Davos Krizi ve Mavi Marmara Baskını ile Arap Baharı’nın yarattığı konjonktürel bölgesel tercihler ya da ihtiyaçlar sonucunda diplomatik ve siyasal anlamda bir krize sürüklenen Türkiye-İsrail İlişkileri, gelinen noktada bir kez daha gelişim yönünde sinyaller vermektedir. Diplomatik ve siyasal arenaya yansıyan gerginliğe ve anlaşmazlığa rağmen, askeri ve ekonomik anlamda hiçbir zaman koparılmayan iki ülke arasındaki ilişkiler, İsrail’in Mavi Marmara özrü ve aynı baskında hayatını kaybeden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ailelerine ödenecek tazminat konusunda iki ülke arasında anlaşmanın sağlanmış olması ile farklı bir boyuta taşınmıştır. Her iki ülkenın dış politika tercihlerine etki eden en önemli aktör olan ABD’nin Ankara ve Tel Aviv’e yaptığı yoğun baskının yanı sıra, bölgesel dengelerin değişim gösteriyor oluşu da Türkiye-İsrail İlişkileri’nin niteliğine ilişkin değişimi dayatan bir husus olmuştur.
İki ülke ilişkilerinin bölgesel işbirliği yönünde şekillendirilmesini tetikleyen birincil unsur, Ortadoğu’nun kuzeyinde İran’ın artan bölgesel etkinliğine karşı Türkiye ile İsrail’in kendilerini yalnızlaşmış hissediyor olmalarıdır. Nitekim İran, gerek Suriye İç Savaşı özelinde Esad Yönetimi’ne verdiği etkin destek, gerek Irak’ta nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve siyasal işleyişi koordine eden Şiiler üzerinde artan etkinliği, gerekse de Hizbullah aracılığıyla özellikle Lübnan’ı karıştırma potansiyeline sahip olması nedeniyle her iki ülke tarafından da endişeyle izlenmektedir. İran, son dönemde Hamas ile de yeniden yakınlaşarak Filistin Meselesi özelinde de söz sahibi olmak istediğini hem Türkiye hem de İsrail’e kanıtlamak istemiştir. Bu durum, dış politikasını Ortadoğu’da bölgesel bir lider olabilme hedefine yönlendirmiş ve bu amaçla İsrail’i dahi karşısına almış olan Türkiye’nin, Suriye’deki iç savaş ve Mısır’da yaşanan iktidar değişimi özelinde karşı karşıya kaldığı yalnızlığı aşabilmek ve İran’a karşı bir müttefik bulabilmek için İsrail’e yakınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Ortadoğu’da yalnız bir ülke haline gelmeyi hiçbir zaman arzulamayan İsrail de Türkiye’nin bu talebini karşılıksız bırakmayacak gibi görünmektedir.
İşbirliğinin gelişimine ilişkin ikinci önemli neden ise, İran’ın nükleer programına ilişkin olarak varılan “geçici” anlaşmanın kalıcı bir hale gelmesi durumunda, uluslararası sistem bağlamında bölgesel bir lider olarak etkinliği daha da artabilecek olan İran’a paralel olarak bölgesel etkinliği azalacak olan Türkiye ile bu ülkeden her daim tehdit algılayan ve bunu dillendirmekten hiç çekinmeyen İsrail’in aynı paydada birleşecek olmalarıdır. Türk Hükümeti aksini iddia etse de, eğer İran Krizi çözülürse, bu ülke Şiiler üzerindeki etkinliği ve enerji rezervleri ile Türkiye’den çok daha etkin bir bölgesel aktör haline gelecektir. Bu durum ise dış politikasını Ortadoğu’da bölgesel liderlik/dengeleyicilik üzerine oturtan Türkiye’yi kuşkusuz ikinci plana itecektir. İsrail, Türkiye’nin bu açmazının farkında olduğu için Türkiye ile bölgesel bir müttefiklik ilişkisi geliştirmeyi ve özellikle ABD’nin İran yaklaşımına etki edecek konsolide bir cephe geliştirmek istemektedir.
Türkiye-İsrail İlişkileri’nin işbirliği yönünde gelişmesine etki eden üçüncü önemli neden, Türkiye’nin geliştirmeye çabaladığı Türkiye-Mısır-Katar bölgesel ittifakının çökmüş olmasıdır. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesi, Katar’ın özellikle Mısır’daki askeri yönetime ilişkin olumsuz yaklaşımının Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri tarafından tepkiyle karşılanması ve Gazze’deki Hamas Yönetimi’nin de bu gelişmelere paralel olarak İran’a yönelmesi, Türkiye’yi ciddi bir bölgesel izolasyon ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu ahval içerisinde, Türkiye de geleneksel Ortadoğu stratejisini yeniden devreye sokmayı tercih etmiş ve bu bağlamda İsrail ile ilişkileri geliştirmeyi tercih etmiştir.
Dördüncü önemli neden ise Türkiye ile Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi arasında gelişen ekonomik ve enerji tabanlı ilişkilere yönelen ABD tepkisini azaltabilmektir. Türkiye, bu konuda, Kürtler ile çok iyi ilişkilere sahip olduğu bilinen ve ABD Kongresi üzerindeki etkinliği tartışılmaz bir aktör olan İsrail’in desteğini alarak, Obama Yönetimi’nin Türkiye-Kuzey Irak İlişkileri’ne ilişkin tepkisini dindirebilmeyi hedeflemektedir. Kuşkusuz bu sürecin bir sonucu olarak İsrail de Kuzey Irak’taki enerji kaynaklarından kendisine düşecek olan payı alacaktır.
2015 yılının Ermeni diasporası için çok önemli olması ve bu yıl içerisinde özellikle ABD ve Fransa olmak üzere tüm dünyada “soykırım” odaklı siyasal bir kampanyaya girişilecek olması Türkiye’yi İsrail ile yakınlaşma yönünde çaba göstermeye iten beşinci önemli neden olarak görülebilir. Nitekim Türkiye, başta ABD Kongresi olmak üzere İsrail/Yahudi lobisinin siyasal etkinliğinin ve lobi gücünün ayırdındadır. Türkiye, İsrail ile ilişkileri düzelterek Yahudi lobisini yanına çekmek ve böylece diaspora Ermenileri’nin büyük çaplı kampanyasına karşı kendisine etkin bir müttefik bulabilmeyi hedeflemektedir.
Türkiye-İsrail İlişkileri’nin yeniden gelişim evresine girmesini sağlayan altıncı önemli neden ise, Türkiye’de yaşanan toplumsal/siyasal kutuplaşmaya paralel olarak artan otoriter eğilimler ve AB üyelik sürecinden uzaklaşılması sonrasında iktidar üzerinde oluşan uluslararası baskıyı azaltabilme stratejisi ile yakından alakalıdır. Dünya basınında ve özellikle Batı dünyasında Türk Hükümeti’ne ilişkin eleştirilerin ve “eksen kayması” tartışmalarının özellikle İsrail ile yaşanan krizden sonra ayyuka çıktığını biliyoruz. Bu rahatsızlık, ülke içerisindeki muhalefet ile birleştiği noktada hükümet için kontrol edilmesi oldukça zor bir baskı haline gelmiş ve toplumsal kutuplaşma giderek konsolide olmuştur. Türk Hükümeti, kendisine yönelen eleştirileri biraz olsun dindirebilmek amacıyla İsrail ile ilişkilerini geliştirmek ve böylece başta ABD olmak üzere Batı basınındaki rahatsızlığı giderebilmek istemektedir. Ne var ki, ülke içerisinde gerginlik ve kutuplaşma bu kadar tırmandırılmış durumda iken, bu çabanın başarılı olma ihtimali oldukça düşüktür.
Görüldüğü üzere, Türkiye-İsrail İlişkileri’nde işbirliği yönlü çabaları meşrulaştıracak birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerin önemli bir bölümü de Türk Hükümeti’nin içerisine sürüklendiği bölgesel yalnızlığı biraz olsun giderebilme ve kendisine yöneltilen siyasal/yönetimsel eleştirileri susturabilme hedefi ile yakından ilişkilidir. Bu durumun farkında olan İsrail ise, Türkiye ile yeniden bir müttefiklik ilişkisi temin ederek içerisine sürüklendiği bölgesel yalnızlığı giderebilmeyi amaçlamaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU