1707 yılından bu yana Birleşik Krallık’ın bir parçası olarak İngiliz hükümranlığı altında bulunan İskoçya’da geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen bağımsızlık referandumu sonucunda İskoçlar, “bağımsızlığı” reddetmiş ve İngilizlerden ayrılmaya hazır olmadıklarını açıkça ortaya koymuşlardır. Bu sonuç, William Wallace’ın asırlar öncesinden bugüne ulaşan “freedom (özgürlük)” haykırışının İskoçların en az % 55’i tarafından “bağımsızlık” olarak algılanmadığını gösterdiği kadar, İngilizlerin sahip olduğu uluslararası prestijin ne denli etkin ve terk edilemez olduğunu da betimlemiştir.
İskoçya’da bağımsızlık yanlısı tutumun önemli bir taraftar bulmasının arkasında yatan en önemli nedenleri gözden geçirdiğimizde, öncelikli olarak tarihsel bir boyuta eklemlenmiş İngiliz-İskoç anlaşmazlığını ve bu anlaşmazlığın İskoç ulusçuluğu üzerindeki pekiştirici yansımalarını göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. İngilizler ile İskoçlar arasındaki anlaşmazlığın ya da rekabetin gerisinde yatan en önemli unsur, iki toplum arasındaki uzun erimli mücadelenin ardından İskoçların, İngilizlerin siyasal üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmasıdır. Bu mücadele ve sonrasında gelen İngiliz hâkimiyeti, her ne kadar İskoçların toplumsal ve kültürel dokularına hemen hiç müdahale edilmemiş olsa da, İskoçların ulusal gururlarına yediremediği ve kendi topraklarındaki siyasal egemenliğini dahi İngilizlerin siyasal vesayeti altına alan bir husus olarak algılanmaktadır. İskoç ulusçuları, 307 yıl sonra dahi olsa bu vesayeti ortadan kaldırabilmek için bağımsızlık referandumu için sandık başına gitmiştir.
İskoçları bağımsızlık yönünde harekete geçiren önemli unsurlardan biri de Kuzey Denizi’ndeki petrol ve doğalgaz yataklarını kontrol altına alabilmek ve böylece bu kaynakların satışından elde edilecek geliri İngilizler ile paylaşmaktan kurtulabilmektir. Zira bu bölgedeki petrol rezervleri İngiltere’nin ihtiyacının yaklaşık % 90’ını, doğalgaz ihtiyacının ise yarısından fazlasını karşılamaktadır. İskoçya’nın bağımsız olması halinde ise, İngilizler bu kaynaklar için İskoçya’ya yüklü bir meblağ ödemek zorunda kalabilecekleri gibi, aynı zamanda İskoçlar için farklı enerji pazarlarına açılmak da mümkün olabilecektir. Ancak, bu kaynakların verimliliğinin ve ömrünün azaldığına yönelik haberler İskoçların referandumda “hayır” oyu verme yönündeki iradelerini konsolide eden nedenlerden biri olmuştur.
İskoç Hükümeti’nin Birleşik Krallık’tan ayrılma yönünde bir eylemlilik içerisine girmiş olmasının nedenlerinden biri de Londra’nın öngördüğü yüksek vergi oranlarıdır. İskoçya Hükümeti, İngiltere ile aynı çatı altında olmaktan kurtulduğu takdirde vergi oranlarının düşeceğine ve böylece iç ve dış yatırımlar noktasında daha cazip bir pazar haline gelebileceğini hesaba katmıştır. Ne var ki, İskoçların bu düşüncesi özellikle Glasgow’da bulunan ve başta finans, bireysel emeklilik ve emlak olmak üzere çeşitli sektörlerde iş yapan şirketlerin merkezlerini Londra’ya taşıyabileceklerini açıklamaları ve böylece İskoçya’nın ciddi bir gelir kaybına uğrayacağının anlaşılması ile tersine dönmüştür.
İskoç Hükümeti, bağımsızlık referandumundan “evet” oyu çıkması halinde dahi ülkenin para biriminin sterlin olarak kalacağını açıklamıştır. Ne var ki, İngiliz hükümeti, bu kararı tanımayacağını ve İskoçya ile olan parasal ve finansal işbirliğini/bağını önemli oranda kesebileceğini açıklamıştır. Bu açıklama, kararsız seçmen üzerinde ciddi anlamda etkili olmuş ve finansal/ekonomik anlamda yaşanabilecek bir kriz olasılığı İskoçların önemli bir bölümünü “hayır” oyu verme yönünde etkilemiştir. İskoçya bağımsız olması halinde dahi, gerçek anlamda bağımsızlığını eline alması Mart 2016’yı bulacaktı. Zira Edinburgh ile Londra arasındaki parasal, vergi odaklı ve yönetimsel bağların tam manasıyla bitirilmesi uzun bir süre alacaktı.
İskoçları “hayır” oyu verme yönünde etkileyen faktörlerden biri de ülkenin bağımsızlığına paralel olarak yeniden bir AB üyelik sürecine başlamak zorunda kalacak olmasıdır. Nitekim İskoçya, Birleşik Krallık şemsiyesi altında İngiltere’ye bağlı olduğu için an itibarıyla AB toprağıdır. Ancak bağımsızlığını ilan etmesi halinde bu üyelik doğal olarak sona ereceği için, İskoçya’nın AB üyelik sürecine yeniden başlaması gerekecektir. Bu durum, İskoçların önemli bir bölümü tarafından “gereksiz bir zaman kaybı” olarak değerlendirilmiştir.
İngiltere, İskoçya’nın bağımsızlığını engelleyebilmek için Başbakan David Cameron aracılığıyla Edinburgh’a daha fazla yönetimsel özerklik ve vergi avantajları sağlanacağını açıklamış ve bu yönde bir paketin hazırlanmakta olduğunu açıklamıştır. Hatta İngilizler, iktidarı ile muhalefetiyle İskoçya’ya çıkarma yapmış ve halkı “hayır” oyu verme yönünde ikna edebilmek için yoğun bir halkla ilişkiler kampanyası ve medya baskısı uygulamaya çalışmıştır. Bu kampanyanın ve verilen sözlerin İskoçlar tarafından olumlu algılandığı ve bağımsızlığın beraberinde getireceği olumsuzluklar ile uğraşmaktansa daha fazla özerklik ile yetinilmesi gerektiği yönünde bir algının oluştuğu söylenebilir. İskoçların bağımsızlığa “hayır” demeleri, İngiltere’nin, Birleşik Krallık adı altında oluşturduğu ve “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” dönemlerini yansıtan tarihsel/siyasal aidiyetinin ciddi bir zarar görmesini engellerken, bu ülkenin uluslararası prestijinin ne denli önemli olduğunu da gösteren bir örnek olmuştur. Bu prestij ya da aidiyet öyle benimsenmiş ve vazgeçilmez hale gelmiştir ki, İskoçların önemli bir bölümünde var olan bağımsızlık istemini dahi baskılayabilmiştir.
İskoçya’da düzenlenen bağımsızlık referandumundan “hayır” sonucu çıkmış olması, Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkmış bu tarz siyasal istemlerin ne tür bir sonuca evrilebileceği hususunda bir fikir veriyor olsa da, İskoçların ayrılmayı istemedikleri ülkenin İngiltere olduğunun da göz önünde bulundurulması gerekir. Nitekim uluslararası arenada bu ülkenin etkinliğine sahip olmayan ve ekonomik refah anlamında da İngiltere’nin gerisinde yer alan Avrupa ülkelerinde bu tarz girişimlerin başarıya ulaşabilme ihtimali bulunmaktadır. Örneğin, 9 Kasım 2014’te bağımsızlık yönünde bir referandum yapacağını açıklayan Katalonya’da sonuç İskoçya’nın aksine çıkabilir. Ya da orta/uzun vadede Flamanlar Belçika’dan, Bask Bölgesi İspanya’dan, Kuzey İtalya (Padania) İtalya’dan ayrılmayı tercih edebilir. Balkanlar’da da Bosna-Hersek’te ve Moldova’da bu tarz hamleler görülebilir. İskoçya’daki bağımsızlık referandumu ve bu referandumdan çıkan sonuç, 1648’de imzalanan Westphalia Antlaşması ile temellendirilen ve Fransız İhtilali ile konsolide olan Avrupa’daki mevcut siyasal yapılanmanın sorgulanmaya başlandığı gerçeğini değiştirmemektedir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU