Ankara’nın Orta Doğu politikasını eleştirenler hep oldu. Analist ve uzmanlar Türkiye’nin bu bölgede jeopolitik nüfuzunu kaybetmekte olduğu hakkında tahminler veriyorlar. Meseleye genel düzeyde bakıldığında ise daha karmaşık ve belirsizliklerle dolu manzara görüyoruz. Bu bölgede dünyanın hiçbir büyük devletinin sürekli ve istikrarlı etkiye sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda Ankara hangi adımları atmalıdır? Türkiye’nin Güney Kafkasya doğrultusunda şansları ne kadardır? Bu sorulara cevaplar ise oldukça ilginçtir.
“Orta Doğu Satranç Tahtası”: Sıradaki Gidiş Kime Ait?
Türkiye’nin Orta Doğu politikası uzmanlar tarafından ciddi analiz ediliyor. Bunun nedeni son zamanlarda ülkenin bu bölgede jeopolitik otoritesinin düşmesi ile bağlantılıdır. Analistler Ankara’nın hangi anlarda hata yaptığını veya bunun objektif süreç olduğunu netleştirmeye çalışıyorlar (Bkz.: Mensur Akgün, Sabiha Senyücel Gündoğar. Orta Doğu’da Türkiye algısı 2013 / Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, 3 Aralık 2013). Aslında, hissediliyor ki, bazı çevreler Orta Doğu’da tek önder rolünü oynayabilecek devlet arayışındalar. Bunun gerçekliğe ne derece uygun olması meselesi ise, bizce, tartışmalıdır.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) raporunda alınan sonuçları şaşırtıcı buluyorlar (Bkz.: Orhan Fırat. TESEV’in Orta Doğu’da Türkiye algısı araştırmasında ilginç sonuç / “Hürriyet “, 5 Aralık 2013). Orta Doğu’nun 16 ülkesinde araştırma yapan uzmanlar Türkiye’nin çekicilik derecesinin düştüğü kanaatine varmışlardır. Eğer 2011 ve 2012 yıllarında Ankara bölgenin en çok saygınlığı olan ülkesiydiyse, 2013 yılında o, 3`üncü yere geçti. Türkiye’yi sevenlerin sayısı %59 oranında olmuş. İki yıl önce bu rakam %79 oranında olmuştu.
En çok saygınlığı olan ülke Birleşik Arap Emirlikleri. İkinci sırada Suudi Arabistan. Ekonomik açıdan en güçlü ülke Suudi Arabistan olmuş. Askeri güç açısından Mısır, İran ve Türkiye bölgenin önderleridir. Türkiye’ye en az destek verenler Mısır ve Suriye vatandaşları olmuş. Eğer 2012 yılında Mısırlıların % 84’ü Ankara’ya öncelik veriyorlarsa, 2013 yılında bu rakam % 38`e düştü. Suriye’de görüşü sorulanların sadece yüzde 22’si Türkiye’nin bölgedeki rolünü takdir etmiş.
Kısa bir zamanda ülkenin Orta Doğu’daki nüfuzunun bu kadar değişmesini yerel uzmanlar “Türk dış politikasının sıkıntıları” şeklinde değerlendirmişler (Bkz.: Yıldız Yazıcıoğlu. Türkiye Dış Politikada “Orta Doğu” Sıkıntısı Yaşıyor / “Amerika’nın sesi”, 5 Aralık 2013).
Anlaşılan, 2011 yılından başlayan nüfuz yükselişinin sürekli olarak artması gibi bir öngörü mevcut imiş. Fakat modern küresel jeosiyasette böyle bir halin çok zor olduğunu dikkate almak gerekir. Amerika, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere, Fransa gibi büyük devletlerin bile saygınlığı değişiyor. Bir süre yüksek olan bu gösterge kısa zamanda düşebiliyor. Burada Türkiye’nin “Stratejik Düşünce Enstitüsü”nün bir analizini hatırlamaya değer.
Bu enstitünün uzmanlarının yaptığı araştırmaya göre, modern aşamada jeopolitik açıdan “küresel fay hatları” mevcuttur. Bunlar uluslararası siyasi ortamda öyle alanlardır ki, “ciddi siyasi hareketlilik” gözlenir (Bkz.: Birol Akgün. Küresel Fay Hatlarında Siyasi çalkantılardan / “Stratejik Düşünce Enstitüsü”, 7 Aralık 2013). Artı bu süreç seri olarak dünyanın çeşitli bölgelerinde kendini gösteriyor. Türkiye’nin Orta Doğu’da ve küresel çapta jeopolitik nüfuzunun dinamiğine bu açıdan bakıldığında hangi hususları görmek mümkündür?
“Küresel Fay Hattı”nın Gerilimleri
Aynı tahlilde gösteriliyor ki, “küresel fay hatları” Orta Doğu, Doğu Avrupa, Orta Asya, Uzak Doğu ve diğer bölgeleri kapsıyor. Dolayısıyla Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta, Türkiye’de, Ukrayna’da, Ermenistan’da, Afganistan’da, Pakistan’da siyasi hareketlilik gözleniyor. Bu ülkeler küresel jeosiyasetin hedefleri mi? Ve burada esas amaç nedir?
Eğer birinci soruya cevap olumluysa, o halde böyle sonuç çıkarmak mümkündür ki, büyük devletler Türkiye gibi ülkelerin jeopolitik nüfuz dinamiğini perde arkası kontrol ediyor. Örneğin, kendilerine uygun olan zaman diliminde Ankara’nın bölgesel nüfuzunu yükseltmeye hizmet eden siyasi, jeopolitik, ekonomik, ideolojik vb. nitelikli ortam yaratıyorlar. Başka zamanda ise bunun aksini yapıyorlar.
Böyle bir yaklaşım oldukça tehlikelidir. Çünkü hiçbir bölgede jeopolitik olayların hangi yönde gelişeceğini bu şartlar altında belirlemek mümkün değildir. Aynı zamanda, konunun bir tarafı hep risk etkenine bağlı kalmış olur. Diyelim ki, bir süre sürecin gelişme dinamikleri Amerika’ya bağlı olursa, sonra teşebbüs Rusya veya Çin’e geçiyorsa, bunun hangi sonuçlar vereceğini tahmin etmek mümkün değildir. Mecazi ifadeyle, bazı bilim adamlarının ifade ettiği gibi, “modern dünya yeniden karanlık ortaçağ düşüncesine dönen” güç izlenimi oluşturuyor (Bkz.: Умберто Эко. Средние века уже начались / “Иностранная литература”, 1994, № 4, s.258 – 267).
Somut olarak Suriye meselesinde bu tür durumun yarattığı karmaşıklıkları görmek mümkündür. Bu ülke Rusya için stratejik önem taşıyor. Orta Doğu’da Moskova’nın jeopolitik varlığı önemli ölçüde Şam`la ilişkilidir. Amerika’ya Suriye daha çok İran’ı ablukaya almak ve Şii ideolojisinin etkisini sınırlamak için gerekiyor.
Washington ne Sünni, ne de Şii mezhebinin tam üstün olmasını istemiyor. Onlar arasında siyasi – ideolojik açıdan belli dengeyi tutmaya gayret ediyor ki, her ikisini yönetmek mümkün olsun. Bunun için ABD, “Kürt kartı”nı da geniş biçimde kullanıyor. Kürtlerin bölge halklarına karşı düşman edilmesinde temel jeopolitik amaçlardan biri bundan ibarettir.
Amerika’yı ilgilendiren diğer mesele İsrail’in güvenliğini güçlendirmektir. Irak’ın kuzeyinden Akdeniz`e kadar uzanan “Kürt koridoru” yaratmanın arkasındaki temel hedeflerden biri işte bundan ibarettir.
Tüm bunlar mevcut aşamada İran`la Rusya’yı birleştiriyorsa, yarın neler olacağını söylemek zordur. Aynı mantıkla, bugün Türkiye’nin Orta Doğu politikasına ABD o kadar da destek vermeyebilir ve Ankara’nın saygınlığı bölgede biraz düşebilir. Fakat belli bir süre sonra hangi manzaranın oluşacağını söylemek hayli tartışmalıdır.
Yukarıda tarif edilen çeşitli nitelikteki hususlar açısından Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı`nın tahminleri ve tedbirli değerlendirmeleri düşündürücüdür. Diğer hususların yanı sıra, Güney Kafkasya ve Orta Asya doğrultusunda jeopolitik mücadelenin hangi dinamiğe sahip olacağı açısından ilginçtir.
Beklenir ki, şimdi Orta Doğu’da gözlenen nüfuz değişiklikleri yakın vadede Kafkasya ve Asya yönlerinde de kendini göstersin. Bunun bölge devletlerine yapacağı etkilerin analizi ayrıca önem taşımaktadır.
Diğer faktörlerle birlikte, Türkiye’nin Güney Kafkasya’da hatalar yapmaması önem taşımaktadır. Diyelim ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu`nun bugünlerde Erivan gezisini Ermeni uzmanlar çeşitli açılardan değerlendirmeye çalışıyorlar. Onlar bu geziyi şimdilik belirsiz sonuçlar veren olay olarak sunuyorlar. Ankara’nın 15 Nisan 2015 tarihine kadar ” uluslararası hakemlerin merhametini kazanmaya çalıştığını” iddia ediyorlar. Ermeni uzmanların neye işaret ettikleri bilinmektedir.
Fakat onlar Türkiye’nin bölgedeki politikasında belirli olumlu eğilimlerin görünmekte olduğunu da vurguluyorlar (Bkz.: Первый раунд – в пользу Турции / “1in.am”, 13 Aralık 2013). Her halükarda, artık Erivan Ankara’ya “sen kimsin?” gibi saçma mantıkla yaklaşamıyor. Bu o demektir ki, Türkiye Orta Doğu ile birlikte, sürekli olarak Kafkasya ve Orta Asya’da da kendi jeopolitik iradesini ortaya koymaktadır.
Tüm bunlar Türkiye’nin Orta Doğu politikasının akıbeti konusunda kesin sonuç çıkarman riskli olduğunu gösteriyor. Ankara jeopolitik durumların hızla değiştiği modern dünyada stratejik hattını devam ettiriyor. Burada geçici gerileme ve ilerleme olabilir. Önemli olan şu ki, Türkiye demokratik Müslüman devleti olarak seçtiği yoldan dönmesin. Aynı şekilde, Güney Kafkasya’da onun Azerbaycan’la ortaklığının bölgesel ve küresel çapta önemini anlamak gerekiyor. İnanıyoruz ki, en katı düşmanların bile bunu itiraf etmesi zamanı uzakta değildir.
Kaynak: Newtimes.az