AB Dışişleri ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, önceki gün (8 Kasım) iki günlük ziyaret kapsamında Türkiye’ye geldi. Mogherini’ye genişlemeden sorumlu AB Komiseri Johannes Hahn ile insani yardım ve kriz yönetiminden sorumlu AB Komiseri Hristos Stilianidis de eşlik ediyor. AB kanadınca son yıllarda Türkiye’ye gerçekleştirilen en üst düzey ziyaret olması ve kurumsal görev değişikliklerinin hemen ardından AB’nin yeni yüzleri tarafından gerçekleştiriliyor olması ziyareti epey anlamlı kılıyor.
Mogherini ve beraberindeki diğer AB yetkililerinin Türkiye ziyareti ve ziyaretin konu başlıkları, hem ekonomik krizden yorgun düşen AB’nin bir uluslararası aktör olarak yeni yüzlerle birlikte dış politika açısından sahaya inme çabaları adına genelde hem de Türkiye-AB ilişkileri açısından özelde önemli mesajlar ve ipuçları barındırıyor.
AB’nin dış politika profilini yenileme çabası
Yüksek Temsilcilik, AB kurumsal yapısı açısından Lizbon Antlaşması ile 2009 yılında uygulamaya konan yeni bir görev sahası. Küresel bir aktör olma iddiasındaki AB’nin genelde ‘asgari müşterekte’ uzlaşılan dış politika eylemlerinin etkinliğini artırabilmek adına önemli bir görev olarak planlanmıştı. Bu bağlamda Yüksek Temsilcilik, ulusal çıkar çatışmaları nedeniyle dış politikada tek sesli ve tek görünümlü bir Birlik olmaması eleştirilerine bir cevap olarak AB (Konseyi) Başkanlığının yanı sıra öngörülen kurumlar arasında yer aldı. Böylece AB’nin liderlik sorunsalına da etkili bir çözüm bulunacağı inancıyla yola çıkılmıştı. Ancak 2009 yılında söz konusu yeni kurumlara, çetin pazarlıklar sonucunda ‘düşük profilli’ kişilerin seçilmesi, daha en baştan eleştirilere yol açtı ve AB üyelerinin ‘birlik’ olma konusundaki zafiyetini göstermesi nedeniyle bir imaj sorunu haline geldi.[1]
AB Başkanlığına Belçikalı Herman van Rompuy seçilirken, Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi olarak İngiliz Catherine Ashton göreve getirildi. ”AB’nin zirvesinde teknokratlar” eleştirileri, üye devletlerin güçleri elinde tutma konusundaki kararlılıklarının bir göstergesi olarak sunulurken AB aslında Birlik içinde bütüncül ve etkin bir dış politika doğrultusunda ”mümkünün sınırlarını” da daha en baştan göstermiş oldu.
AB ve dış politikasının temel siyasi aktörleri açısından bu minimalist yaklaşımın, ekonomik krizin henüz başlarındaki AB için isabetli bir tercih olmadığı gerçeği zamanla kendini iyiden iyiye hissettirdi. Ekonomik kriz nedeniyle ulusal çıkarlarını öncelemeyi yeğleyen AB, dış politika kimliğini iyice aşağı çekmiş durumda. Avrupa Birliği, güncel ekonomik sıkıntıların ve beraberindeki siyasi sorunların altından kalkmaya çalışırken uluslararası alanda siyasi ağırlığı giderek azaldı. Son yıllarda uluslararası konjonktür hızla değişirken ve dünya yeni bir düzene evrilirken AB, küresel aktörlük açısından pek çok yeni teste tabi olmak zorunda kaldı; dış politikasının en zayıf yönü olan ”beklenti-kabiliyet açmazı”nı büyük ölçüde aşamadı.[2] Bugün AB, ‘Arap Baharı’ sonrası kendisine yönelen göçü yönetmede iyi bir sınav vermiyor. Keza Ukrayna krizinin yönetiminde de eli epey zayıf durumda.
Kısacası AB, yeni yüzleriyle dış politika profilini yenilemeye ve değişen uluslararası konjonktürde normatif güç iddiasını yeniden hissettirmeye hazırlanıyor. Selefi Catherine Ashton’dan görevi devralan Federica Mongherini, Ukrayna krizi ve mülteci sorunu gibi konular dâhil AB’nin karşı karşıya olduğu bir dizi soruna ilgili aktörlerle işbirliği içinde çözüm arayarak AB’nin dış politikadaki ataletini kırmayı hedefliyor. Dolayısıyla Mogherini’nin Türkiye ziyaretini de büyük ölçüde bu bağlamda yorumlamak gerekiyor. Zira Türkiye, kuzeyinde ve güneyinde yaşanan krizler nedeniyle ateş hattının tam ortasında yer alıyor ve üstelik üyelik yolunda olması hasebiyle Birlik ile azami işbirliği içinde olmayı gerektirecek şekilde AB ile hatırı sayılır -her anlamda da- bir hukuku bulunuyor.
Mogherini, Türkiye ziyareti öncesinde BBC’ye verdiği röportajda ”Suriye krizinin sadece Brüksel’den çözülemeyeceğini çok iyi biliyoruz” diyerek AB dış politikası konusunda daha aktif bir eğilime sahip olacaklarının -en azından bu doğrultuda çabalayacaklarının- sinyalini önceden vermiş görünüyor.
Ziyaretin Türkiye-AB ilişkileri açısından önemi
Mongherini ve heyetinin iki günlük ziyaretinin konu başlıkları, bölgede istikrarın sağlanmasında Türkiye’nin rolü, Türkiye’deki Suriyeli mülteciler ve Türkiye’nin AB üyelik süreci. Söz konusu başlıklar, yeni yüzlerle beraber AB’nin dış politika aktivizmi konusunda yeniden kollarını sıvamaya çalıştığı yönünde yukarıda belirttiğim tezleri önemli ölçüde destekliyor.
Ziyaret öncesi ve sırasında yaptığı açıklamalara bakıldığında Mongherini, ”AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin stratejik öneminin ve ortak menfaat ve zorluklar karşısında ilişkileri sıkılaştırarak işbirliğini artırma gereğinin” farkında. Bunun için Türkiye’nin AB rayından sapmaması öncelikli bir konu. Aslında AB’nin bu farkındalığı, geçtiğimiz Ekim ayında yayınlanan İlerleme Raporunda da söz konusu idi. Bu nedenle yolsuzluk iddialarını takiben iç siyasette yaşanan çalkantılı süreç ve sıkıntılı hukuki uygulamalar, seçim dönemine ilişkin eleştiriler ve basına sansür uygulamaları gibi konulardan duyduğu rahatsızlıklara rağmen sert bir üslupla Türkiye’yi yanından uzaklaştırmaktan çekinmişti. Zira Türkiye, AB’den uzaklaştıkça reformların yavaşladığı ve Birlik ile aynı dili konuşmakta zorlanıldığı ortada. Bu durum Türkiye’deki yerel istikrarı etkilerken dış politika da bu etkileşimden nasibini alıyor.
Sadece Türkiye açısından değil, AB açısından da aynı değerler üzerinden ve normlar penceresinden hareket edilmedikçe aynı dili konuşamamanın maliyeti gittikçe artıyor. Bu nedenle AB, Ukrayna krizi nedeniyle Rusya’ya uyguladığı yaptırımların etkinliğinin azalmaması adına Türkiye’ye bu tavrı desteklemesi için çağrıda bulunuyor. Mülteciler sorunu özelinde ortak bir eylem planı çıkarılmadığı sürece, mevcut durum her iki aktör açısından da sosyo-ekonomik handikaplar yaratmanın ötesinde güvenlik sorunu haline gelmeye başlıyor.
Bu bağlamda Türkiye-AB ilişkilerinde 2004 öncesi ve sonrası dönemde yaşanan ivmenin yeniden canlandırılması gerekiyor. Türkiye’nin son yıllarda reformlardan geriye gittiği yönünde AB içindeki eleştiriler artmış olsa da -ve hatta özellikle hukukun darbe alması gerekçesiyle ilişkilerin askıya alınması gerektiği yönünde görüşler dillendirilse de- bu defa AB, olumsuz gelişmelere rağmen yeni başlıklar açarak, reform sürecinde, ilerlemeci adımlar atması için Türkiye’yi zorlamayı deneyecek gibi duruyor.
Türkiye’nin yerelde dinginliğe olan ihtiyaca, dış politika da ise azalan etkinliğine binaen AB’nin bu yeni adımını iyi değerlendirmesi gerekiyor. Böylece belki ”AB Yılı” ilan edilen 2014 sonunda bu beyanımıza ilişkin son ama etkin bir adım atmış oluruz.
Fatma YILMAZ-ELMAS
[1] Detaylı bir analiz için bkz. Fatma Yılmaz-Elmas, “Değişen ve Dönüşen Yönleriyle AB Başkanlığı: Kurumsal Yapıda Etkinlik ve İşlerlik Sorunsalı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt. 9, No.2, s. 45-65.
[2] Bkz. Fatma Yılmaz-Elmas, ”Ukrayna Krizi: AB’nin Yeni Aktörlük Sınavı”, USAK, 20 Mart 2014.
Kaynak: Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK)