İnsanların birbirleriyle iletişimi, karşılıklı duygusal manada ilk alışverişidir haberleşme. İlk etapta sadece hareketlerle, işaretlerle başlayan ve vücut diliyle şekillenen iletişim, zamanla insanın sosyalleşmesi sonrası farklı araçların kullanımıyla boyut değiştirmiştir. Bunu önceleri kuşlarla, dumanla, davulla yapan küçük kavimler şeklindeki insan topluluğu, büyük kitleler haline gelince bu faaliyetleri tellallar, vaazlar, telkinler ve elçilerle devam ettirmiştir. Zamanla gelişen teknoloji ve buluşlar sayesinde iletişim ve haberleşme kişisel olmaktan çıkmış, kitlesel bir hal almıştır. Akabinde önceleri tüm iletişimin amacı kişilerin, daha büyük çapta ise toplumların ve devletlerin kendilerini tanıtımı, ifade edebilmesi içindi. Fakat işin içine din, siyaset, toplumsal üstünlük arzusu sağlama girince iletişim artık propaganda şeklini almıştır. Aleyhte ve lehte propagandaların yapılabilmesi için daha geniş kitlelere, daha çabuk ulaşılan yöntemler aranmıştır.
Matbaa ile tanışmamız da bu sebepledir. Devlet kendi tebaasına kendini anlatmak ve desteklediği konulara ortam hazırlamak, desteklemediği konuları da bir şekilde etkisizleştirmek için 1831 yılında ilk gazeteyi çıkarmıştır. Takvim-i Vakayi adıyla çıkan bu gazete, Türkçe, Arapça, Fransızca, Ermenice, Rumca dillerinde basılmıştır. Bu dillerde basımdaki amaç; hem toplumun çeşitli dillerden oluşan yapıya sahip olması, hem de yönetimle yönetilenler arasında artan iletişimi sağlayabilmektir. Bunun istenilme sebebi devletin tebliğ, berat ve fermanlarını yayınlayan ya da sadece protokol haberi yapan bir gazete değil de köprü, yol, bina ve Avrupa sanat ve kültür haberlerini de yayınlamaktır. Evet, artık devlet çıkarılan gazete ile kendi tebaası ile ilişki kurmuştur, fakat bu yeterli değildir. İstanbul ve çevresine değil, tüm halkına ulaşması gereklidir. Bu amaçla da posta örgütü kuruldu. İlk olarak İzmir-Üsküdar arasına kurulan posta örgütü, kısa sürede her yere yayılmaya başlamıştır. Ulaşım posta arabaları ile yapılıyor, haber taşımacılığı genişleyerek devam ediyordu. Takvim-i Vakayi artık haftada bir çıkarılıyordu. Devlet dış propagandasını ise desteklediği özel gazetelere yaptırıyordu. Bunlar Alexandre Blacque ve oğlu Edward Blacque’ın Fransızca olarak çıkardığı (Le Spectator Oriental) gazetelerdi. İlk Türkçe özel gazete ise William Churchill’in çıkardığı Ceride-i Havadis’tir. 1850’lerde toplamı 30 aşan birçoğu yabancı gazete çıkıyordu. İzmir öncü illerdendi. Vakayi-i Mısrıyye ise ilk Arapça ve Türkçe çıkan resmi gazetedir.
Agâh Efendi ve Şinasi’nin Ekim 1860’da çıkardığı ilk Türkçe özel gazete ise Tercüman-ı Ahval’dır. Bu gazete ile ilk siyasi eleştiriler yapılırken, halka da dil ve edebiyat konusunda önderlik ediliyordu. Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz devirlerinden sonra Hamidiye döneminde sansür kurumsallaştı ve yoğunlaştı. Tercüman-ı Ahval ilk sansürünü alarak 15 gün kapatıldı. Devlete, yabancı diplomatlara, dost hükümdarlara, nazırlara, halka dil uzatmak yasaklanıyordu. 1867 Ağustos ayında ise ilk mülteci gazetesi Muhbir yayınlanıyordu. Artık muhalif basın güçleniyor ve çok sayıda gazete yayın hayatına katılıyordu. Bir süre sonra merkezden basılan gazetelerin taşraya ulaşması hem zor, hem de çok masraflı olmaya başlayınca vilayet gazetelerinin çıkarılmasına izin veriliyordu. Mithat Paşa’nın çıkardığı Türkçe ve Bulgarca çıkarılan Duna gazetesi ise ilk vilayet gazetesi olarak tarihe geçiyordu.
II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimi döneminde (1876-1908) basına uygulanan sıkı sansür yüzünden gazetelerin sayısında azalma oldu. II. Meşrutiyet’le (1908) birlikte gazetecilik büyük ölçüde canlandı. 1908-1909 yıllarında ülkede yayımlanan günlük gazetelerin sayısı 200’ü aştı. Ama İttihat ve Terakki’nin yönetime el koyduğu 1913’ten sonra uyguladığı baskılar yüzünden gazete sayısı yeniden hızla düştü. Kurtuluş Savaşı öncesi ve savaş döneminde İstanbul’da çıkan gazeteler ikiye ayrıldı. Peyam-ı Sabah, Alemdar gibi İstanbul gazeteleri padişahı desteklerken, Akşam, Vakit, Yeni Gün, İleri ise Ankara Hükümeti’nin yanında yer aldı. Mustafa Kemal bu dönemde ilk olarak Sivas’ta İrade-i Milliye gazetesinin çıkarılmasına ön ayak oldu. Bu gazete daha sonra yayımını Ankara’da Hâkimiyet-i Milliye adıyla sürdürdü.
Cumhuriyet dönemi Türk gazeteleri
Cumhuriyet döneminde yeni çıkanların yanı sıra, eski gazetelerin birçoğu da varlığını sürdürdü. 1924’te Yunus Nadi tarafından kurulan Cumhuriyet gazetesi, günümüzde de yayımlanıyor ve Cumhuriyet tarihinin en uzun süreden beri yayımlanan gazetesi olma özelliğini taşıyor. 1935’te ülkede 38’i günlük olmak üzere 116 gazete basılıyordu. Cumhuriyet döneminde çocuklar için ilk kez 1938’de (Çocuk gazetesi çıkarıldı. Ama bu gazete uzun ömürlü olmadı ve beşinci sayıdan sonra kapandı.
1946’da çok partili siyasal yaşama geçişle birlikte basında da bir canlanma görüldü. Ne var ki, Demokrat Parti dönemi (1950-60) basın için yeni kısıtlamalarının getirildiği, gazetecilere sert cezaların uygulandığı yıllar oldu. 1960 sonrasında gazeteler, gelişen demokratik yaşamın vazgeçilmez bir öğesi olma yolunda önemli adımlar attı. Ama basın özgürlüğü askeri müdahaleler dönemlerinde çeşitli kısıntılara uğradı.
1970’lerde gazetecilik alanında önemli teknik gelişmeler görüldü. Ülke çapında yayınlanan birçok gazete renkli ofset basıma geçti. Renkli, resimli magazin ekleri veren gazeteler yaygınlaştı. Özellikle 1980 sonrasında “boyalı basın” da denen bulvar gazetelerinin tirajında büyük artışlar görüldü. Gene bu yıllarda Türk basınında tekelleşmeye doğru bir gidiş başlandı. Bugün günlük basının yüzde 85’i iki büyük sermaye grubunun elinde bulunmaktadır. Türkiye’de günlük basının tirajı yaklaşık 3 milyondur. Günümüzde Türkiye’de yayımlanan yüksek tirajlı günlük gazeteler şunlardır: Hürriyet, Posta, Sabah, Günaydın, Bugün, Milliyet, Radikal, Zaman, Türkiye, Cumhuriyet, Tercüman. Ayrıca İzmir’de yayımlanan Yeni Asır da 40 binin üzerindeki tirajıyla kentin ve ülkemizin en büyük yerel gazetesi olup onu Trabzon’da basılan Karadeniz Gazetesi izlemektedir..
İlk Türk gazetelerinin yayımlandığı 19. yüzyılda gazetecilik daha çok yazarların, edebiyatçıların, devlet adamlarının sürdürdüğü işti. Gazeteciler bu mesleği bir eğitimden geçerek değil, usta-çırak ilişkisi içinde öğrenirlerdi. Bu durum Cumhuriyet döneminde ilk gazetecilik okulunun açıldığı 1948’e kadar sürdü. 1948’de lise düzeyinde açılan ilk özel gazetecilik okulunu 1950’de İstanbul Üniversitesi’nde kurulan Gazetecilik Enstitüsü izledi. Daha sonra, 1965’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bağlı Basın-Yayın Yüksek Okulu kuruldu. Bunlardan başka İzmir, İstanbul ve Ankara’da özel gazetecilik yüksek okulları da açıldı. Ne var ki, 1971’de özel yüksek okullarının devletleştirilmesiyle bu okullar eğitim alanından çekildiler. Bugün İstanbul, Ankara, Ege ve Marmara Üniversitelerine bağlı basın ve yayın yüksek okullarında gazetecilik eğitimi yapılmaktadır.
Tüm dünyada olduğu gibi modernleşme ülkemizde de zor ve sancılı olmuştur. Birçok alanda yaşanan bu zorluklar ve sorunlar en fazla basın, yayın ve iletişim alanında yaşanmıştır. Çünkü en başından devletlerin kendi propagandalarını yapmaları ve yayılımcı zihniyetlerini uygulama alanları olarak ortaya çıkan gazetecilik, zaman içinde yerel ve özel gazetelerin çıkması ve gazetelerin maddi destek sağlayıcısı olan devlet yerine özel kişi ve kurumlar devreye girmesi ile artık devlet yanlısı değil, aksine toplumsal olayların sözcüsü durumuna gelmiştir. Yapılan yayınlar ve yazılan makaleler halkı bilinçlendirirken, devletin hatalı politikalarını ve yanlış uygulamalarını da yazmaya başlıyordu. Devlet önlem olarak çeşitli şekillerde cezalar, kapatmalar, sansürler uyguluyordu. Fakat artık halk yeni şeyler öğrenme, görme, yeni yerler tanıma ihtiyacını giderdiği gazetelere büyük destek veriyordu. Kapanan her gazete başka bir ad altında belli bir süre sonra yeniden yayınlanıyordu. Sadece devletler değil, gelişen ve değişen ekonomik yapı içinde bir şekilde toplumda söz ve makam sahibi olan firmalar, şirketler ve devrin zenginleri de yapılan yayınlardan rahatsız olmaya başlıyordu. Uluslararası ilişkiler ve bu ilişkileri koordine eden kişi ve kurumlar, bunların bağlantıları, ayrıca siyasi güçler ile onlara hizmet eden diğer kurumlarda basının önünde engel teşkil etmektedir. Basın birçok yönden kişi ve toplum baskısı altına alınmaya çalışılıyordu. Baskılara ve engellere ve yapılan uyarılara boyun eğmeyen gözü pek gazeteler ve gazeteciler bir şekilde bertaraf ediliyordu. 6 Nisan 1909 yılında yazı işleri müdürü ve başyazarı olduğu gazetesindeki yazılarında İttihat ve Terakki yönetimini sert dile eleştirdiği için öldürülen ve ilk basın şehidimiz olarak tarihe geçen Hasan Fehmi Bey ne yazık ilk ve tek hunharca öldürülen gazeteci değildir.
1909-2007 yılları arası çeşitli gazetelerde çalışan veya serbest gazetecilik yapan birçok gazeteci ve aydınımız da hunharca öldürülmüştür. 62’si tanınan ve kayıtlara geçen ve tanınmayıp kayıtlarda olmayan nice gazeteci ve aydınımız da aynı şekilde sessizleştirilmiştir. Tamamına yakınının faili belli değildir. Şu an gazeteler ve gazeteciler daha şanslı bir dönem yaşamaktadır. Gelişen teknoloji, bilim buna eklenen internet ve sosyal medya sayesinde herhangi bir basın şirketine ihtiyaç duymadan okurlarına ulaşabilmektedirler. Büyük kitlelerle hızlı bir iletişim şansları vardır. Artık öldürülmüyorlar ve çeşitli mecralarda seslerini duyurabiliyorlar. Her dönemde var olan sansür günümüzde de varlığını sürdürmekte ama en azından yandaş medyalar için gelir ve geçim kaynağı olmakla beraber tek taraflı yayınlara ve tek taraflı basına doğru bir yol alınması muhalif gazeteler ve gazeteciler tarafından bir nebzede olsa engellenmektedir. Bence tarih en büyük modernleşmeyi ve değişimi basın sayesinde yaşarken, en büyük darbeyi de yine basına vurmuştur. Çünkü tam anlamıyla demokratlaşma ve özgürleşme sağlaması gereken medya, şimdi özgürlükleri kısıtlayan çevrelerin borazanı halini almıştır. Sessizlerin sesi olmak yerine toplumların sesini kesmeyi, yalan yanlış haberleri yapmayı, vicdan ve Allah korkusundan uzak paranın patronlarına hizmeti seçmiştir. Toplumsal olaylarda toplumu sükûna sevk etmek yerine, aynı milletin gazeteleri ve yayın organları değilmiş gibi halkı ve gençleri taraflar haline sokmaya çalışmıştır. Oysaki toplum olarak yorgun ve bir o kadar da zor aşamalardan geçmiş olmamız ve yeniden yapılanmamız gerekirken neden eski karanlık günlere geri dönelim ki?..
Tüm basın şehitlerimize ithaf olunmuştur.
Sevgi ÖZTÜRK
KAYNAKLAR
– Ortaylı, İlber (2011) İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Alkım Yayınevi.
– http://www.pirvakfi.8m.com/
– http://www.turkbasinbirligi.