arayan konumda olması Türkiye’nin yararınadır.
Özetle Türkiye, coğrafyasındaki kriz alanlarına müdahil olma hissiyatını ancak güçlü ve bir o kadar da istikrarlı dış politika çizgisi ile somutlaştırabilir. Bu açıdan Türkiye dış politika yapım sürecinde zor bir dönemden geçiyor.
Furkan KAYA