Son yıllarda Avrupa Birliği’nin kurumsal olarak geleceğine karamsar yaklaşanların sayısı arttı. Bu coğrafyadaki mali kriz ciddi rahatsızlıklar yaratıyor. Mesele sadece bununla sınırlı değildir. AB’nin jeopolitik nüfuzu hakkında da farklı görüşler ileri sürülüyor. Onun bir süper güce dönüşme şansını çok az olarak değerlendiriyorlar. Böyle ortamda uzmanlar bu örgütün kaderinin belirsiz olduğundan söz ediyorlar.
Siyasi Bütünleşme Şansı
Avrupa Birliği’nin geleceği ile ilgili farklı görüşler mevcuttur. Batılı analitik ve uzmanlar arasında iki uç görüş kendini gösterir: Birincisi, AB süper güce dönüşecek; ikincisi, bu örgüt dağılacak. Bu tür değerlendirmeleri doğru kabul etmeyenler de az değildir (Bkz.: Bastien Nivet. Superpower Europe or Disintegration? / International Relations and Security Network (ISN), 10 Şubat 2014).
Sorunun özü derin katmanlarda bulunan jeopolitik, siyasi, ekonomik ve kültürel faktörlere bağlıdır. Uzmanlar vurguluyorlar ki, siyasi bütünleşme hep AB’nin zayıf yönü olmuştur. Üye devletler ekonomik ilişkilerin gelişmesine öncelik verdi. Siyasi konularda ise biraz temkinli davranmaya çalıştı. H. Bull gibi uzmanlar hesap ediyorlar ki, AB’nin süper güç olma şansı hiç yoktur. Çünkü önceden bu örgütün ortak diplomasisi ve askeri gücü olmamıştır. Diğer bir deyişle, AB üye devletler aracılığıyla var olmuştur (Bkz.: Hedley Bull. Civilian Power Europe: A Contradiction in Terms? / Journal of Common Market Studies, Volume 21, Issue 2, 149-170, December 1982).
Bu görüşe katılmayanlar ise, Avrupa Birliği’nin küresel jeosiyasette temel rollerden birini oynayabileceğine inanmaktadırlar. Onların da kendi argümanları var. Öncelikle, Avrupa dünyanın en gelişmiş bölgesidir. İkincisi, AB’nin yeteri kadar jeopolitik deneyimi var. Üçüncüsü, bu organizasyona dahil olan devletler arasında imparatorluk emelleri olanlar mevcuttur. Dördüncüsü, modern tarihi koşullar Avrupa’nın Amerika’dan bağımsız dış politika yürütmesini gerektirir.
90’lı yıllardan itibaren, Avrupa Birliği küresel ölçekte ana jeopolitik güç olma yolunda adımlar atmaya başladı. Örgütün bu girişimi iki cephede direnişle karşılaştı. Birincisi, ABD “ihtiyar kıta”nın kontrolden çıkmasına izin vermek istemedi. Aynı dönemde anlaşıldı ki, AB’nin en güçlü devletleri olan Almanya ve Fransa bile Washington’un sıkı gözetimi altında faaliyet gösterir. Bu durumda, Avrupa Amerika’nın istediği kadar bağımsız olabilirdi.
Şu anda durum Avrupa için daha düşündürücüdür. Mali kriz, borçlar ve ekonomide devam eden düşüş AB’nin jeopolitik nüfuzunu azalttı. İlginçtir ki, Avrupa felsefi ve siyasi düşünüşü bu gidişatı doğal karşılıyor. Örneğin, tanınmış Fransız filozof ve siyasetçi Alain de Benoit (Alen dö Benua) şimdiki durumun özünde yatan nedenleri açıkladı (Bkz.:Либерализм, кризис и будущее Европы / “Geopolitica.ru”, 7 Haziran 2013).
Onun fikrine göre, şimdi AB’de görülen tüm istenmeyen durumların temelinde serbest ticaret modelinin mutlak anlamda faydalı olduğu liberal ekonomik teorisi durur. İşletmelerin sınırlı etki alanından küresel çapta faaliyete geçişi ve mali kriz, bu görüşün doğruluğunu altüst etti. Sınır aşan şirketlerin faaliyet prensipleri gösterdi ki, serbest ticaret hiç de hep fayda ve verim vermiyor. Tesadüfi değil ki, modern Batılı insan, daima kendi maddi çıkarını arttırmayı ve güvenliğini sağlamlaştırmayı düşünen bencil bireye dönüşmüştür.
Diğer neden, De Benoit’e göre, “devletin gücü” kavramının doğru idrak edilememesindedir. Öyle ki, Batı’da güçlü devlet; üretim hacmi büyük, ordusu geniş teknik imkanlara sahip, nüfusu çok vb. maddi imkanlara sahip olan devlet olarak kabul edilir. Aslında, “zamanın taleplerine cevap verebilen devlet güçlüdür”. Bütün bunlar sebebiyle, A. de Benoit; “Avrupa yapılanması daha baştan sağlıksız şekilde başlatıldı. O, sanayi ve ticaretle başladı, halbuki siyaset ve kültüre ağırlık vermeliydi” sözlerini vurgular (Bkz.: önceki kaynağa).
Yanlış Stratejinin Acı Sonuçları
Görünen o ki, Avrupa Birliği’nin şu anda karşılaştığı kriz ciddi faktörlerden kaynaklanıyor. Bu, herhangi bir siyasetçinin yanlış uygulamalar hayata geçirmesi ile ilgili değildir. Veyahut Almanya gibi güçlü Avrupa devletinin jeopolitik ve ekonomik hırslarından kaynaklanmamaktadır. Bu nedenle Rus akademisyen T. Bordaçov’un AB’nin “işlevsel olarak dağılma” sürecinin süregittiğini vurğulamasının tamamen esası vardır (Bkz.: Тимофей Бордачёв. Удар цунами. Европейский союз и функциональная дезинтеграция / “Россия в глобальной политике”, 3 Mart 2013).
Bu durumda AB’nin geleceği ile ilgili somut bir fikir söylemek oldukça zordur. Burada çeşitli senaryoların varlığını kabul etmek gerekir. Bunlardan hangisinin gerçekleşeceğini ise zaman gösterecek. Bunun yanı sıra, jeopolitik açıdan bazı ilginç noktaları vurgulamak mümkündür. Bu bağlamda her şeyden önce AB’de merkezkaç eğilimlerinin arttığı denebilir. Avrupa Birliği’ne son dönemlerde dahil olan ülkelerde milliyetçilik güçleniyor. Onlar bağımsız olmayı daha doğru sayar. Fransa bu ülkelere yıllık 50 milyar ABD doları değerinde borç verir. Tabii ki, bu olgu, örneğin, Macaristan, Bulgaristan, Romanya gibi ülkelerde radikal milliyetçilerin konumunu güçlendirir.
Diğer etken Avrupa toplumlarının sosyal bilincinde radikalizmin gittikçe daha fazla yer alması ile ilgilidir. Bu eğilim Avrupalılarda farklı düşününler ve başka dinlere mensup olanlara karşı olumsuz tutum oluşturuyor. Tesadüfi değil ki, son yıllarda Avrupa’da terör olayları çoğaldı. Orada insanlar sebepsiz yere okullarda, iş yerlerinde, dinlenme yerlerinde teröre başvuruyor. Sosyo-psikolojik durumu böyle olan toplumlarda bütünleşme eğiliminin baskın olması imkansızdır.
Başka nokta, Avrupa’ya komşu olan geniş bir coğrafyada Avrasya bütünleşme modelinin ileri sürülmesiyle ilişkilidir. Bu projenin gerçekleşip gerçekleşmemesine bakılmaksızın, artık insanlar AB’ye alternatif modelin mevcut olabileceğini kabul ediyorlar. Bu zeminde, Batı hayat tarzının çekicilik derecesi azalır. Örneğin, 2013 yılında ABD vatandaşlığından gönüllü feragat edenlerin sayısı 3 bini geçti. Bu insanlar buna neden olarak ülkede sosyo-ekonomik durumun kötüleşmesini gösteriyorlar.
Aynı zamanda, birtakım Avrupa devletlerinde göçmenlere karşı sert tutum giderek daha çok hissedilir. Uzmanların görüşüne göre, bu eğilim Batı toplumlarında iş gücü sayılan insanların sayısının keskin azalması ile sonuçlanabilir. Bu da otomatik olarak gerilemeye götürür.
Alternatif bütünleşme modelinin varlığı AB’yi kurumsal olarak karmaşık duruma düşürebilir. Avrupalılar Çin’in güçlenmesinden zaten çok rahatsızlar. Avrasya coğrafyasında yeni ittifakın oluşması ise bu açıdan manzarayı daha da karıştırır. Böyle bir rekabete Avrupa’nın nasıl direneceği bilinmemektedir.
Yukarıda tarif edilen senaryolar AB’nin tamamen geleceksiz olduğu anlamına gelmemelidir. Burada sadece durumun Avrupa için tam manasıyla belirsiz olduğu vurgulanıyor.
Avrupalı uzmanların kendilerinin itiraf ettiği gibi, bu mekanı sosyal, ekonomik, mali ve kültürel kriz sarmış. Bunun ne zaman sona ereceği hakkında net tahmin yoktur. Mümkündür ki, bu birlikten bazı devletler çıksın. Bu olmasa bile, AB’yi kurtarabilecek bir fikir göze çarpmıyor.
A. de Benoit’nın vurguladığı noktalar gündemde kaldıkça Avrupa Birliği süper güce dönüşemeyeceği gibi, beka meselesi de risk altında kalacaktır. Bütün bunlarla birlikte, AB’ye üye olan güçlü devletlerin inisiyatifi ele alması olasılığını inkar etmek doğru olmaz. O halde, bu örgüt farklı mekanizmalar temelinde gelişebilir. Bu eğilim, Avrupa’yı yeni bir emperyalist modele götürmesin?
Kaynak: Newtimes.az