“İşlemeyecek bir devlet aygıtı nasıl oluşturulur ve birbiriyle hiçbir duygusal bağı kalmamış insanlar tek bir çatı altında nasıl yaşayamaz?” Sanırım bunun en açık örneği Balkanlar’ın bitmeyen sancısı Bosna-Hersek özelinde görülebilir. Bosna-Hersek Cumhuriyeti, 1992-1995 arasında etnik temelde yaşanan iç savaşın ardından Richard Holbrooke’un yıldızının parlamasına yol açan ve kişisel bir başarı öyküsü olarak gösterilen Dayton Antlaşması ile oluşturulmuştur. Bu cumhuriyet, bir türlü işletilemeyen ve işletilmesi de beklenmeyen bir bürokratik anlayışa yaslandığı ve her şeyi etnik kimliklere eşleyen bir siyasal anlayışı içselleştirdiği için halkın taleplerine yanıt verememekte ve ülke ekonomik bir darboğazın içerisine sürüklenmektedir. 5 Şubat 2013 Çarşamba günü, ülkenin kuzeyinde yer alan Tuzla’da fabrika işçilerinin isyanıyla başlayan ve daha sonrasında Zenica, Mostar ile başkent Sarajevo’ya kadar yayılan ve devlet binaları ile güvenlik güçlerine yönelik şiddet içeren sokak gösterileri, Bosna-Hersek’teki devlet aygıtının halk nezdindeki meşruiyetini tamamıyla kaybettiğini göstermektedir. Peki, bu gösterilerden bir “bahar” çıkar mı?
Dayton ile yaratılan Bosna-Hersek’in temelde iki ayrı entiteden oluştuğunu ve bu entitelerden birini Sırpların yaşadığı Republika Srpska (Bosna Sırp Cumhuriyeti)’nın, diğerini de ülkenin temel toplumsal unsuru olan Boşnakların, azınlıkta kalan Hırvatlarla bir araya getirilmesiyle oluşturulan Bosna-Hersek Federasyonu olduğunu belirtmeliyiz. Bu temel ayrımın yanı sıra, Brcko şehri, iki entiteye de bağlı olmayan özerk bir yönetime sahiptir. Republika Srpska, Sırp milliyetçisi Milorad Dodik’in liderliğinde ayrılıkçı bir görünüm sergilemekte ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti devletinin aldığı neredeyse bütün kararları tanımama yönünde bir irade beyanında bulunmaktadır. Kosova’nın bağımsızlığı sonrası, Republika Srpska’nın da bağımsızlık ilan etme hakkı kazandığını kaydeden Dodik, bağımsızlık olmasa bile bölgenin Bosna-Hersek’ten ayrılarak Sırbistan’a bağlanmasını gerektiğini birçok kez vurgulamıştır. Republika Srpska’nın en önemli artısı, kantonlara bölünmüş Bosna-Hersek Federasyonu’nun aksine tek bir yönetimsel yapıya sahip olmasıdır. Bosna-Hersek Federasyonu ise, Boşnaklar ve Hırvatların oluşturduğu 10 adet kantondan oluşmaktadır. Her bir kantonun kendisine özgü parlamentosu, hükümeti ve güvenlik birimi bulunmaktadır. Bu kantonların üzerinde ise federe bir birim olan Bosna-Hersek Federasyonu’nun hükümeti, parlamentosu ve yönetimsel kurumları yer alır. Son kertede, Bosna Sırp Cumhuriyeti ve kantonlardan müteşekkil Bosna-Hersek Federasyonu’nun üzerinde Bosna-Hersek Federal Parlamentosu, hükümeti, anayasası, güvenlik birimleri ve üç etnik grubun temsilcilerinden oluşan başkanlık konseyi yer alır. Devlet başkanı bu üçlü başkanlık konseyi içerisinden sırayla belirlenir. Bu durum ortada iken, Bosna-Hersek’te binlerce parlamenterin, onlarca hükümetin, birden çok anayasanın ve her biri ayrı bir yönetimsel birime bağlı çok sayıda polis gücünün olduğu söylenebilir. Bu kadar çok hükümet, parlamento ve güvenlik birimi olmasına ve adeta bir devlet enflasyonu yaşanmasına karşın, bu birimler ve yönetimler arasında eşgüdüm olmadığı ve her biri birbirine adeta rakip (düşman) gözüyle baktığı için ülke yönetilememektedir. Dayton Antlaşması, etnik temelde süregelen kanlı iç savaşı bitirmiş, ancak yarattığı yönetimsel karmaşa doğrultusuna toplumlar arasına yönetimsel/siyasal duvarlar örerek onları birbirlerine yabancılaştırmış, başına buyruk kararlar almaya itmiş ve etnik milliyetçiliği güçlendirmiştir. Bugün Bosna-Hersek’i oluşturan halklar arasında duygusal bir bağ kalmamıştır ve federal yönetim çerçevesinde her şey kimlik tabanlı kotalara uygun olarak yürütülmeye çalışılmaktadır.
Bosna-Hersek’in içerisine sürüklendiği siyasal/yönetimsel karmaşa, ekonomik istikrarı olumsuz yönde etkilemekte, ülkeye yabancı sermaye akışını önlemekte ve işsizliği beraberinde getirmektedir. Öyle ki, bugün itibarıyla resmi olarak işsizlik oranının %27,5 olduğu ülkede gerçek işsizlik oranının %40’ları aştığı ifade edilmektedir. Sermaye birikim oranının oldukça düşük olması ve iç savaş yıllarında ülkenin zaten çok zayıf ve eski olan sanayi altyapısının çökmüş olması, Avrupa’da yaşanan ekonomik krizin/durgunluğun etkisiyle bu ülkeye yönelen yardımların/fonların azalmasını beraberinde getirince halkın huzursuzluğu bir kat daha artmıştır. AB’den gelen fonların ve ülkeye yapılan küçük çaplı yatırımların belli kişilerin cebine gittiği, rüşvet ve yolsuzluğun ayyuka çıktığı ülkede yalnızca kimlik sorunları ile ilgilenen ve halkın sosyal refah düzeyi ve geleceği ile ilgili konuları ajandasına almayan bir devlet örgütünün bulunması huzursuzluğu daha da arttırmakta ve çözüm önerileri işletilememektedir. Etnik çatışmaların ekonomik kriz ile birleştiği noktada açığa çıkan toplumsal huzursuzluğun ne denli tehlikeli sonuçlar doğurabileceği ortada iken, başkentinde savaş döneminden kalma manzaraların halen görünür olduğu ve birçok şehri etnik/dinsel temelde ikiye ayrılmış bir ülkede federal hükümetin acil tedbirler alması gerektiği açıktır. Ne var ki, AB’nin yönetimsel reform ve anayasa değişikliği baskısı, özellikle Republika Srpska ile Bosna-Hersek Federasyonu arasındaki kopukluk nedeniyle hayata geçirilememektedir.
Tuzla’da başlayarak Sarajevo’ya kadar varan, hatta küçük çaplı da olsa Republika Srpska’nın merkezi Banja Luka’da da yankı bulan sokak gösterileri ve şiddet dalgası şimdiden yüzlerce kişinin yaralanmasına ve devlete ait binaların, araçların yakılmasına ya da tahrip edilmesine neden olmaktadır. Tuzla’da yer alan ve çok büyük bir bölümü Yugoslavya döneminde açılmış fabrikaların yolsuzluk ve rüşvetin de bir parçası olduğu bir satış süreci sonucunda özelleştirilmesi ve fabrikaları alanların içini boşalttıktan sonra iflas ettiklerini açıklamaları; ücretlerinden, alacaklarından ve işlerinden olan ve hileli iflas sürecinin ayırdında olan işçileri ayaklanmaya zorlamıştır. İşçilerin ayaklanması, benzer bir süreci yaşamış Zenica, Mostar ve Sarajevo’daki işçileri ve ülkenin içerisinde bulunduğu durumdan rahatsız olan öğrenciler ile işsizleri de aynı potada eritince büyük çaplı bir gösteri dalgası Bosna’yı sarmıştır.
Yaşanan gösteriler Bosna’da “Arap Baharı” benzeri bir “Balkan Baharı” sürecini beraberinde getirir mi? Umalım ki getirmesin. Zira Bosna-Hersek’in içselleştirdiği etnik nefret ve toplumsal yabancılaşma göz önünde bulundurulduğunda ve federal hükümetin yönetimsel gücünün/kapasitesinin olmadığı da ele alındığında, yaşanan gösterilerin daha da büyüyüp etnik nefreti ve yabancı düşmanlığını körüklemesi halinde çok kanlı ve uzun sürebilecek bir iç savaş çıkabilecektir. Yani Bosna-Hersek’in baharı çok sıcak olabilecek ve devletin olmadığı bir ortamda vahşetin boyutları kontrol edilemez bir hal alabilecektir. Gösterilerin daha çok Boşnaklar tarafından gerçekleştirilmesi ve henüz Sırplar ile Hırvatlar nezdinde yeterince taraftar bulamaması, Sırplar ve Hırvatların aksine, Boşnakların Bosna-Hersek’ten başka bir ulusal aidiyetlerinin olmaması ile de yakından ilintilidir. Toplumsal grupların birbirlerinden kopuk yaşadığı, etnik kimliğin birincil aidiyet duygusu olarak görüldüğü, iç savaşın yarattığı rövanşist anlayışın halen belli bir oranda yaşatıldığı ve etrafındaki ülkelere de kriz ve çatışma ihraç etme potansiyeline sahip olan bu ülke, Dayton düzenine alternatif olabilecek bir yönetimsel yapı yaratılamazsa, orta vadede daha da karışabilecek ve tüm Balkanlar’ı karıştırabilecektir. Esasen Bosna-Hersek’in tüm Balkanları ve hatta dünyayı karıştırma noktasında bilindik bir şöhretinin olduğunu da biliyoruz. Zira Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasının görünür sebebi olan Arşidük Ferdinand’ın Sarajevo’da bir Sırp tarafından öldürülmesi hadisesinin (1914) üzerinden 100 yıl geçti. Bu bağlamda, sorunun giderilebilmesi için, gerekirse siyasal kopuşları da beraberinde getirecek çözümler üzerinde durmanın zamanı gelmiştir. Sorunun çözümü yolunda hiçbir adım atılmaması, hiçbir iyileşmeye yol açmadığı gibi, ekonomik sıkıntıları içinden çıkılmaz bir hale sokmakta ve ülkenin AB üyelik sürecini de imkânsızlıklarla eşlemektedir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU