Sosyalizm, anti-emperyalizm ve Latin ulusçuluğunun bir araya getirilmiş hali olarak görülen Bolivarcılığın üzerine Amerikan karşıtlığı ve otoriter yönetim kalıplarını eklemleyerek Hugo Chavez’in kişisel karizması ekseninde kurgulanmış olan Yeni-Bolivarcılığın en önemli temsilcisi olarak görülebilecek Venezuela’da, son günlerde ciddi bir toplumsal/siyasal gerginlik yaşanmaktadır. Öyle ki, Chavez’in ölümünün ardından yerini alan ve 2 yıla yaklaşan Başkanlık deneyiminde toplumsal huzursuzluğu yansıtan gösteriler, muhalefetin ortaya attığı yolsuzluk iddiaları, meşru muhalefeti devlet gücüyle bastırmak ve dayanılmaz hale gelen ekonomik sorunlar ile yüzleşmek zorunda kalan Nicolas Maduro, “manevi babası” olarak gördüğü Chavez’in etkin bir şekilde kullandığı bir metoda başvurmuştur. Bu metod ise, Türkiye siyasetinden de aşina olduğumuz “darbe iddiası”dır.
Venezuela’da yaşanan sorunların arkasında yatan temel neden ekonomiktir. Nitekim ülke ekonomisi neredeyse tamamen petrol satışından (ihracından) elde edilen gelire bağımlı ve rantçı bir niteliğe sahip olduğu için, ABD’nin özellikle Rusya’yı Ukrayna meselesinden dolayı cezalandırmak amacıyla müttefikleri ile birlikte giriştiği enerji fiyatlarını aşağı çekme girişimi, Caracas’ı oldukça olumsuz yönde etkilemiştir. Nitekim Chavez’in sosyal yardım programları ve sübvansiyonlara önemli bir toplumsal/siyasal meşruiyet atfeden ekonomi programını uygulayabilmek için, hükümetin, yüksek enerji fiyatları üzerinden elde edilecek gelire ciddi anlamda ihtiyacı vardır. Chavez’in ardından Maduro’nun da uygulamaya çalıştığı ve toplumun alt katmanları nezdinde Yeni-Bolivarcılığın (Chavez’in yönetim anlayışı) siyasal meşruiyetini sağlayan sosyal yardım programları ve sübvansiyonların tamamen ya da kısmen kesilmesi ya da bir süreliğine durdurulması halinde, Maduro’nun iktidarda kalmasının çok zor olduğu görülebilmektedir. Nitekim 2 yıla yakın bir süredir, Venezuela’da ekonomik görünüm oldukça bozulmuş durumdadır ve Maduro, devleti iflasa sürükleyebilecek bu yardım programını devam ettirebilmek ile iktidarını koruyabilmek ikilemi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu yıl % 7’lik bir küçülmeye uğraması beklenen, temel tüketim maddelerinin bulunamaz hale gelmesi nedeniyle belli semtlerde ya da şehirlerde marketlerin önüne yerleştirilen askerler/güvenlik kuvvetleri eliyle halka dağıtım yapılmaya başlanan, 2013 ve 2014 yıllarında dünyanın en yüksek enflasyon rakamlarının görüldüğü, işsizliğin dramatik bir şekilde arttığı ve buna paralel olarak suç oranlarının yükseldiği bir ülkede, toplumsal/siyasal huzursuzluğun artmaması ve muhalefetin güçlenmemesi beklenemez. Bu nedenle Devlet Başkanı Maduro, halkı yanında tutabilmenin ve muhalefeti belli bir çizginin ötesine geçmekten alıkoymanın en önemli unsurunun çoğunluğu oluşturan toplumun alt ve orta katmanlarına yönelik yardım ve sübvansiyonları uygulamaya devam etmekten geçtiğini gördüğü için, sürekli olarak kaynak arayışındadır. Bu bağlamda, Venezuela’nın son dönemde yakınlaştığı en önemli ülke ise Çin olmuştur. Öyle ki, iki ülke arasındaki yakınlaşma çerçevesinde Çin, Venezuela’ya milyarlarca dolarlık borç ve hibe programları ile yardımda bulunurken, bunun karşılığında bu ülkenin sadakatini ve gelecek yıllarda çıkaracağı petrolü satın almaktadır. Yani Çin, Venezuela özelinde geleceğe yatırım yapmakta ve Latin Amerika’ya Maduro’nun Venezuela’sı üzerinden girmeye çalışmaktadır.
Bu ülkede yaşanan toplumsal huzursuzluğun önemli sebeplerinden biri de, Nicolas Maduro’nun kişisel karizmasının Hugo Chavez’in çok gerisinde kalması ve iktidarı elinde tutan grup içerisinde dahi Maduro’nun Venezuela’yı yönetebilmek için yetersiz olduğunu düşünenlerin bulunmasıdır. Chavez’in seçtiği isim olarak ciddi bir prestije sahip olsa da, Chavez’in yakın çevresinde bulunanların önemli bir bölümü, onun hastalığı nedeniyle sağlıklı bir karar veremediğini ve eski bir “otobüs şoförü” olan Maduro’nun, Latin ulusçuluğunun temsili ve Amerikan karşıtlığı noktasında sembol bir ülke haline gelen Venezuela’yı yönetecek bir kapasiteye sahip olmadığını düşünmektedir. İktidarı elinde tutan grup içerisindeki bu çatlak henüz tam manasıyla gözler önüne serilmese dahi, önümüzdeki dönemde Maduro’nun karşısına çıkabilecek en önemli sorunlardan biri haline gelebilir.
Venezuela’yı sallayan toplumsal/siyasal huzursuzluğun belki de en önemli nedeni, Maduro’nun liderliğini yaptığı, otoriter yönetim kalıplarına eklemlenmiş ve ABD karşıtı Yeni-Bolivarcılığın (Chavez’in mirası), muhalefeti, ABD ile işbirliği yapmak ve sosyalizmi ortadan kaldırmak hedefiyle halkı ayaklanmaya teşvik etmek ile suçlamasıdır. Hükümet, bu suçlama çerçevesinde muhalefetin en etkin ismi haline gelen ve halk nezdindeki meşruiyeti % 50’lere varan sosyal-demokrat çizgideki Genel İrade Partisi lideri Leopoldo Lopez’i Şubat 2014’teki sokak gösterilerini kışkırtmakla suçlamış ve hapse atmıştır. Lopez’in ABD’de eğitim almış olması ve Chavez’in (daha sonra da Maduro’nun) politikalarını ciddi anlamda eleştirip, piyasaya daha fazla alan açılmasını savunması, hükümetin onu ABD yanlılığı üzerinden yaftalamasına olanak sağlamıştır. Ne var ki, halen Lopez’in toplumsal meşruiyeti % 50’lere yakındır. Buna karşılık, Devlet Başkanı Maduro’nun toplumsal meşruiyeti % 30’ların da altına inmiştir. Yani yapılacak serbest bir seçimde, Lopez’in Maduro’yu mağlup etmesi yüksek bir ihtimaldir. Benzer bir durum, Leopoldo Lopez’in eski müttefiki ve 2012 ile 2013 seçimlerde önce Chavez’e, daha sonra da Maduro’ya karşı yarışmış ve özellikle son seçimde yalnızca % 1,5’lik oy farkıyla Maduro’ya kaybetmiş Miranda Valisi ve Önce Adalet Partisi lideri Henrique Capriles Radonski için de geçerlidir. Capriles, Lopez gibi sokakları mesken tutmuş bir isim olmasa da, sakin tavırları, iş dünyası ile olan yakın bağlantıları ve dengeci bir dış politika anlayışı çerçevesinde ABD ile işbirliğini önceleyen bir ilişki kurulması yanlısı tutumuyla dikkat çekmektedir. Henrique Capriles, Maduro’ya karşı kaybettiği 2013 seçimlerinde, Chavez yanlısı seçim komisyonu ve genel olarak devlet bürokrasisinin yolsuzluk yaptığını iddia etmekte ve sonuçları tanımamaktadır.
Ekonomik ve toplumsal/siyasal sorunlar nedeniyle köşeye sıkışmış olan Maduro, Şubat 2014 içerisinde Latin Amerika ülkelerinde ve Türkiye’de oldukça aşina olduğumuz bir açıklamada bulunarak, kendi iktidarını toplum nezdinde meşrulaştırıp, güvenlikleştirmek istemiştir. Buna göre, Hava Kuvvetleri’nden orta ve alt türbeli subaylar, çeşitli siyasetçiler, gazeteciler ve bürokratlar ile işbirliği yaparak ve ABD’nin de verdiği operasyonel/siyasal destek çerçevesinde Venezuela Hükümeti’ne karşı “darbe” girişiminde bulunmuşlar ve Kolombiya’nın da lojistik destek vereceği bu darbe girişimi son anda önlenmiştir. Maduro, Capriles ve Lopez’in de bu girişime destek verdiğine dair imalarda da bulunarak, bu isimlerin siyasal meşruiyetlerine gölge düşürmeye çalışmıştır. Darbe girişimi çerçevesinde, subayların yanı sıra Caracas Belediye Başkanı muhalif siyasetçi Antonio Ledezma da tutuklanmıştır.
Latin Amerika’ya dair uzunca bir süre “erken kalkan generalin darbe yaptığı” ülkelerden oluştuğuna ilişkin şakayla karışık söylemlere konu olduğu dikkate alındığında, mevcut toplumsal/siyasal huzursuzluk da bir veri iken, Venezuela’nın bir darbe girişimine sahne olması hiç de sürpriz olmayacaktır. Üstelik Bolivarcı bir söylemi benimsemiş ve ABD karşıtlığı noktasında sembol bir aktör haline gelen bu ülkede ABD destekli bir darbe girişimi olasıdır. Ne var ki, ekonomik anlamda ciddi sorunlarla karşı karşıya olan, prestiji dibe vurmak üzere olan bir lidere sahip ve kendi meşruiyetini sağlayabilme hususunda en önemli kozu komundaki sosyal yardım programlarını dahi uygulayamaz hale gelen Venezuela hükümetinin, kendi devamlılığını sağlayabilmek ve halkın darbe girişimine tepkisi üzerinden meşruiyetini arttırabilmek amacıyla Hugo Chavez döneminde de zaman zaman kullanılan darbe söylemini sahiplenmesi ya da kullanması ciddi bir olasılıktır.
Enerji fiyatlarında dramatik bir artış yaşanmadığı, Nicolas Maduro’nun halk nezdindeki prestijini ciddi anlamda arttıracak bir siyasal gelişme olmadığı, ABD’nin Venezuela’ya ya da Maduro’nun Washington’a olan yaklaşımı değişmediği ve muhalefet mevcut konumunu koruyup, güçlenmeye devam ettiği müddetçe, Caracas sokaklarındaki gerginliğin ve tansiyonun yatışması pek de mümkün görünmemektedir. Çin’in de ekonomik anlamda müdahil olduğu ve adeta Maduro yönetiminin arkasındaki esas güç haline gelmeye başladığı dikkate alındığında, Venezuela’nın yakından takip edilmesi bir zorunluluktur. Zira bu ülkedeki gelişmeler, Bolivarcılığa yaslanan Ekvador ve Bolivya gibi ülkelerle, son dönemde ABD ile arası pek iyi olmayan Arjantin ve Brezilya’ya da dış politika anlamında olumlu ya da olumsuz etkide bulunabilecektir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU