“3. Dünya Savaşı” ve “Yeni Soğuk Savaş” gibi kavramların uluslararası kamuoyunda fısıltı halinden çok sesli olarak dillendirilmeye başlanması, aslında yeni dünyanın üzerinde şekilleneceği düzenin farklı kavram, ideoloji ve kurumlar ile tesis edilebileceğinin iması niteliğinde. Büyük dünya savaşları ve sonrasında Batı ve Doğu bloğu şeklinde iki kampın mücadelesinin adı olan Soğuk Savaş sürecinde, genel olarak ekonomik üstünlük mücadelesi ve enerji kaynakları üzerinde kontrol sağlama çabası başta yer alıyordu. Ülkeler ulusal güvenliklerini ya uluslararası kurumları yetkilendirerek, ya da işbirliği şeklinde sağlamaya çalışıyordu. Fakat tıpkı geçmişte olduğu gibi şiddet ve anlaşmazlıkların önüne geçilememiş, ünlü siyaset bilimci Hannah Arendt’in sözleriyle “şiddet, tarihin ebesi olmaya” devam etmiştir.
Dünya artık daha düz.
Aydınlanma ve modernleşme dönemi ile toplumların geriye dönüşsüz bir sürecin içine girdiklerini, artık devletlerin de bu süreç ile ilerici politikalar üretmek zorunluluğunda olduğunu biliyoruz. Yani devletler sanayileşirken, aynı zamanda toplumlar tacir haline geliyorlar. Paranın küresel anlamda ülke sınırları arasında rahat yer değiştirmesi, tıpkı Thomas Friedman’ın kitabında bahsetmiş olduğu gibi dünyayı düzleştirmesiyle, farklı coğrafyalardaki ülkeleri birbiriyle ilişkilendiriyor.
İnsanların davranış biçimlerinde reform yapmak düşseldir.
Dolayısıyla önceki çağlarda görülen işgal ve öldürme ile, yani sert güç ile güçlü ve etkin devlet olabilme imkanı yaşadığımız dönemde artık söz konusu değil. Bugünkü düzen için asıl olan öldürmek üzerine değil, bilakis başkaları ile farklı, dönüştürülmüş ilişki kurabilmek ve ortak alan tesis edebilmedir. Hatırlanacağı üzere bunun en büyük tecrübesini ABD, Afganistan ve Irak operasyonlarında yaşadı. Bu ülkelere demokrasi vaadi ile bölgeye giren Amerika, arkasında binlerce can kaybı bırakıyor, önüne geçilmez etnik ve mezhep savaşlarının fitiline de ateşlemiş olarak bölgelerden çekilmeye uğraşıyor. Sonuç olarak, Amerikan tarzı demokrasiyi tepeden inme empoze etme girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış oldu.
Siyasi tıkanıklık aşırı sağı güçlendiriyor.
Küresel ölçekte mali krizin derinden hissedilmesi, toplumların aşırı sağ ve sol uca doğru eğilim göstermelerine yol açtı. Fakat halklar arasında aşırı sağa doğru eğilimin daha fazla hissedilir olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ünlü antropolog Prof. David Harvey’e göre, siyasi tıkanıklık aşırı sağı güçlendiriyor. Bunu örneklendirmek gerekirse, Avrupa kıtasında aşırı sağ grupların eylemleri ve milliyetçi hareketlerin etkisi ülke politikalarını etkilemeye devam ediyor. Son olarak Ukrayna’daki olaylar sonrası Rusya’nın ilhakıyla yükselen tansiyon, milliyetçi politikaların güçlenmesine yol açtı. Devlet Başkanı Putin her ne kadar milliyetçi politikalara karşı olduğunu söylese de, “Rusça konuşulan her bölgeye müdahil olma hakkımız var” söyleminde bulunması bu tırmanışın açık bir ifadesi.
Bugün Rusya’nın en net düşüncesi, ABD’nin tıpkı Arap Baharı ve Ukrayna’daki Turuncu Devrim’le olduğu gibi Rusya’da da buna benzer bir hareketi başlatmanın çabası içinde olduğu. Elbette bu düşünce ile Rusya da en azından şu durumda Ukrayna sınırında NATO ile komşu olma olasılığına karşı, Kırım’ı ilhak ederek “güvenlik duvarı” oluşturmuş oldu. Neticede bundan sonrası için ABD ile Rusya arasında Ukrayna meselesi üzerinden sıcak çatışma gerçekleşmesini beklememek gerekir. Çünkü böyle bir senaryoda iki tarafın da alacağı siyasi ve ekonomik yara, Ukrayna’nın toprak büyüklüğünü de hesaba katacak olursak son derece derin olur. Hem Rusya’nın, hem de ABD’nin böyle bir askeri harcama altına girme lüksü yoktur.
Arap coğrafyasında süren istikrarsızlık ve son günlerde Ukrayna üzerinde devam eden mücadelenin ötesinde dünyanın geri kalanındaki korku ve endişe, liberalizmin gücünü kaybetmeye başlamasının işareti olabilir. Ünlü düşünürler Auguste Comte ve Saint-Simon liberalizme karşı iken, Orta Çağ’ın Kilise düzenine hayranlık duyuyorlardı. Çünkü Kilise’nin toplum üzerindeki birleştirici gücüne inanıyorlardı. Bunun doğuracağı en büyük tehlike ise toplumların aşırı “romantikleşme” eğilimi içine girmesi, yani akıldan çok duyguların ön plana çıkarılması olacak. Nazilerin de iki savaş arası dönemde yani toplumların aşırı romantikleştiği bir zamanda ortaya çıktığını unutmamak gerekir. Eğer yeni sistemler eski sistemler üzerinde kuluçkaya yatacaksa, esas amaç devletlerin çökmesini önlemek olacaktır.
Haftanın Sözü: 3. Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı’nda taş ve sopalar olacağını biliyorum. – Albert Einstein
Furkan KAYA