Latin Amerika’da Simon Bolivar’ın mirasçısı olarak gösterilen Hugo Chavez gibi “efsane” bir ismin ardından Venezuela’nın ciddi bir sarsıntı geçirmesi beklenen bir gelişmeydi. Nitekim onun yönetimde bulunduğu son yıllarda dahi ülke ciddi bir ekonomik bunalım içerisindeydi ve muhalefet de yükselişe geçmişti. Chavez’in hayattayken “halefi” olarak belirlediği ve onun manevi oğlu/kardeşi olarak gördüğü Nicolas Maduro, onun ölümünün ardından devlet başkanlığı koltuğuna oturmuş ve yapılan seçimleri de kazanmış olmasına karşın ülkenin içerisine sürüklendiği ekonomik krizin olumsuz yansımalarının gün geçtikçe etkisini arttırması ve Maduro’nun Chavez’e özenerek benimsediği otoriter söylemin halkın önemli bir bölümü tarafından kabul edilmemesi, muhalefetin sokaklara dökülmesi ve güvenlik güçleri ile çatışmaya başlaması ile sonuçlanmıştır. Muhalefetin yükselen yıldızı Leopoldo Lopez’e karşı izlenen olumsuz tutum ve gösterilere katılan muhaliflerden bazılarının gösteriler esnasında öldürülmesi, Maduro’ya destek verenlerin de meydanlara dökülmesi ile birleştiği noktada ülkeyi yadsınamaz bir toplumsal/siyasal krizin içerisine sürüklemiştir.
Chavez sonrası Venezuela’da enflasyon oranlarının durdurulamaz bir yükseliş trendine girmesi ve dolayısıyla paranın değerinin düşmesi, döviz açığı ve temel tüketim maddeleri gereksiniminin karşılanamaması gibi hususlar ülkenin ciddi bir ekonomik krize saplanıp kalmasına yol açmıştır. Neredeyse tamamıyla enerjiye bağımlı bir görünüm arz eden Venezuela, dünya enerji piyasasında yaşanan dalgalanmalardan da olumsuz yönde etkilenmektedir. Son dönemde enflasyona paralel olarak işsizliğin de belirdiği ülkede halkın huzursuzluğu giderek artmakta ve Chavez döneminde uygulanmaya başlana sosyal yardımların bütçe üzerinde çok ağır bir yük oluşturduğuna dair şikâyetler de gelmeye başlamıştır. Ülke zenginlerinden ağır vergiler alınıyor olması, bu kesimin öteden beri muhalefete destek vermesine neden olmaktaydı. Ancak son dönemde hem enflasyon hem de işsizliğin yükselmesi Chavez’in uygulamaya başladığı ekonomik programa güveni sarsmış ve Maduro’ya yönelik tepkilerin de ayyuka çıkmasına neden olmuştur.
Nicolas Maduro’nun Chavez’e öykünen bir yönetim tarzını benimsemesi ve muhalefete karşı ödün vermez bir tutum sergilemeye çalışması da ülke içerisindeki gerginliği arttırmaktadır. Ancak onun farkında olmadığı ya da görmek istemediği husus, Chavez kadar güçlü ve karizmatik bir kişilik olmadığı gerçeğidir. Bu bağlamda, Maduro’nun kendi partisi içerisinde de sürekli olarak eleştirildiğini ve özellikle Chavez’in ölümünün ardından Maduro’nun liderliğini kabullenemeyen önemli bir grubun da iktidar partisi içerisindeki huzursuzluğu yansıttığı görülmektedir. Ancak parti içerisindeki Maduro muhaliflerinin son dönemde yaşanan sokak eylemleri esnasında Maduro’nun arkasında durduğunu ve iktidarın muhalefete karşı sağlam bir duruş sergilediğini de söylemeden geçemeyiz. Bu çerçevede, Chavez’in eski “dava arkadaşlarının” kol kırılır, yen içerisinde kalır şeklinde betimlenebilecek bir duruş sergilediği ortadadır.
Muhalefet ise temelde iki aktör tarafından temsil edilmektedir. Bu isimler ise Henrique Capriles Radonski ve son dönemde yıldızı parlamaya başlayan Leopoldo Lopez’dir. Chavez çizgisine karşıt olmak noktasında birleşen bu iki isim arasındaki en temel farklılık ise Capriles’in Brezilya ve Arjantin’dekine benzer sosyal-demokrat bir ekonomi programı takip etmek istemesine karşın, Lopez’in çok daha popülist bir söyleme yaslanmasıdır. Capriles, daha önce belediye başkanlığı ve valilik de yapmış tecrübeli bir siyasetçidir. 2012 ve 2013’de düzenlenen devlet başkanlığı seçimlerinde önce Chavez’e daha sonra da onun halefi ve şimdiki devlet başkanı Maduro’ya kaybetmiş olan Capriles, Nazilerden kaçarak Venezuela’ya göç eden Polonyalı Yahudi bir aileye mensuptur ancak Katolik Hıristiyan olarak yetiştirilmiştir. Önceleri Copei adlı partiye mensup olan Capriles, an itibarıyla Önce Adalet Partisi’nde siyaset yapmaktadır. Ticaret hukuku eğitimi almış olan Capriles, ülkesinin yanı sıra Hollanda, İtalya ve ABD’de de eğitim almıştır. Kendisini sosyal demokrat bir politikacı olarak gören Capriles, Brezilyalı Lula da Silva’ya hayrandır. Onun geliştirdiği ekonomi politikalarını Venezuela’da da uygulamak istemektedir. Yani pazar ekonomisi ile sosyal yardım programlarını karma bir ekonomik program çerçevesinde yürürlüğe koyma amacındadır. Şubat 2014’te başlayan sokak eylemlerine destek veren Henrique Capriles, halen muhalefetin en önemli aktörü konumundadır.
Leopoldo Lopez ise siyasal faaliyetlerini çok daha duygusal ve halk tabanlı yürütmeye çalışan ve hırçın bir toplumsal algı yaratarak Chavez’in silahı ile mevcut sistemi yıkmayı amaçlayan bir isimdir. Zaten Şubat 2014’te başlayan ve birçok göstericinin hayatını kaybetmesine de neden olan sokak gösterilerini destekleyen hatta yönlendiren en önemli isim de Lopez’dir. Bu nedenle şiddete teşvik ve kundaklama gibi iddialar bağlamında tutuklanmış durumdadır. Lopez de tıpkı Capriles gibi oldukça zengin bir aileye mensuptur. ABD’de Harvard Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi eğitimi de almış olan Capriles’in ailesi daha önce birçok kez bakanlık koltuğunda oturmuş isimlerden oluşmaktadır. İlk devlet başkanı Cristobal Mendoza’nın da üçüncü kuşak torunu olan Lopez, aynı zamanda Simon Bolivar’a değin uzatılabilecek bir aile geçmişe sahiptir. Önceleri üniversite öğretim elemanı ve Venezuela Petrol Şirketi’nde uzman olarak da çalışmış olan Lopez, daha önce belediye başkanlığı da yapmıştır. 2002 yılında Chavez’e karşı düzenlenen darbeye destek vermekle eleştirilen Lopez, 2006 yılında kamu görevinden 6 yıllığına men edilmiştir. An itibarıyla Genel İrade adlı partinin lideri olan Leopoldo Lopez genç kesimin çok sevdiği atak, hırslı ve idealleri olan politikacı tavırlarını içselleştirmiş durumdadır. Bu nedenle, son dönemde gerçekleştirilen muhalif gösterilerde liderliği devralmış ve güvenlik güçlerine bilerek/isteyerek teslim olarak aynı zamanda demokratik işleyiş anlamında sorunlu olan ülkelerde çok önemli bir unsur haline gelen “mağdur edilmiş bir lider olma” niteliğine de kavuşmuştur. An itibarıyla Leopoldo Lopez’in muhalefet ve özellikle de sokaklara dökülen göstericiler nezdindeki itibarı Henrique Capriles’den çok daha fazladır.
Venezuela’daki olayların kolaylıkla durulması beklenmemelidir. Nitekim bu ülkede Chavez yanlıları ile karşıtları arasında ciddi bir rekabet vardır ve bu rekabet toplumsal/siyasal bir kutuplaşmayı meşrulaştıran bir niteliğe sahiptir. Maduro Yönetimi’nin özellikle CNN muhabirlerini suçlayan tavrı ve onları sınır dışı etme kararı alması, mevcut iktidarın Şubat 2014’te patlayan toplumsal dalgalanmadan kimi sorumlu tuttuğunu açıkça göstermektedir. Maduro, Capriles ve Lopez’in ABD tarafından desteklendiğini ve Chavez’in reformlarına ve ekonomi programına karşı çıkan zengin aileler tarafından da ön plana sürüldüklerini düşünmektedir. Bu çerçevede, iki grup arasındaki mücadele aynı zamanda uluslararası sistem bazlı rekabetin bir parçasıdır denilebilir. Venezuela’nın Küba, Rusya, Çin ve İran ile olan müttefiklik ilişkileri ve Küba, Ekvador, Nikaragua gibi Amerikan karşıtı iktidarlara sahip olan Latin Amerika ülkeleri nezdindeki itibarı, Venezuela’daki olayların çok daha derinlikli bir rekabetin parçası olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, Venezuela’da bugünlerde yaşanan sokak gösterileri ve iktidar-muhalefet çatışmasının, yine uluslararası sistem tabanlı bir çatışma olduğunu söyleyebileceğimiz Ukrayna’daki krizden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Zira Venezuela da, tıpkı Ukrayna gibi, sistemsel bir cephe ülkesi konumundadır. Nasıl ki Ukrayna, Rusya’nın arka bahçesi olduğu için vazgeçilmez bir konumda ise, Venezuela da ABD’nin arka bahçesindedir ve geri alınması ABD için elzemdir.
Kapak Fotoğrafı: Nicolas Maduro ve Henrique Capriles Radonski
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU