Asya’nın ve dünyanın geleceğine etki etmesi beklenen en önemli ülkelerden biri olan Japonya’da, 14 Aralık tarihinde gerçekleştirilen “genel seçimler” ve bu genel seçimlerin ardından hararetle tartışılmaya başlanan bir anayasal değişiklik, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Nitekim Japon genel seçimlerinden “sürpriz” olarak addedilecek bir sonuç çıkmamıştır, ancak tekrar Başbakanlık koltuğuna oturacak olan Shinzo Abe’nin ülkeyi yeniden silahlandırmaya ve bu silahlı gücü dış politika hamlelerinin bir uzantısı olarak kullanmaya yönelik çatışmacı bir anlayışı benimsemiş olması, gerek bölge ülkelerinin, gerekse de uluslararası sistemin geneline etki edecek büyük çaplı bir çatışmanın başlamasından korkan küresel/bölgesel güçlerin gözlerini Tokyo’ya çevirmelerine neden olmuştur.
Japonya’da 14 Aralık 2014 günü düzenlenen genel seçimlerde sürpriz sayılabilecek bir sonuç çıkmamıştır. Nitekim Başbakan Shinzo Abe’nin partisi ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkeyi ekonomik/siyasal anlamda yeniden inşa eden siyasal aktör olarak bilinen Liberal Demokrat Parti, açık ara farkla seçimleri kazanmıştır. % 48,1 oy oranı ile 291 temsilcisini Japon Diet’ine gönderen Liberal Demokrat Parti, seçimlerde çok küçük bir oy kaybına uğrayıp 3 koltuk yitirmesine karşın, en yakın rakibi Demokrat Parti’nin 2 katından fazla bir oy oranına sahiptir. Liberal Demokrat Parti, neoliberal ekonomik uygulamaları destekleyen, toplumsal/siyasal anlamda ise muhafazakar ve popülist bir aktör olarak bilinmektedir. Seçimlerde ikinci olan Demokrat Parti ise % 22,5’lik oy oranı ile 73 temsilcisini Diet’e sokmuştur. Banri Kaieda’nın liderliğinde seçimlere girmiş olan parti, daha önce 62 olan sandalye sayısını 73’e çıkarıp, 475 sandalyeli meclisteki gücünü arttırmış olmasına karşın, 2009 yılındaki seçimlerde Liberal Demokrat Parti’yi mağlubiyete uğratmayı başarabilmiş bir hareket için bu sonuç hiç şüphesiz başarısızlık olarak görülmektedir. Tam bir merkez partisi olan Demokrat Parti ile Liberal Demokrat Parti arasında dış politikaya bakış noktasında herhangi bir farklılık bulunmamaktadır. 22 Eylül 2014’te Japon milliyetçiliğine yaslanan Japon Restorasyon Partisi ile 2013’te Kenji Eda tarafından kurulmuş ve adem-i merkeziyetçilik yanlısı Birlik Partisi’nin birleşmesi ile oluşturulmuş olan Yenilik Partisi ise, Kenji Eda liderliğinde girdiği seçimlerden üçüncü çıkmış ve % 8,2’lik oy oranı ile 41 temsilcisini meclise sokmuştur. Daha önceki hükümette Liberal Demokrat Parti ile koalisyon ortağı olan ve muhafazakar bir Budist partisi olarak “dini” bir karakter taşıyan Yeni Komeito ise, yalnızca 35 temsilcisini Diet’e sokabilmiştir. Bu parti, muhtemelen Liberal Demokratlar ile olan siyasal ortaklığını sürdürecek ve hükümetin küçük ortağı olacaktır. Komünist Parti, Gelecek Kuşaklar Partisi, Sosyal Demokrat Parti ve İnsan Yaşantısı Partisi ise meclise temsilci gönderen diğer partiler olmuştur.
Bu seçimleri Japonya açısından önemli kılan en önemli husus ise, Başbakan Shinzo Abe’nin seçim kampanyası esnasında da sıklıkla dillendirdiği bir değişikliği hayata geçirmek üzere gerekli siyasal meşruiyeti sağlamış olmasıdır. Abe, Japon Anayasası’nın 9. maddesinde değişikliğe giderek, meşru savunma halleri ve barışı koruma misyonları dışında hiçbir işlevi olmayan Japon Ordusu’nu, mevcut pasif tutumundan uzaklaştırarak, büyük, etkin ve aktif bir konuma taşımayı ve ülkenin askeri gücünü dış politika uygulamalarına eklemleyecek caydırıcı bir ordu oluşturabilme hedefini hayata geçirebilmeyi hedeflemektedir. Abe’ye göre; Japonya’nın mevcut ekonomik ve teknolojik gelişmişliğine paralel olarak caydırıcı olması gereken bir ordusu olmalıdır. Ne var ki, II. Dünya Savaşı sonrası ABD tarafından oluşturulan Japonya Anayasası’na eklenmiş olan 9. madde, ülkenin askeri anlamda pasifist ve ABD’ye bağımlı bir görünüme bürünmesine neden olmuştur. İşte Abe, bu bağımlılığı ortadan kaldırabilmenin ve özellikle son dönemde Çin’in yükselişine ve Kuzey Kore’nin düşmanca adımlarına cevap verebilecek bir askeri caydırıcılığa ulaşabilmenin peşindedir. Ancak Abe’nin işi hiç de kolay değildir. Zira böyle bir değişikliğe gidebilmek için, Japon halkının çok büyük bir bölümünün onayını almak zorundadır. Liberal Demokrat Parti’ye oy verenlerin önemli bir bölümü dahi bu değişikliğe temkinli yaklaşırken, diğer partileri ve toplumun genelini ikna etmek hiç de kolay olmayacaktır. Üstelik bu değişikliğin gerçekleştirilebilmesi için, meclisin üçte ikisinin onay vermesi ve ardından düzenlenecek referandumda da halkın yarıdan fazlasının 9. maddenin değişikliği yönünde oy vermesi gerekmektedir. Çin’in son dönemde bölgede artan etkinliği, Doğu Çin Denizi’ne ilişkin olarak Japonya ile Çin’i karşı karşıya getiren Senkaku/Diaoyu Adaları sorunu, Kuzey Kore’nin düşmanca söylemleri ve Japonya’nın müttefiki olmasına karşın Güney Kore ile yaşanan Dokdo/Takeshima Adaları’nın sahipliğine ilişkin kriz, Abe’nin 9. madde değişikliğini savunurken kullandığı/kullanacağı en önemli hususlar olarak ön plana çıkmaktadır.
Japonya’nın askeri gücünü arttırmayı hedefleyen 9. madde değişikliği, bu maddeyi Japon Anayasası’na yerleştiren ABD tarafından da hararetle desteklenmektedir. Nitekim konjonktür değişmiştir ve Çin’in artan bölgesel etkinliğine karşı, ABD’nin Japonya’nın askeri gücüne ihtiyacı vardır. Teknolojik olarak gelişmiş silahlara sahip ve iyi yetişmiş askerlerden oluşan disiplinli Japon Ordusu, ABD’nin etkin bir müttefiki olarak Çin’i biraz olsun dengeleyebilecektir. Böylece Çin’e karşı bölgenin güvenliğini sağlama faturası yalnızca ABD’nin üzerine kalmayacaktır. Bu bağlamda, Abe’nin üzerinde önemle durduğu anayasa değişikliğine en fazla karşı çıkan ülke de doğal olarak Çin’dir. Senkaku Adaları’nın sahipliği ve Doğu Çin Denizi’ne ilişkin paylaşım sorunlarının yanı sıra, Japonya’nın bölge ülkeleri ile (özellikle de Çin’i çevreleyen ve Malakka Boğazı’nı kontrol eden Malezya, Endonezya, Filipinler, Tayland, Vietnam, Myanmar, vb.) olan ekonomik ilişkilerini güvenlik anlamında da ileri bir düzeye taşıması, Çin için bir tehdit ve çevrelenmişlik psikozu yaratacaktır. Güney Kore’nin, Japonya’daki anayasa değişikliği noktasında olumsuz bir tutum takınıyor oluşu ise, tarihsel süreç içerisinde Kore Yarımadası’nın, Mançurya ile birlikte, her daim Japonların işgal etmek ya da kontrol altında tutmak istediği ilk coğrafya olması ile alakalıdır. Yani Tokyo’nun askeri gücünü arttırmak yönünde hamlelerde bulunuyor olması, Seul’de de olumsuz anıların canlanmasına neden olmaktadır. Üstelik iki ülke arasında Dokdo/Takeshima Adaları’nın sahipliğine ilişkin anlaşmazlık da devam etmektedir.
Görüldüğü üzere, Japonya’da gerçekleştirilen seçimler ve bu seçimlerin ardından ülkeyi yeniden askeri bir güç konumuna getirecek anayasa değişikliğinin tartışılmaya başlanmış olması, Doğu Asya’daki dengeleri derinden etkileyebilecek ciddi birtakım gelişmelerin yaşanmak üzere olduğunu göstermektedir. Üstelik bu gelişmeler yalnızca Japonya’nın dış politikası ve komşularıyla olan ilişkilerini etkilemeyecek, Çin-ABD İlişkileri ve Doğu/Güneydoğu Asya’nın bölgesel görünümüne de ciddi anlamda etkide bulunabilecektir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU