Ukrayna etrafında oluşmuş jeopolitik durum meydana birçok sorular çıkarmış. Bugünlerde Amerika ve Rusya Devlet Başkanları konumlarını kanıtlamak için uluslararası hukukun norm ve ilkelerine atıfta bulunmayı tercih ediyorlar. Fakat nedense hep böyle olmuyor. Örneğin, 20 yılı aşkın bir süredir, Ermenistan Azerbaycan topraklarının bir bölümünü işgal altında tutuyor, yüz binlerce insan evinden göç ettirmilmiş, ancak büyük devletler uluslararası hukukun ilkelerinin sağlanması ile ilgili bir kez de olsun somut görüş bildirmiyorlar. Hatta böyle bir izlenim oluşuyor ki, bu sorunun çözümü sürecinde hem Eşbaşkanlara, hem de Avrupa ve Batı temsilcilerine uluslararası hukuku hatırlatmak yasaklanmış. Eğer bir araştırma yapacak olursak 20 yıldan fazla sürede Ermenistan – Azerbaycan, Dağlık Karabağ çatışmasının çözümü ile ilgili bir kez de olsun BM Güvenlik Konseyi`nin kararları veya uluslararası hukuk akla gelmiyor. Bu çifte standarttır ve bütün sonucu veya sonuçları da ortadadır.
Obama ve Putin: Karşılıklı İthamlarda Aynı Argümanlar
Ukrayna meselesi uluslararası hukukun mevcut olduğunu dünyanın büyük devletlerinin aklına getirmiş. Barack Obama ve Vladimir Putin bu kez konumlarını kanıtlamak için işte uluslararası hukuk normlarına müracaat ettiler. ABD Başkanı gazetecilere yaptığı açıklamada, “Kırım’da yapılması öngörülen referandum Ukrayna Anayasası ve uluslararası hukukun ihlali anlamına gelecektir “.
ABD Devlet Başkanı Ukrayna Başbakanı Arseniy Yatsenyuk`la görüşmesinde Rusya’yı uluslararası hukuk kurallarını ihlalde suçladı. Obama Moskova’ya karşı yaptırımların uygulanacağını belirtti. Gerçekten de, artık Washington bu yönde belli adımlar attı. Avrupa Birliği de aynı argümanlar ileri sürerek Rusya’yı suçluyor ve yaptırımlar uyguluyor.
Onu diyelim ki, Rusya tarafı da konumunu ifade ettiğinde esas olarak uluslararası hukuka atıfta bulunuyor. Başkan V. Putin Federasyon Konseyi’nde yaptığı bilinen konuşmasında birkaç kez bu konuya değindi. Rusya Devlet Başkanı Kırım Yüksek Konseyi`nin BM Şartı`na uygun hareket ettiğini kanıtlamaya çalıştı. O, ulusların kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğunu hatırlattı.
V. Putin bu başvurusunda büyük devletlerin davranışlarını nitelendiren ilginç bir noktaya da değindi. Rusya Devlet Başkanı Kosova’yı örnek vererek vurğuladı ki, 17 Nisan 2009 tarihinde ABD Kosova meselesini inceleyen Uluslararası Mahkemeye sunduğu yazılı memorandumda kaydetti: “Bağımsızlık hakkındaki bildiri iç mevzuatı ihlal edebilir (çoğunlukla böyle oluyor). Ancak bu, uluslararası hukukun ihlali anlamına gelmiyor”.
Başka bir örnek olarak V. Putin BM`nin Uluslararası Mahkemesinin 22 Haziran 2010 tarihinde aldığı karardan bir bölümü gösteriyor. Orada vurgulandı ki, “Güvenlik Konseyi`nin deneyiminden bağımsızlığın tek taraflı ilan edilmesine hiç bir genel yasak yok… Genel uluslararası hukuk bağımsızlığın ilan edilmesine uygulanabilen yasağa sahip değil”.
Böyle anlaşılıyor ki, Moskova önceden biliyordu ki, büyük devletler uluslararası hukuk kurallarını manipüle ediyorlar. Somut olarak, Kosova konusunda Batı hiçbir ihlalin olmadığını kanıtlamak için her şeyi yaptı. Örneğin, herhangi bir ülkenin iç mevzuatına aykırı olan hareketleri uluslararası hukukun ihlal edilmemesi şeklinde değerlendirmeye çalıştı.
Jeosiyaset Adil Olmayabilir Mi?
Oysa modern jeosiyasetde egemenlik meselesine hiç de sadece devletin iç kanunları bağlamında bakmıyorlar. Örneğin, insan haklarının korunmasını uluslararası düzeyde sorun olarak görüyorlar. Sebep şudur ki, şimdi milli egemenliği iç ve dış şartların aynı derecede takip edilmesi çerçevesinde sunmaya çalışıyorlar.
Buradan anlaşılıyor ki, milli egemenlik konusunda bir standart, bağımsızlığın ilan edilmesinde ise başka bir kriter uygulanıyor. Somut olarak, kimin işine hangisi geliyorsa, onu da esas alıyor.
V. Putin verdiği örneklerde işte bu tip çifte standarda işaret etti. İtiraf edelim ki, Rusya’nın Devlet Başkanı bu bölümde haklıdır. Fakat, maalesef, Kremlin de tüm durumlarda bu derecede ilkesel ve uluslararası hukuka uygun tavır almıyor. Hatta, genellikle, uluslararası hukuk normlarından konuşmuyor.
20 yıldan fazla bir dönemde Ermenistan Azerbaycan topraklarının %20`sinden fazlasını işgal altında tutuyor. İstila edilen bölgelerden yüzbinlerce insan göç ettirildi. Geçen sürede çatışmayı çözmek için AGİT`in özel grubu kuruldu. Uluslararası örgütler çok sayıda kararlar kabul ettiler. Bu belgelerde Ermenistan’ın işgal ettiği bölgelerden askeri güçlerini çıkarması talep ediliyor.
Aynı şekilde, B. Obama ve V. Putin’in Krıım`la ilgili sık sık başvurduğu BM Güvenlik Konseyi 4 karar aldı. Ancak bu belgelerde uluslararası hukuk temelinde belirtilen hükümlerin hiçbirini Ermenistan uygulamıyor. Büyük devletlerin de hiçbiri, ABD ve Rusya da dahil olmakla, Erivan`dan bunun hesabını ciddi surette sormuyor. Neden? Bu durumda hangi esasla uluslararası hukuktan konuşulabilir?
Açık deyişle, ne Amerika, ne de Rusya’nın yukarıda belirttiğimiz bağlamda uluslararası hukuktan konuşmaya hakları yoktur. Rusya kendi çıkarlarına ciddi şekilde dokunan Kırım konusunda uluslararası hukuku hatırlıyor. ABD de Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne tehlike oluştuğunda BM Şartı, uluslararası hukukun hükümlerine uymaya çağırıyor. Aksi takdirde yaptırımlar uygulayacağı ile tehdit ediyor.
Soru şudur: Neden, aynı tavır Ermenistan’a karşı tutulmuyor? Bu cüce ülkeye yaptırımlar niçin uygulanmıyor? Erivan’dan hangi nedenlerden işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çıkması talep edilmiyor? Aksine toprakları işgale maruz kalmış devlete yaptırım (907`nci ek) uygulanıyor. Görüldüğü gibi, bilinen nedenlerden dolayı, 20 yılı aşkın bir süredir, bu konuda büyük devletlerin “hafızası bozulmuş” – uluslararası hukuk kurallarını “hatırlayamıyorlar”.
Bu, her şeyden önce adaletsizliktir! Bağımsızlığını elde etmiş, uluslararası kamuoyuyla aktif işbirliği yapan, demokratik toplum kuran, uluslararası teröre karşı mücadelede dünyanın yanında bulunan Azerbaycan’ın doğal haklarını savunmama ciddi hukuk ihlalidir. Bu tür çifte standart tüm bölgelerde emsal oluşturuyor. Örnekler çoktur.
Tesadüfi değil ki, son dönemlerde hiçbir çatışma çözülmüyor. Edinilen anlaşmalar geçici özellik taşıyıp. Beklenen bir durumdur. Çünkü büyük güçler veya uluslararası hukuku kendi çıkarlarına ayarlayarak hareket ediyor, ya da kendi çıkarlarına uyğun olan “kurallara ” uygun davranıyorlar. Bu süreç birkaç on yıldır ki, devam ediyor. Ancak hiç kimse bir sonuç çıkarmıyor.
Böyle hareketlerin başka bir tehlikeli sonucu da olabilir. Örneğin, Ermeni ayrılıkçıları yeni mekirli yollara el atarlar. Onlar Dağlık Karabağ`ın yanı sıra, Cavahetiya`da da “Kırım örneği”ni bahane getirebilirler. Bunun ilk belirtileri kendini gösteriyor. Ermeni medyası aktif olarak “‘DKC’nin bağımsızlığını” ve Cavahetiya’da “kendi kaderini tayin etmeyi” tartışıyorlar. Ancak süreçlerin daha geniş mekanı kuşatması ihtimali az değildir.
Mesele şu ki, bu yaklaşım diğer devletlerde, hem de büyük devletlerin kendisinde bölücülüğün daha da güçlenmesine yol açabilir. Bu ülkelerin topraklarında yaşayan halklar “kendi kaderlerini belirlemek için ayaklanırlar”. Artık dünyanın her köşesinde insanlar uyanmışlar.
Tüm bunlar basit bir gerçeği teyit etmektedir: uluslararası hukuka çifte standartla yaklaşmak hiçbir halde dünyada sağlıklı uluslararası ortam yaratmaya hizmet etmeyecek. Bundan sadece bağımsızlığını yeni kazanmış devletler değil, en güçlü ülkeler bile zarar görecek. Karabağ’da hakkı ihlal edilmiş bir Azerbaycan vatandaşının kaderine benzer duruma, dünyanın en büyük devletlerinde yaşayanlar da düşebilir ve düşüyor da. Uluslararası ilişkilerde böyle tehlikeli süreçlere son koymanın vakti çoktan gelmiştir.
Siyaset teorisyenleri bu çok önemli savlarla ilgili defalarca, tekrar tekrar easlı görüş bildirseler de, onu yapanlar neredeyse hep jeopolitik hırsların esirine dönüşerek unutuyorlar. Sonuçta ise bu ülkeler bumerang etkisine maruz kalmaya mahkum olurlar. Peki, yirminci yüzyılın dersleri yeterli değil mi?
Kaynak: Newtimes.az