Birtakım uzmanlar Çin ile Avrupa Birliği arasında birlik kurulabileceğini öngörürler. Onlar, taraflar arasında ilişkilerin hızla geliştiğini vurguluyorlar. Çin’in örgüte üye ülkelerin ekonomik olarak daha ziyade inşaat sektörüne sermaye yatırdığı bildirildi. Gerçekten de, son yıllarda Pekin Avrupa’da bazı büyük projeler hayata geçirmeye başladı. AB’ye üye ülkelerde somut işler görmekle birlikte, kendi çıkarına uygun olan “İpek Yolu” güzergâhını da canlandırmaya çalışıyor. Bu sırada Çin’den Madrid’e kadar yük taşımak üzere demiryolunun inşaatına başlama planı da dikkat çekiyor. Bununla. geniş bir alanda Çin’in etki imkânı artmış olur. Tahminlere göre, Pekin bu açıdan etkinliğini daha da artıracaktır. Böylece AB-Çin ilişkilerinin gelişme dinamiği gerçek anlamda güncel görünüyor.
İlişkiler Gelişiyor: Avrupa’nın Çin’e Olan İhtiyacı
Batı’nın Rusya ile mücadeleyle meşgul olduğu bir zamanda. uzmanlar başka bir güncel meseleye dikkat çekerler. Onlar, Pekin’in oluşan durumdan faydalanarak Avrupa Birliği ile daha sıkı işbirliğini hedeflediğini belirtiyorlar. Bu doğrultuda Çin yönetimi somut adımlar da attı. Brüksel’in bu sürece yaklaşımı ise şimdilik tam olarak net değildir. Bazı durumlarda AB Çin’le ilişkileri geliştirmeye gayret ediyor, fakat karşı tarafın çıkarlarını dikte etmeye çalıştığını hisseder hissetmez tutumunu sertleştiriyor.
Böyle bir hal. Pekin’in ulusal para birimini IMF’nin rezervine dâhil edilmesini teklif etmesiyle oluşmuştu. Şimdilik ABD Doları, Euro, İngiliz Sterlini ve Japon Yeni yedek para birimi olarak kabul edilir. İlginçtir ki, AB Pekin’in bu adımını “aşağılayıcı ve kötü niyetli” olarak isimlendirdi (bkz.: Пётр Искандеров. Китай-Европа: новый альянс? (I) / Фонд Стратегической Культуры, 29 Aralık 2014). Sonuçta taraflar arasında küçük bir ticaret savaşı başladı. Ancak bunun boşuna olduğunu şimdi Brüksel de anlıyor. Burada daha çok Ukrayna krizinin derinleşmesi ve Çin’in Avrupa ülkeleri ile ikili ilişkileri artırması rol oynar.
Âdeten Çin sosyal ve ekonomik olarak inşaat sektörü ve kültürel alanlarda programların uygulanmasına öncelik verir. Bunlara ilk olarak Çin’den İspanya’ya kadar demiryolu hattının sevkiyata başlaması gösterilir. Uzmanlara göre bu, Çin senaryosu üzere “İpek Yolu”nu hayata geçirmektir ve küresel çapta değişikliklere ivme verebilir. Çünkü bu güzergâh Kazakistan, Rusya, Polonya, Almanya, Fransa ve İspanya’yı kapsıyor. İtiraf edelim ki, bu, oldukça geniş jeopolitik alandır.
Burada iki hususu vurgulamak mümkündür. Bunlardan biri genel jeosiyasetin mahiyetinin değişebilmesidir. Yani Çin örnek olarak ekonomi, enerji, ticaret ve kültür alanlarında geniş işbirliği ağı oluşturmaya öncelik vererek, Batı’nın şimdiye kadar esas kabul ettiği etki mekanizmalarının beyhudeliğini ortaya koyuyor. Dünya krizinin derinleştiği bir zamanda böyle bir adımın etkili olacağına inanılır.
Diğer husus, Avrasya bütünleşmesi düşüncesinin sadece Moskova’nın önerdiği modelle kalmayacağına emniyetin olmasıdır. Bu artık Batı’nın önerdiği bütünleşme senaryolarına ciddi alternatif olarak düşünülebilir; çünkü çok büyük bir alanda çok sayıda devletin işbirliğini sağlayabilir ve bu zaman siyasal tutum önemli bir rol oynamaz.
İlginçtir ki, bu süreç BRİCS ve ŞİÖ’nün bütünleşme sürecinin derinleşmesi zemininde oluşur. Bu bölgesel örgütler gelecekteki küresel işbirliği modellerinin temeli olabilir mi? Şimdilik bu soruya cevap verilmese de, bunların ortaya çıkışı başlı başına birtakım gelişmelerden haber verir. ABD’nin dünyanın çeşitli bölgelerinde gözlenen savaşlarda adının anılması, Çin’in önerilerinin gerçekleşme şansını artırıyor.
Olgular gösteriyor ki, Pekin sadece öneriler öne sürmekle kalmayıp, pratik adımlar da atıyor, çeşitli projeleri gerçekleştiriyor. Aynı zamanda, stratejik önemde programlar da ileri sürüyor. Örneğin, 2011 yılında Çin AB’yi finans krizinden kurtarmak için 100 milyar dolar yardım teklif etmiş (bkz.: önceki kaynağa), karşılığında ise kurumdan bazı tavizler istemişti. Doğrudur, Brüksel bu teklife olumlu tepki vermedi, ancak taraflar arasında ticaret hacmi hızla gelişmeye başladı.
2013 yılında AB’nin Çin’le dış ticaret hacmi 428,062 avro düzeyindeydi. Bu, Avrupa Birliği’nin ABD ile arasındaki ticaret hacminden biraz az olsa da, Pekin Avrupa’dan mal ihracatında Amerika’nın önündedir ve bu eğilimin artacağı tahmin edilir.
Ekonomik Projelerden Jeosiyasete: Pekin Temkinli Davranıyor
Bunlardan başka, Çin Avrupa ülkelerinde büyük projeleri finanse etmeye başladı. Belgrad-Budapeşte arasında hız yolunun yapımını Çin şirketi gerçekleştiriyor. Doğu Avrupa ülkelerine Pekin 10 milyar dolarlık kredi ayırma kararı aldı. Romanya, Sırbistan, Polonya, Yunanistan ve diğer AB ülkelerinde Çinli şirketler büyük sermaye koyarak, programlar gerçekleştirirler. Ana nokta, bu düzlemde Çin’in Avrupa ülkeleri ile ilişkilerinin her yıl genişlemesidir. Artık milyarlarca dolar değerinde Çin yatırımı AB üye devletlerine yatırılmıştır.
Bu süreç Avrupa Birliği kapsamında sıkıntıların artmasıyla bir arada oluşur. İşsizlik seviyesi burada hissedilecek derecede azalmaz. Sosyo-ekonomik alanda gelişme gecikir, bazı durumlarda ise daralma gözlenir. Örneğin, Almanya gibi güçlü ekonomisi olan bir devlette 2013 yılından itibaren “teknik duraklama” gözleniyor. Sanayi sektöründe yeni teknoloji siparişleri azalır. 2014’te bu eğilim daha arttı.
Alman uzmanlar düşünüyorlar ki, milli ekonomi daha uzun süre aşağı seviyede gelişecektir. Bu, genel olarak AB için ciddi tehlike sayılır. Örgütün diğer ülkelerinde durum daha ağırdır. Mesele sadece ekonomik verilerle de sınırlı değil. Toplumun sosyo-psikolojik durumu da ağırlaşır. Gençler radikal ve aşırı gruplara daha fazla eğilim gösterir. Onlar arasında uyuşturucu kullanımı geniş şekilde yayılmaya başladı.
Buna uzmanlar sebep olarak ABD’nin talebi ile Rusya’ya karşı yaptırımların uygulanmasını da gösterirler. Böyle anlaşılıyor ki, Çin’in Avrupa Birliği ülkeleri ile ilişkilerini genişletme stratejisinin çok çeşitli nedenleri vardır. Rusya faktörü de buraya dâhilse, o zaman bu, AB için daha karmaşık bir durumun ortaya çıkması demektir. Bu, onu Çin’e daha bağımlı duruma düşürebilir.
Mesele Ukrayna krizi ile sıkı sıkıya bağlıdır. Avrupa Kiev’i elden bırakmak istemiyor. Moskova’nın da geri çekilme gibi bir planı yoktur. Ancak bu iki güç arasında mücadele sertleştikçe, Çin’in etkinliği de artıyor. Bu durumda Brüksel için Rusya’dan daha güçlü bir rakip ortaya çıkar. Bu çelişkili durumda Avrupa Birliği nasıl davranmalıdır?
Görünür ki, Brüksel bu meselenin üzerinde çok düşünmek durumunda kalacak. Pekin ise sabırla planlarını gerçekleştirme yönündeki adımlarını sürdürüyor.
Bunlar gösteriyor ki, Çin’in AB ile artan ekonomik-ticari ilişkiler kurma yönünde gerçekleştirdiği programlar ortaya güvenlik faktörünü da çıkarıyor. Batılı uzmanlar bununla ilgili çok sayıda riskin kendini gösterdiğini vurguluyorlar. Onların sırasında IŞİD gibi terör örgütleri ile birlikte, Çin’in mevcut krizden yararlanarak, Batı’ya kendi çıkarına uygun güvenlik modelleri teklif edebilmesi de gösterilir (bkz.: Charles Doran, Jakub Grygiel. Rethinking European Security / “The National Interest”, 29 Aralık 2014). Hatta ABD’nin tüm bunları dikkate alarak Rusya’ya Avrasya coğrafyasında belli ölçüde serbest faaliyet imkânı verebileceği yazılıyorlar.
Tabii ki, dünyada her şey ABD veya Çin’in elinde değildir. Fakat yukarıda tarif edilen durum onu gösteriyor ki, Pekin peş peşe, inatla küresel ölçekte nüfuzunu arttırmaktadır. Bunun AB’yi de kapsadığı görülmektedir. Şimdilik onlar arasında herhangi bir birliğin oluştuğunu söylemek zor. Aynı zamanda, süreçlerin belirli bazı senaryolara uygun olması durumunda bunu göz ardı etmek de doğru olmaz. Bu açıdan Çin’in Batı ile ilişkilerinin kaderi büyük ilgi uyandırıyor.
Burada Rusya faktörünü bir kenara koymak olmaz. Moskova dünyada güçlü bir konuma sahiptir. Onun Çin ile büyük işbirliği anlaşmaları vardır. Esas nokta şudur ki, Pekin dünya liderliğini hedefliyor ve bu yolda hiç kimseye taviz vermek istemiyor. Dolayısıyla Brüksel ile ilişkileri genişletme planından, AB’nin endişe duymasının tamamen esası vardır.