“Kendini yenmek ve içindeki değere sığınmak, gerçek insanlık budur. Hümanist olmak ya da olmamak, sadece bize bağlıdır”.
Makaleye eski Çin düşünürü ve Konfüçyüsçülüğün babası Konfüçyüs’ün fikirleri ile başlamam hiç de tesadüfi değildir. Zira dinden çok etik ve siyasi bir hareket olan Konfüçyüs öğretisi de Budizm gibi Japonya’ya Çin’den girmiştir. Japonya’da Konfüçyüsçülük kendine özgü ideolojik ve ahlaki etkiye sahiptir. Onun etik, siyasi öğretisinde en önemli kavram insan sevgisidir.
Dünyanın 3’üncü ekonomik devi olan Japonya beni daha çok egzotik nezaketi ile meftun etti. Yolculuğum sırasında beni ancak bir fikir takip ediyordu: “Allahım, bu memlekete ne kadar çok zarif davranış ihsan etmişsin!”. Sohbet sırasında statüsü ve görevine bakılmaksızın birbirlerinin sözlerini teyit ederek, neredeyse ikiye katlanarak birbirlerini tazim etmeleri…Bu tazim süreci tamamlandıktan sonra, birbirlerinden gözlerini ayırmaktan, hatta biri diğerinden daha çabuk vücudunu düzeltmekten bile çekiniyor. Kameti karşılarındaki kişiden önce düzeltmek nezaketsizlik sayıldığından tazim edenler birbirlerini dikkatle izliyorlar.
Herkesin yüzünde tebessüm… Eğer bir Japon herhangi bir sorun yaşıyorsa ve kederlenirse, bunu başkalarına hissettirmemek için gülümsüyor. Hiç kimse onun geçirdiği gerçek ızdırapları hissetmemelidir. Çünkü bir Japon kendi sorunu ile çevreyi rahatsız etmek istemez.
Sadelik… Ben burada sadelik ile büyüklüğün aynı zirvede olduğunu fark ettim. Sanki gözümde Japonya sadeliği ile dünyanın en büyüğü olduğunu kanıtlamak istiyordu. Esasen BDT ülkelerinin Dışişleri Bakanlığı çalışanları aiçin düzenlenen seminere katılımım sırasında Japonya’nın Dışişleri Bakanlığı’nda, çeşitli işletmeler ve teknik merkezlerde yaptığım görüşmeler sırasında ben gerçek sadeliğin ne demek olduğunu daha iyi anladım. Burada, insanlar kendilerini tanıtmadan önce, onların oranın müdürü mü yoksa sıradan bir hizmetli mi olduğunu hiçbir zaman ayırt edemezsin. Hatta üniformalarında da fabrika müdürü ile sıradan işçinin birbirinden ayrılması için ayırt edici hiçbir unsur yoktu.
Japonya’ya vardığımda Narita Havaalanı’nda beni karşılayan Dışişleri görevlisinin ve rehberin, arabadaki genel tanışmadan sonra, Japonya hakkında konuşmaya başladığında, bana ilk cümlesi şu olmuştur: “Ülkemizde bir Japon yerde çöp görürse onu evine götürür”. Ona sormasam da, neden çöpleri sokaktaki çöp kutularına değil de, evlerine götürdüklerini çok merak ettim. Sonra, şehri gezdiğim zaman bu sorunun cevabını kendim buldum. Çünkü, bu şehirde yere çöp atılmadığı için sokaklarda çöp kutusu da yoktu. Düzenlilik, temizliğe sadece Japonya’nın merkezi sokaklarında değil, günlerce insan ayağı değmeyen çıkmazlarında bile riayet ediliyordu. Toz ve çamurdan eser bile yoktu.
İnsanlar birbirlerine büyük saygı ve sabır göstererek ve sıraya ciddi önem vererek sıralanıyorlar. Sanki birbirlerini rahatsız etmekten endişelenerek birbirlerinden özür diliyorlar. İşte bu, uygarlığın göstergesi!
Ziyaret sırasında bir olayın başıma gelmesi belki de benim bu halkı daha yakından tanımam için verilmiş bir fırsat oldu. Hızlı tren ile Hiroşima’dan Kyoto’ya geldikten ve bir süre şehri gezdikten sonra cep telefonumu trende unuttuğumu farkettim. Çok üzülmüştüm. Çünkü, telefonda Hiroşima’da çektiğim birçok fotoğraf vardı. Haber vermek için olayı rehbere anlattım. O, beni sabırla dinleyerek, telefonu bulmaya çalışacağını dedi ve bir yeri aradı ve konuyu oraya iletti. Ama bulunacağına söz vermedi. Çünkü söz vermek Japon halkı için bir yemindir. Eğer söz verdilerse hayatları pahasına da olsa verdiği söze sadık kalmayı başaran bir halktır Japonlar. Haber verdikten bir saat geçmeden rehberimiz bana telefonun bulunduğunu söyledi. Biz ertesi gün Tokyo’ya gitmek için gara geldiğimizde rehberimiz gidip bir yerden telefonu getirerek ve defalarca benden özür dileyerek, usluca süslü zarfa konulmuş halde telefonu bana takdim etti. İşte Japonların kurduğu sistem. Hiçbir Japon başkasının malına göz dikmez, onun olmayan bir şeyi kıskanmaz.
Japonya’ya öngörülen süre içinde ziyaretim ve gördüklerim bende çok derin ve unutulmaz izler bıraktığı kadar rahatsızlık hissi de yarattı. Çünkü, bugün Batı tüm dünyaya kendi kültürünü dayatıyor ve neredeyse bu kültürü kabul etmeyenleri cəzalandırmakla tehdit ediyor. Batı’nın dünyada sadece kendi değerleri temelinde yarattığı model ise farklı kültürden olanlar için kabul edilemez görünüyor. Çünkü, soğuk, ilgisiz insani ilişkiler, Hıristiyanlık’tan başka dinlere karşı pozisyon, farklı kültürleri değer değil, değersizlik gibi kabul eden Batı, insanlığı bütünlüğe değil çatışmaya götürüyor. Oysa, Doğu’da bir çok okul ve akım öncelikle hümanist ilişkiler ve karşılıklı saygı üzerine kurulmuştur. Bu karşılıklı saygı şimdilik Batı’nın egemen olduğu ilişkiler sisteminde kendine yer bulmadığı için, dünyada çatışmaların, kanlı savaşların devam etme ihtimali de büyüyor. Batı insanlığın kurtuluşunu istiyorsa, başkalarının değerlerini de kabul etmeyi ve ona saygı göstermeyi bilmelidir.
Belki, yüzyıllar boyunca Japonya kendi manevi değerlerini çirkinliklerden korumak için kapılarını dünyaya kapamıştır… Çünkü bir halk milli ruhunu ve manevi değerlerini koruyup yaşattığında, geliştirip gelecek nesillere ulaştırdığında büyük ve güçlü olur.
Saadet RAHİMLİ
Kaynak: Newtimes.az