Türkiye’nin oluşturmak istediği hava savunma sistemi noktasında Çinli CPMIEC şirketi ile anlaşma aşamasına gelmesi ülke içerisinde fazlaca irdelenmese de yurtdışında, özellikle de Washington ve Brüksel’de ciddi bir endişe ve rahatsızlık kaynağı haline gelmiş durumdadır. Hava savunma sistemi konusunda Suriye Krizi bağlamında açıkça gözler önüne serilen eksiklik (Almanya ve Hollanda’nın gönderdiği patriotların Suriye sınırına konuşlandırılmak zorunda kalınması), Türkiye gibi, bölgesinde etkin bir aktör olmayı hedefleyen ve daha bağımsız politikalar izleyeceği konusunda gerek eylem, gerekse de söylemleriyle farkındalık yaratmaya çalışan bir ülke için çok önemli bir problem olarak görülebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin hava savunma sistemine yatırım yapmak istemesi anlaşılabilir bir tutum. Ancak bunu yaparken Çin ile birlikte çalışmayı arzulaması büyük bir gürültünün kopmasına yol açmıştır. Peki Çin füzelerinin tercih edilmesi Batılı müttefiklerimizi neden rahatsız etti?
Her şeyden önce Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu ve hatta NATO’nun ikinci büyük ordusunu teşkil ettiğini unutmamak gerekir. NATO, Soğuk Savaş sonrası mahiyet değiştirmiş olsa da, genel itibarıyla halen Avro-Atlantik İttifakı’nı ayakta tutan temel unsurlardan biridir. NATO’nun en önemli işlevi, Avro-Atlantik İttifakı’nın uluslararası sistem bağlamındaki liderliğini korumak ve hegemonya alanını genişletmektir. NATO’nun perde gerisinde mücadele verdiği en temel sistemsel rakipleri ise “çok kutuplu” bir dünya düzeni arzulayan ve Avro-Atlantik İttifakı’nın sistemsel rolünü sorgulayan Çin ve Rusya’dır. Bu gerçeklik ortadayken, NATO üyesi Türkiye’nin, rakip güç Çin ile son derece stratejik bir hususta işbirliği yapacağını açıklaması, Washington ve Brüksel’de rahatsızlık yaratmaktadır.
Başta ABD olmak üzere NATO üyelerinin Türkiye’nin bu tercihi ile ilgili önemli bir çekincesi vardır. Bu aktörler, Türkiye’nin, Soğuk Savaş döneminde Fransa’nın yaptığı gibi, NATO içerisinde çok daha bağımsız bir yol izlemesinden çekinmektedirler. Temel sistemsel vurgularda ve problemlerde NATO ile birlikte hareket eden, ancak kendi ulusal çıkarını doğrudan ilgilendiren konularda NATO’dan bağımsız adım atacak bir Türkiye, kontrol etmesi çok daha güç bir konum alabilir. Soğuk Savaş döneminden bu yana, neredeyse her alanda, Washington’a bağımlı bir görünüm arz eden Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını, bağlı bulunduğu ittifakın sistemsel çıkarlarına üstün gören bir pozisyon alması Batılı aktörler için rahatsızlık verici bir gelişmedir. Türkiye’nin hava savunma sistemi konusunda, gerek maliyet gerekse de teknolojik gelişim anlamında Çin şirketine yakın durması, bu tercihin altını çizen önemli bir dönüm noktası olarak algılanmaktadır.
ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’e atfettiği önem de bu bağlamda önemli bir unsurdur. Zira ABD, bölgede hava ve uzay teknolojisi konusunda İsrail’in karşı konulamaz bir caydırıcılığa sahip olmasını arzulamaktadır. Hatta ABD’nin, Türkiye’ye askeri teknoloji aktarımı noktasında İsrail’i bir aracı olarak kullandığını da biliyoruz. İran’ın ardından, askeri anlamda İsrail’e bağımlı kılınmaya çalışılan Türkiye’nin de İsrail’in rolünü ve caydırıcılığını sorgulamaya başlaması, Washington için olumsuz bir Ortadoğu manzarası yaratmaktadır.
Türkiye’nin Çin füzelerine yönelmesinin bu denli büyük bir krize yol açmasına neden olan sebeplerden biri de Türkiye’ye atfedilen rol ile ilgilidir. Başta ABD olmak üzere, NATO müttefikleri, Türkiye’nin gerektiğinde kendi başına hareket edecek bir askeri teknolojiye ya da kapasiteye sahip olmasını istememektedirler. Türkiye’nin askeri ve teknolojik olarak böyle bir pozisyonu içselleştirmesi halinde, başta Kıbrıs Meselesi olmak üzere, kendisini ilgilendiren birçok konuda bağımsız hareket etmesinden çekinmektedirler. Askeri/teknolojik bağımlılıktan kurtulacak bir Türkiye, masa başı oyunlarından çok daha kazançlı çıkabilecek ve diplomatik yeterliliğine askeri yeterliliğini de ekleyebilecektir. Bu tarz bir konumu içselleştirecek olan Türkiye, zaman içerisinde Rusya ve Çin’in öncülüğünü yaptığı, çok kutupluluk anlayışına eklemlenebilir. Hatta Başbakan Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyi’ne yönelik eleştirileri, Türkiye’nin çok kutuplu/aktörlü bir sistemsel yapı arzuladığını da kaydetmektedir.
Türkiye gibi çok önemli bir silah pazarının kaybedilmesi endişesi, Batılı silah firmalarını kendi hükümetlerine baskı yapma noktasında cesaretlendirmektedir. Nitekim Türkiye’nin son derece stratejik bir tercih olan füze savunma sistemini Çin işbirliği ile gerçekleştirmesi, bundan sonraki ihalelerde, Çin ve Rusya’nın, Batılı firmaları dengelemesi anlamına gelebilecektir. Bu bağlamda, Çinli firmanın Türkiye’ye girişinin önlenebilmesi çok önemli ve hatta simgesel bir önem taşımaktadır.
Füze krizinin arkasında bu denli önemli hususlar varken, bu anlaşmanın başta Washington olmak üzere, Batı başkentlerinde huzursuzluk yaratması normaldir. Ancak Çinli firmanın teknoloji transferi, ortak üretim ve maliyet noktasındaki taahhütleri kağıt üzerine yansıtılabiliyorsa, Türkiye’nin Çinli şirketle anlaşması son derece doğaldır. Çok boyutlu bir dış politika izlemek isteyen ve BM’ye yönelttiği eleştiriler ile sistemsel çok kutupluluğa yöneldiği anlaşılabilen Türkiye’nin, Çin ile askeri işbirliği geliştirmesi, Çin ve Rusya tarafından, Türkiye’nin samimiyetini ve tutarlılığını kanıtlayacak bir girişim olarak görülecektir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU