Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) İşletme ve Ekonomi Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ulvi Keser’in 2006 yılında IQ Kültür Sanat Yayıncılık tarafından basılan “Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı (1950-1963)” adlı kitabı[1], bu konuda yazılmış az sayıdaki bilimsel eserden biri olarak dikkat çekiyor. Daha çok bir tarihçi gözüyle ve olayların tanıklarıyla yapılan mülakatlar ve ayrıntılı bir literatür taraması sonrasında yazılan bu eser, bu nedenle özel bir ilgiyi hak ediyor. Bu yazıda, 640 sayfalık bu kapsamlı kitapta anlatılan konuları, bu meseleyi hiç bilmeyen ya da üstünkörü bilgilere sahip olan genç okurlarımız için kısaca özetlemeye çalışacağım.
Prof. Dr. Ulvi Keser ve Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci
Geçmişten Günümüze Kıbrıs
Kıbrıs adının nereden geldiğiyle ilgili farklı teoriler bulunmaktadır. En yaygın görüşler; Kıbrıs’ın adını “kına çiçeği” olarak da bilinen Kypros’tan, mitolojideki Kiniros’un kızından, aşk tanrıçası Kipris’ten, Kıbrıs’ta bolca bulunan ve tuzlandıktan sonra kuruması için bir ahır kapısına gerilen öküz derisine benzetilen Kypros bitkisinden ya da “bakır” anlamına gelen Latince “Cuprum” kelimesinden aldığı şeklindedir. Adının kaynağı ne olursa olsun, Kıbrıs, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik konumu itibariyle tarih boyunca önemli bir ada olmuştur. 9251 km2’lik yüzölçümü ile Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya’dan sonra üçüncü, Doğu Akdeniz’in ise en büyük adası olan Kıbrıs, çok eski ve zengin bir tarihe sahiptir. Geçmişte Fenikeliler, Egeliler, Frenkler, Venedikliler ve daha birçok kavim tarafından zaman zaman yerleşilen ve çok çeşitli uygarlıkların kaynaştığı bir alan olan Kıbrıs’ın tarihi, Osmanlı İmparatorluğu’nun adayı 1571 yılındaki fethinden sonra değişmiştir. Osmanlı fethi sonrası adaya Anadolu’dan Türk nüfus getirilirken, Rumlara inanç-ibadet özgürlüğü verilmesi ve o dönem için ileri bir medeniyet olan Osmanlıların adada hakimiyet kurması, adanın cazibesini ve ekonomik yaşamını canlandırmıştır. Millet sistemine dayalı olan Osmanlı yönetimi, ilerleyen asırlarda İmparatorluğun kendisini yenileyememesi nedeniyle giderek zayıflamış ve o güne kadar birbiriyle çok kaynaşmadan ancak barış içerisinde yaşamayı başarmış Kıbrıslı Türk ve Rum toplulukları da karşı karşıya getirmiştir. Nitekim 1877 Nisan’ında Türk-Rus Savaşı’nın (93 Harbi) başlamasıyla beraber “balayı dönemi” biter ve Yunanistan’ın birkaç on yıl önceki bağımsızlığından da ilham alan Rumlar, hızla adada kendi yönetimlerini kurmak için çalışmalara başlarlar.
Kıbrıs
Kıbrıs’ta İngiliz İdaresi
19. yüzyılın süper gücü olan Britanya İmparatorluğu, Akdeniz ticareti ve jeostratejik mücadelesi konusunda Kıbrıs’ın anahtar konumda olduğunun farkındadır. Bu nedenle 93 Harbi sonrasında Osmanlı ve Rusya arasında imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması sonrasında Rusların İstanbul’a doğru ilerleyişini önlemek maksadıyla Osmanlı Devleti’ne yardım eder ve karşılığında da Kıbrıs’ın geçici olarak kendilerine verilmesini teklif eder. 4 Haziran 1878’de Hariciye Nazırı Safvet Paşa ve İngiliz elçi Ostan Henry Layard arasında Yıldız Sarayı’nda imzalanan 23 maddelik iki anlaşma ile, yıllık 92.986 sterlin kira karşılığında Kıbrıs adası İngilizlere kiralanır. Ancak İngilizler, bu parayı da Kıbrıs’tan toplayıp öderler. İngilizlerin adaya gelmesi, Rumların da Yunanistan’la birleşmeyi öngören “enosis” politikalarına hız vermelerine yol açar. İngilizler, adada Türk memurları görevlerinden uzaklaştırarak, Rumları ön plana çıkaran yeni bir idare sistemi kurarlar. Zamanla Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu ile karşı saflarda yer alan İngilizler, adayı artık kendi toprakları olarak görmeye başlar. Bu durum, Lozan Anlaşması sonrasında 10 Mart 1925 tarihinde İngiliz Kralı V. George’un Kıbrıs’ı bir koloni toprağı haline getirmesiyle resmi bir statü de kazanır.
İngiliz idaresi döneminde İngilizlere karşı daha saldırgan ve bağımsızlık yanlısı olmalarının da etkisiyle olsa gerek, Rumlar net bir şekilde korunur ve devlet hizmetleri Rumlara ağırlık verilerek gerçekleştirilir. 21 Ekim 1931’de ilk Rum ayaklanması gerçekleşir. İsyan bastırılır, ancak isyan nedeniyle yalnızca Rumlar değil, Türkler üzerinde de büyük bir İngiliz baskısı kurulur. İngilizler adada, klasik “böl ve yönet” politikalarına ek olarak, toplumları pasifleştirmek için dindarlaştırma siyaseti de güderler. Özellikle Kıbrıslı Türklere yönelik Türklük bilincinin kaybolması için İslamlaştırma politikaları uygulayan İngilizler, Türk bayraklarını yasaklar ve Türk isimli okulları İslam ismiyle donatarak ve Cuma namazlarında İngiliz muhibi hocalardan siyasi mesajlar içeren vaazlar dinleterek, Kıbrıslı Türklerin Türk kimliğini zayıflatmaya çalışırlar. 16 Ağustos 1960 tarihinde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin üçlü garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra dahi bu politika devam eder.
İngiliz idaresi dönemindeki bir diğer önemli olay ise 1950 plebisitidir. Yalnızca Kıbrıslı Rumların katıldığı ve geçerlilik kazanmayan plebisit, Rumların “enosis” fikrine odaklandıkları ve Türkleri artık düşman olarak görmeye başladıklarının ispatı olmuştur. Bu dönemden itibaren, Kıbrıs Sorunu artık Türk-Yunan ilişkilerini de bozmaya başlayan önemli bir mesele haline gelecektir. Nitekim 16 Ağustos 1954 tarihinde Başbakan General Aleksandru Papagu imzalı bir dilekçe ve Dışişleri Bakanı Stefan Stefanopulos başkanlığında bir heyetle self-determinasyon hakkı için Birleşmiş Milletler’e başvuran Yunanistan, artık Kıbrıs Sorunu konusunda ileri hamle yapma kararı almış ve Doğu Akdeniz’de dengeleri kendi lehine değiştirecek revizyonist bir politika izlemeye başlamıştır. Yunanistan yayılmacı enosis politikasını gizlemek için, zaman zaman self-determinasyon kartını oynamakta, ancak temelde Kıbrıs ve Yunanistan’ın birleşmesini savunmaktadır. Kıbrıslı Rumlar da o dönemde yaygın şekilde bu görüşü desteklemektedirler. Bunun üzerine, 1955 yılındaki Londra’da düzenlenen konferanstan başlayarak, Türkiye de Kıbrıs Sorunu’na müdahil olmaya başlamıştır. Adanın önceki yöneticisi durumunda olan Türkler, İngiliz idaresinin kalkması halinde Kıbrıs’ın kendilerine verilmesi gerektiğini savunmaya başlar. Bu durumun doğal sonucu ise, İngilizlerin arabulucu olarak Kıbrıs’ta yeniden avantajlı bir konuma gelmesidir. 1955 yılından itibaren Rumların EOKA adlı bir terör örgütü kurması ise, hem İngilizleri, hem de Kıbrıslı Türkleri oldukça rahatsız edecek ve adada hareketli günlerin başlamasına neden olacaktır. George Grivas ve Nikos Sampson liderliğindeki EOKA’nın terör faaliyetlerine başlaması, kuşkusuz Kıbrıslı Türkleri de canlarını korumak için organize olmaya itecektir. İşte TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı), böyle bir ortamda doğacaktır…
Kıbrıslı Türklerin İlk Örgütlenme Faaliyetleri
Rumların artan saldırıları karşısında, Kıbrıslı Türkler TMT öncesinde de örgütlenme çalışmalarına girişmişlerdir. Örneğin, Kıbrıs Türk Fedailer Birliği, bu tarz amatör girişimlerin ilk örneklerindendir. Daha çok Rum çocuklarla kavga etmek ve duvarlara “Kıbrıs Türk’tür, Türk Kalacak” yazmak gibi faaliyetler yapan Kıbrıs Türk Fedailer Birliği’ni, biraz daha profesyonel bir örgütlenme olan Karaçete izlemiştir. Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş gibi toplum önderlerinin çıkmasıyla bu dönemde milli duyguları kabaran Kıbrıslı Türk gençler, Türk bölgelerinde yaşayan Rum aileleri geri göndermek için onları taciz etmek ve Rum dükkanlarını yağmalamak gibi başıbozuk eylemler içerisine girerler. Bu nedenle KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da, Karaçete’yi Milli Mücadele açısından olumsuz bir örgüt olarak değerlendirmiştir.
Dr. Fazıl Küçük
Kıbrıslı Türklerin ilk ciddi örgütlenmesi ise Volkan olmuştur. Kıbrıs Türk’tür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük’ün gayretleriyle kurulan Volkan, İttihat ve Terakki’nin çağdaş bir versiyonu olarak yorumlanabilecek, ancak daha çok mahalli örgütlenmelerle sınırlı kalan bir gizli teşkilattır. Açılımı, “Var Olmak Lazımsa, Kan Akıtmamak Niye” olan Volkan örgütü, Fazıl Küçük’ün yanısıra Şakir Özel ve Kemal Mişon gibi kişilerce kurulmuştur. Lefkoşa Polis Merkezi’nde silah ambarından sorumlu olarak görev yapan Mehmet Hıfzı Işıltan ise, örgüte silah temin eden ve lojistik destek sağlayan kişidir. Volkan, kurulduktan kısa bir süre sonra halka mücadele azmi ve umut aşılayan bildiriler yayınlamaya başlar. Volkan’ın eylemleri, daha çok bildiri dağıtmak düzeyinde kalmıştır. Rumların Türkleri öldürdüğü olaylar sonrasında birkaç bombalama eylemi de düzenlenmiş, ancak TMT’nin örgütlü mücadele yapısına asla ulaşılamamıştır.
Volkan sonrasında kurulan bir diğer örgüt ise 9 Eylül’dür. Ulus Ülfet, İsmail Beyoğlu, Kubilay Altaylı ve Mustafa Ertan Celal gibi Lefkoşa’nın tanınmış ailelerine mensup iyi eğitimli gençlerce kurulan bu örgüt, amatör olmasına karşın bu yönüyle Karaçete’den ayrılır. Ancak bu gençler, bir Rum saldırısı sonrasında Rumlara karşılık vermek için bomba hazırlarken amatörlüklerinin kurbanı olur ve patlama nedeniyle trajik bir şekilde hayatlarını kaybederler.
9 Eylül’den sonra, Rum terörünün daha da azmasından endişe eden İngilizler, Kıbrıslı Türklerin de dahil olduğu komando ünitesini devreye sokarlar. Zira şu da bir gerçektir ki; EOKA’nın hedefinde Kıbrıslı Türkler kadar, hatta onlardan da fazla İngilizler vardır.
Bu güvenlik örgütlenmeleri dışında, Kıbrıslı Türkler TMT öncesinde çeşitli sosyokültürel ve sosyoekonomik örgütlenmelere de girişmişlerdir. Bu örgütlenmeleri tasarlayan ve icra edilmesine önayak olanlar, daha çok Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş olmuştur. Örneğin, ekonomik açıdan geride olan Kıbrıslı Türklerin toparlanması adına başlatılan “Türk’ten Türk’e Kampanyası”, Türk tüccar ve zenginlerin doğmasına yol açan bir ekonomik seferberliktir. Karma köylerde Türklüğün kaybolmaması adına başlatılan “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası da, Kıbrıs’ta azınlık durumundaki Türklerin birliğini sağlamaya yönelik önemli bir sosyokültürel faaliyettir.
Rauf Raif Denktaş
TMT’nin Kıbrıs’ta Kurulma Safhası
TMT’nin kurulması, Kıbrıslı Türklerin malını, canını ve ırzını koruyabilmek için mücadeleye başlaması için verilen çabaların bir sonucudur. Özellikle Rumların EOKA gibi organize ve güçlü bir paramiliter örgüt kurmaları ve kanlı eylemlere girişmeleri, Kıbrıslı Türkleri savunmasız ve çaresiz bırakıyor ve TMT’yi bir zorunluluk haline getiriyordu. Bu noktada, Demokrat Parti döneminde Türkiye ile artan temaslar ve Türkiye’nin Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanlığı’ndan başlayarak Kıbrıs Sorunu’na müdahil olması, Kıbrıslı Türk mücahitlerin elini kuvvetlendiriyordu. TMT’nin kurulma kararı, 27 Temmuz 1957’de Rauf Denktaş, Doktor Burhan Nalbantoğlu ve Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği’nde kripto memuru ve idari ataşe olarak çalışan Mustafa Kemal Tanrısevdi tarafından alınır ve bu üç kişi, TMT’nin kurucuları olarak tarihe geçerler. TMT’nin resmi kuruluşu ise 26-27 Kasım 1957’de gerçekleşir. Artık Dr. Fazıl Küçük’ün Türkiye ziyaretlerinde, Rauf Denktaş da yanında bulunacaktır. Bildiriler dağıtarak eylemlerine başlayan TMT, askeri mühimmat ve eğitim konusunda ise anavatan Türkiye’ye ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güvenmektedir. Önceki çetelere benzeyen başıbozuk bir yapı istemeyen Denktaş, anavatanın kendilerine her zaman destek olacağına inanmış ve Rumların Yunanistan’dan aldığı desteğin bir benzerini Türkiye’den beklemiştir. TMT, 27-28 Ocak 1958 Olayları’ndan sonra örgütlenmesine hız verir ve Kıbrıslı Türkler arasında giderek güçlenir. “Hareketten Bereket, Bereketten Kuvvet Doğar – İleri Arş İleri, Türk Hiç Dönmez Geri” gibi sloganlarla kurulan TMT, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye hükümeti tarafından da destek görmeye başlar. Bu tarihten başlayarak, Kıbrıslı Türkler arasında enosis’e karşılık olarak adanın taksimi (kısaca taksim) fikri, giderek güçlü bir şekilde gündeme gelmeye başlar. Buna paralel olarak, Türkiye’de de artık meydanlarda “Ya Taksim, Ya Ölüm” sloganları duyulur olmaya başlamıştır.
Ancak Kıbrıslı Türklerin örgütlenmeye başlaması ve Türkiye ile temaslarını arttırması, Rumları ve İngilizleri rahatsız etmeye başlar. 25 Temmuz 1958’de çıkarılan “Fevkalade Ahval” yasasıyla, TMT üyesi 60 civarında Kıbrıslı Türk tutuklanır ve hapse atılır. Bu sıralarda Albay Rıza Vuruşkan yönetiminde Ankara’da TMT’nin Türkiye örgütlenmesinin temelleri atılmaktadır. Bu dönemde Albay Rıza Vuruşkan, Ali Conan sahte ismiyle İş Bankası müfettişi olarak, Yüzbaşı Mehmet Özden de, Mehmet Beyazıt ismiyle müfettiş muavini olarak adaya gelirler. Adada kendisine iki gizli karargah kuran ve Rauf Denktaş’la koordineli olarak çalışan Vuruşkan, örgüte yeni ve güvenilir üye alımlarını başlatır. Posta Müdürü Kemal Şemiler, avukat Osman Örek, Dr. Şemsi Kazım, Dr. Necdet Ünel, Dr. Niyazi Manyera, Dr. Orhan Müderrisoğlu, Nevzat Uzunoğlu, Baf Belediye Başkanı Halit Kazım, öğretmen Necdet Hüseyin ve İsmail Sadıkoğlu TMT’nin ilk üyelerindendir.
Gözü kapalı olarak tabanca, Kuran ve Türk bayrağı üzerine yemin ederek gerçekleşen üye alımları (İttihatçı yeminiyle aynıdır), zamanla yaygınlaşır ve Kıbrıslı Türkler arasında milliyetçi duygular güçlenir. “Bozkurt” lakaplı Albay Rıza Vuruşkan’ın lideri olduğu TMT’de, Dr. Fazıl Küçük “Ağrı”, Rauf Denktaş ise “Toros” kod adlarını kullanmışlardır. TMT’nin yeni üye alımları sırasında gerçekleştirilen yemin töreninde söylenenler ise şöyledir;
“Kıbrıs Türk’ünün yaşayış ve hürriyetine, canına, malına, her türlü anane ve mukaddesatına, her nereden ve kimden olursa olsun vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için kendimi yüce Türk ulusuna adadım. Gördüğüm, duyduğum ve hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri hiç kimseye ifşa etmeyeceğime, ifşaatın ihanet sayılacağına ve cezasının ölüm olduğuna, verilecek cezayı seve seve kabul edeceğime namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
TMT’ciler de İttihatçı Yemini’ni kullanmışlardır
TMT’nin Teşkilatlanması ve Askeri Yapısı
Türk mitolojisine ve töresine uygun isimler ve özelliklerle örgütlenen TMT, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı direnen Fransız yurtsever örgütlerinden esinlenmiş ve onlara benzer yöntemler benimsemiştir. 1958 Mayıs’ında Ankara’da karargah kuran TMT, Temmuz ayında Lefkoşa’daki karargahını da açar. TMT’nin ihtiyaç duyduğu silahlar, Anamur ve Mersin’de oluşturulan depolarda ve her an gönderilmeye hazır biçimde durmaktadır. Rumların enosis planını icra etmeye başlamaları durumunda, TMT derhal bu silahları Kıbrıs’a getirtecek ve Rumlara karşı mukabele edecektir.
TMT, 5 kişilik hücrelerden oluşan bir yeraltı teşkilatıdır. Hücre üyesi, yalnızca kendi hücresindeki 5 kişiyi tanır, diğer hücreleri ise bilmezdi. Üst kademe ile irtibat ise, sadece hücre lideri aracılığıyla sağlanırdı. Otağ, oba ve çadır olarak üç kademeli olarak düşünülen TMT örgütlenmesi, bunun çok siyasi algılanmasından endişe ederek, zamanla çadırın yerine oğul, obanın yerine petek ve otağın yerine kovan terminolojisini benimser. Hücre üyelerine ise her daim “arı” denmektedir.
1960 yılından itibaren TMT, 6 bölgede 6 birlik teşkil etmiş ve Mağusa, Lefke, Larnaka, Baf, Lefkoşa ve Limasol sancaklarında 3-4 taburdan oluşan bir askeri güç oluşturmuştur. Her taburda 50’şer kişi teşkilatlanmış ve eğitilmiş durumdadır. Her birliğin başında “Serdar” adı verilen komutanlar görev yapmaktadır. Komutanların, “Şahin”, “Atmaca”, “Kartal” ve benzeri yırtıcı kuş isimlerinden seçilen kod adları bulunmaktadır. Çok gizli bir şekilde örgütlenen TMT, bu nedenle 21 Aralık 1963 tarihli Kanlı Noel sonrasında kendi isteğiyle yer üstüne çıkıncaya kadar ne İngilizler, ne de Rumlar tarafından tespit edilememiştir. TMT’nin gizli kalabilmesinin sırrı ise, “Gör, Duy, Konuşma” felsefesidir. Sadakat ve gizlilik eksikliği, örgüt açısından ölümcül bir hata niteliğindedir. Başlarda Kıbrıslı Türklerin güvenliğini sağlamak amacıyla kurulan örgütün ideolojisi ise, zamanla anavatan Türkiye’ye bağlanmak yönünde şekillenecektir.
Oldukça sert ve tehlikeli olan TMT eğitimleri, üç ayrı kategoride incelenebilir. Bunlar; “hasret”te yapılan esas eğitim, ada içerisinde yapılan eğitim ve kovanların kendi birimleri içerisinde yaptıkları eğitimlerdir. Bu eğitimlerde silah atış talimi, silahın kurulması ve bozulması, haber alma ve istihbarat, karşı istihbarat, pusu, baskın ve savunma gibi alt başlıklar bulunmaktaydı. Bu eğitimleri genelde “Karasakal” olarak adlandırılan Türkiye kökenliler veriyordu. Ada içerisindeki eğitim faaliyetleri izci kampları ve spor kulüplerinde, köylerde ise önde gelen kişilerin evlerinde yapılmaktaydı. Bu eğitimleri, din adamı ya da öğretmen kılığındaki görevli kişiler gerçekleştiriyordu.
Örgütün tabanını genişletmesi anlamında önemli bir adım, 29 Mayıs 1959 tarihinde Nacak Gazetesi’nin kurulması olmuştur. Rauf Denktaş’ın imtiyaz sahibi olduğu bu gazete, Kıbrıslı Türkler arasında milli bilinci yaymak ve bu şekilde TMT’ye adada geniş bir taban kazandırmak amacındadır. Ayrıca yine 1958’in 16 Ağustos tarihinden başlayarak, Erenköy bölgesine Türkiye’den silah getirtilmeye başlanmıştır. Silah sevkiyatının ikmal merkezi, Türkiye’nin en güney noktası olan ve Kıbrıs’a yalnızca 70 km mesafedeki Anamur’dur. Türkiye’den sandallarla ve gönüllülük esasına dayalı olarak yapılan bu sevkiyat, TMT tarafından zamanla daha organize bir hale getirilmiştir.
TMT’nin haberleşmek için kullandığı muhabere sistemleri de oldukça ilginç bir hadisedir. Bu sistemler; alfabetik ve şifreli olarak ikiye ayrılmaktadır. Orjinal metnin şifreli bir hale getirilebilmesi için, bir algoritma (işlemler dizisi) ve bir anahtara ihtiyaç vardır. Kullanılan algoritma herkesçe biliniyor olsa bile, anahtarın tümü ya da bir bölümü yalnızca şifreyi gönderen ve alan kişinin bildiği bir husustur.
Sonuç
Prof. Dr. Ulvi Keser’in “Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı (1950-1963)” adlı kitabı, TMT’nin kuruluş hikayesi ve temel örgüt özelliklerini tarihsel perspektiften anlatan önemli bir eserdir. Kitabın sonuç bölümünde yazar, örgütü “Kıbrıslı Türklerin kendi öz eseri”, “Kıbrıs Türk halkını esaretten kurtaran ve varoluş mücadelesini sağlayan milli bir teşkilat” olarak nitelendirmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Kitabı buradan satın alabilirsiniz; http://www.kitapyurdu.com/kitap/kibrista-yeralti-faaliyetleri-ve-turk-mukavemet-teskilati/89829.html.
One Comment »