“2013 Mayıs ayının son günlerinin Türkiye’nin siyasal tarihindeki yerinin ne olacağı” sorusu, Gezi olaylarını çözümlemeye çalışanlar için -tüm bilimsel bakışlarının yanında-, bir kahinlik durumu da içermiyor değil. Gerçi güncel ve evrimi süren toplumsal olayların özelliklerini çözümlemek ve onları sınıflandırmak çoğu kez imkansıza yakındır. Bu zorluk, Gezi olayları için çok daha girift. Bu yazıda bunun üzerinde durmaya çalışacağım. Bundan sonraki yazılarımda da Gezi merkezli düşüncelerimi sizinle paylaşmak niyetindeyim. Zira Gezi eylemleri ve sonrasında, gerek muhalefetin gerekse iktidarın konum alışları, Türkiye’nin mevcut konjonktürünün önemli bir belirleyicisi olmuş durumda. Bundan sonra her yapılan iç ve dış politik yorumda, Gezi olaylarının dinamiği ve kendisi hesaba katılmak zorunda.
Gezi olaylarının çözümlemesi en zorlaştıran unsur, bu hareketin bileşenlerinin daha önceki ön kabullerimizi altüst etmesidir. Bu bileşenlerin yapısı ve birbirleriyle olan iletişiminin niteliğine dair çeşitli fikirlerin yanında, bundan sonraki durumları da tartışma konusu. Bunu daha da karmaşıklaştıran bir diğer özellik de, İstanbul’un göbeğinde başlayan eylemlerin giderek İstanbul’un farklı noktalarına, oradan da büyük kentler başta olmak üzere ülkenin geneline yayılması. Bu yayılma aynı zamanda mekansal olarak farklılaşan gezi ruhları yarattı.
Bu söylediklerimi örneklendirmek için birkaç tespitte daha bulunmam lazım. Kabul etmek gerekir ki, Gezi eylemlerinin üç dinamosu var. İlki, bu olaylara kıvılcımını veren “çevre duyarlılığı”. Ancak şunu söylemek de doğrudur ki, birçok politik hareket için (içine çeşitli radikal sol grupları da dahil etmek yanlış olmayacaktır) çevre meselesi, bir politik dert değildir ülkemizde. İkincisi, aşırı ve orantısız polis şiddeti. Aynı şeyi, bunun içinde söylemek mümkün; Türkiye’de polisin aşırı güç kullanımı ileri demokrasimize (!) rağmen artarak devam ediyordu. Üçüncüsü ise, AK Parti iktidarının dozu giderek artan oranda diğer yüzde elliyi, topyekun olmasa da, çeşitli politikalarıyla rahatsız etmesinin verdiği birikimdi. Bu rahatsızlık karşısında, iktidar cenahının daha önceleri gösterdiği özenin, giderek kaybolması ve bizzat başbakanın ağzından bir meydan okuma tonunda tersine çevrilmesi de bu üçüncü etkiyi katmerli hale getirdi.
İşte bu üç etkinin sonucunda öyle bir muhalif manzara ortaya çıktı ki, buraya katılan ve söz söyleyenlerin çözümlenmesi meseleyi içinden çıkılmaz hale getirdi. Bu yazıyı, başlığından da anlaşılacağı üzere; bu olayları değerlendirmeye başlayacağım bir seri yazının başlangıcı olarak düşünüyorum. Aslında “başlayacağımız” demeliyim. Zira bu yazıyı okuyanlardan bir ricam olacak. Bana (levent.yilmaz@deu.edu.tr) yazıma dâir eleştirel görüşlerini iletsinler. Görüşlerime katılanlardan daha çok katılmayanların tenkitlerini bekliyorum. Beraber bir çözümleme yapabiliriz ancak. İlerleyen yazılarda bu görüşlere mutlaka değineceğim…
Yrd. Doç. Dr. Levent YILMAZ