Son zamanlarda Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin kurulmasına hizmet eden bazı etkinlikler hayata geçiriliyor. Onlar, esasen Türkiye’de düzenlenmektedir. Bilimsel konferanslarda ve sempozyumlarda halklar arasındaki dostluk konuşulur, dış güçlerin araya girmesine izin verilmemesi önerilir. Hatta büyük devletlerin kendi çıkarları için nifak tohumu serpmesine engel olunmasına da çağrı yapılıyor. İlk bakışta iyi niyet timsali gibi görünen bu olayların arkasında da yine propagandacıların olduğu anlaşılıyor. Ermeniler yine de samimi davranmıyor, Azerbaycan’ın topraklarının işgal edildiğini unutuyor, Hocalı soykırımını dile getirmiyor. Türkiye’de birbiri ardına düzenlenen bu toplantıların altında ne gibi amaçlar yatıyor?
Tarih ve Gerçek: İki Önemli Koşul
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin gergin olduğu bilinmektedir. Sözde “Ermeni soykırımı”nın yıldönümü ile ilgili olarak bu konu daha da hassas hale gelmektedir. İlginçtir ki, Türkiye tarafı Ermenilerle ilgili sıkça etkinlik düzenler. Geçen yılın sonbaharında Ankara Üniversitesi’nde Türk-Ermeni ilişkilerine dair uluslararası konferans düzenlendi. Buraya dünyanın çeşitli ülkelerinden Ermeniler davet edilmişlerdi.
5-7 Ocak’ta İstanbul Üniversitesi’nde “Türk-Ermeni İlişkileri 19-20’nci Yüzyılda” sempozyumu yapıldı. Buraya din adamları, akademisyenler, kamu kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Programda iki halk arasındaki ilişkilerin tarihi ve bugünü hakkında fikirler dile geldi. Birkaç noktaya değinildi ki, onların üzerinde durmaya ihtiyaç duymaktayız.
Türkiye Ermenilerinin Patriği Aram Ateşyan bazı yabancı ülke parlamentolarının “soykırım” meselesini gündeme almasını doğru bulmadığını söyledi. O, bunu neden şimdi yaptıklarını soruyor. Eğer bu devletler doğrudan da 100 yıl önce yaşananları “soykırım” olarak kabul ediyordularsa, şimdiye kadar bunu vurgulamalıydı. Demek ki, burada siyasi amaç vardır. Ermenilerle Türkler arasındaki ilişkilerin düzelmesini istemeyenler vardır.
İlk bakışta bunlar insancıl ve mantıklı düşünceye dayanan fikirlerdir. Gerçekten, şu anda birtakım ülkelerin “soykırım” konusunda özellikle velvele çıkarması içten değildir. Ancak mesele şuradadır ki, Ermeniler yıllardır, “soykırım” hakkındaki masalları dünyaya ilan eder. Her fırsatta gözyaşı akıtıp, Türklerin cezalandırılmasını istiyorlar.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan çeşitli uluslararası etkinliklerde defalarca bu konuda konuştu. O, hatta Türklere ağır sözlerle hakaret etmekten de çekinmedi. Ermeni siyasetçiler, aydınlar, diplomatlar fırsat buldukça 1915 olaylarını büyük resimden çıkararak, kendilerine göre olan açıdan sunarlar. 100 yıldır Ermeniler bu yönde faaliyet gösteriyor. Peki, Başpiskopos kimi eleştiriyor? Eğer söz konusu olan mantıksal ve tarihsel olarak adaletin yerine getirilmesiyse, onun her şeyden önce soydaşlarına başvurarak, saçma iddiaları bir kenara bırakmalarını teklif etmesi gerekmez miydi?
Meselenin diğer tarafı 100 yıldan da önce yaşanmış olaylara dayanıyor. Şimdi A. Ateşyan diyor ki, “nifak tohumları ekmek ayrılığı güçlendirir”. Doğru, fakat bunun kökü 300 yıl önce Batı propagandasına uyan Ermenilerin Osmanlı’ya karşı faaliyete başlamasındadır. Tarihi gerçekler gösteriyor ki, Avrupalı emperyalist güçler Osmanlı’yı dağıtmak için Ermenileri maşa olarak kullandı. Nifak tohumu daha o andan itibaren halkların arasına atıldı. Sadece birtakım devletleri kınayarak onu bugün gidermek mümkün değildir. Bunun için Ermeniler öncelikle bilinçlerini Türk-Müslüman halklara karşı olan patolojiden temizlemelidir. Ermeni ana baba çocuğuna Türk’e nefreti öğretiyorsa, hiçbir ülkenin siyasi hâkimiyeti nifak tohumunu ortadan kaldıramaz. Fakat ne yazık ki, hiçbir Ermeni aydın veya din görevlisi konuyu bu düzlemde ele almaz. Türk-Ermeni ilişkilerine dair etkinliklerde dostluktan konuşan Ermenilerin biri bile bunu yapmadı.
Başpiskopos Tatul Anuşyan şöyle sordu: “Mesele 1915’nci yıldan mı ibarettir? O yılı tarihten çıkarmak mümkün müdür?” (bkz.: Bülent Şanlıkan. Nifak Tohumu Ekmek Ayrılığı Körükler / “Akşam”, 6 Ocak 2015). Açıkça görülmektedir ki, burada satır arasında karşı tarafı suçlama var. O, bu olayları Ermenilerin toplu şekilde katli gibi sunuyor. Gerçekte ise söz konusu olan bir dünya savaşında yaşanan vahşettir. Bunu birçok halk – Türkler, Kürtler, Ermeniler ve diğerleri – da yaşamıştı. Ermeni meselesini bu genel manzaradan ayırıp, retorik soruyla hatırlamanın arkasında hangi amaçlar duruyor?
Başkasını Suçlama: İçtenlik ve Adaletin Yokluğunda
Burada başka bir nokta da vardır. Ermeniler bu toplantıda bazı dış güçlerin iki halkın arasını açtığını ayrıca kaydetti. Görünüyor ki, onlar Azerbaycan’ı da kastediyorlar. Tesadüfi değil ki, Zürih Protokolleri’nin iflasında da Azerbaycan yönetimi suçlanıyor. Ermeniler durumu öyle sunmaya çalışırlar ki, güya Türkiye ile Ermenistan Azerbaycan’ı dikkate almadan dost olmalı, Ermenistan Dağlık Karabağ’ı işgal altında tutmaya devam etmeli, Ankara ise bu meseleye karışmamalıdır.
Aslında, bu husus Ermeni basınında biraz gizlice ifade edildi. Zira İstanbul Üniversitesi’ndeki toplantıda da Ermeniler 1915 yılından bahsetmekle birlikte, Dağlık Karabağ’da yaşanan soykırımından söz eden olmadı. Neden Hocalı’da Ermenilerin insanları toplu şekilde vahşice öldürdüğü dile getirilmedi? Eğer söz konusu olan gerçek dostluk, nesnellik, adalet ve halkların kendi arasındaki sorunları çözmesiyse, bunlar söylenmeli idi. Yahut Azerbaycan’dan uzmanları davet edip, onları dinlemeli idiler. Fakat toplantının katılımcıları adeta Azerbaycan yokmuş gibi davrandılar.
Ermeniler samimi ise, toplu kıyımlara, katliamlara, soykırım olaylarına bir bütün olarak olumsuz yaklaşmalıdır. Yoksa çeşitli ibarelerle 1915 olaylarını dönemin kontekstinden çıkarıp sunmak, mevcut durumu kesinlikle değişmeyecek. Çünkü er geç gerçek yerini bulur. Azerbaycan topraklarını işgal altında tutarak Türkiye ile sınırlar nasıl açılabilir?
Böyle hissedilir ki, Türkiye’de yapılan etkinlikler insanları buna hazırlamaya yöneliktir. Fikir bildirenler genel olarak eski dostluktan, yoğun ilişkilerden konuşuyorlar. Otomatik olarak şu soru ortaya çıkar: Bu gelenek neden bozulmalıdır? Bunun için ise sınırları açmak gerekir? Fakat milyonlarca Azeri’nin yaşadığı hayat faciası, Azerbaycan devletinin toprak bütünlüğünün bozulması akla gelmez. Böyle anlaşılıyor ki, bu gibi etkinlikler daha ziyade Batı’nın siparişleri üzerine düzenlenir.
Nüfuzlu adamları tribünlere çıkarıp hümanizmden, iş birliğinden konuşturuyorlar, gerçek durum ise dikkate alınmaz. Bu eğilim giderek güçleniyor. Fakat bunun işe yaramadığı ortadadır. Peki, Türkler bu oyunlara neden giriyor? Belki düşünüyorlar ki, bu yöntemle uydurma “soykırım”ın 100’ncü yıldönümünde kendilerine karşı tepkileri azaltacaklar? Bu da boş girişimdir, çünkü tarih bu yılla bitmiyor ve Ermenilerin düşünce yapısı değişmiyor. Ermenistan devleti dış güçlerin diktesiyle hareket ediyor. Onlar her zaman Türk karşıtı kampanyalar düzenleyebilir.
Bunlardan anlaşılmaktadır ki, İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen bu etkinlik daha ziyade propaganda niteliği taşır. Burada Ermeni din adamlarının ve aydınlarının her iki halkın temsilcilerini dostluğa çağırması, çatışmalardan uzak durmaya davet etmesi söz söylemiş olmak hatırına söylenenlerdir. İnanmak zor ki, bu Ermeni bilincinde hızlı değişiklikler hayata geçirsin. Bu sebeple Türklerin dikkatli olması, bizce, daha doğru olurdu.
Şüphe yok ki, uluslar arasında sürekli düşmanlık olamaz. Her zaman barış, iyi komşuluk ortamında yaşamaya heves duymak gerekir. Ancak bu, tek taraflı olmuyor. Ermeniler de samimi olarak buna çalışmalıdırlar. İşte bu hususu şimdilik göremiyoruz.
Şimdiye kadar hiçbir Ermeni siyasetçi ve ya aydın Dağlık Karabağ’da işlenen olaylarda soydaşlarının tarihi sorumluluk taşıdığını demedi, Ermenistan’ın Türkiye ile sınırlarının açılması için işgal edilmiş topraklardan Ermenistan birliklerinin çıkarılması gerekliliğini vurgulamadı. Neden? Çünkü Ermeniler kendi çıkarları için başkalarını itham etmekten asla çekinmez.
Bu bağlamda A. Ateşyan’ın İstanbul’daki etkinlikte söylediği bir sözü ona iade etmek isteriz. O, konuşması esnasında şöyle dedi: “Yaşanmış acıların bir intikam meselesi olmasında fayda yoktur”. Öncelikle Ermeniler bunu kabul etmelidirler.
Görünür ki, bundan sonra da bu tür etkinlikler düzenlenecek, gelişigüzel sözlerle dolu konuşmalar olacak, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin çözümlenmesi için çeşitli yöntemlere girişilecek. Ancak zor ki, bu, reel durumu değişsin. Zira adalet ve tarihi gerçekler yerine gelmedikçe, yapay yollarla somut sonuç elde etmek mümkün değildir.