İran’ın nükleer programına ilişkin “altı ülke” ile elde ettiği anlaşma, dünya basınında geniş yankı doğurdu. Anlaşmanın yarattığı büyük coşku; “petrolün fiyatının düşeceği”, “İran’ın dünya politikasına eklemleneceği”, “Ortadoğu’da istikrarın oluşacağı” gibi fikirlerin yayılmasına hız verdi. Şüphesiz ki, 10 yılı aşkın süredir devam eden bu soruna dair anlaşma sağlanması başlı başına ciddi bir olaydır. Fakat anlaşmanın elde edilmesinin ardından gelişen süreç göstermektedir ki; olaya aşırı iyimserlikle yaklaşanlar, sorunun asıl mahiyetini ve olayların olası gelecek senaryolarını gözden kaçırmaktadır.
Kim Kazandı, Kim Kaybetti?
Anlaşmanın detaylarını inceleyen uzmanlar, kimin daha kazançlı çıktığını tartışıyorlar. Bu anlaşma ilk bakışta İran’ın zaferi olarak sayılabilir, çünkü bu ülke nükleer enerjiyi kullanma hakkını Batı’ya kabul ettirebildi. Aynı zamanda, nükleer silah elde etmeye çalışmadığını da kanıtladı. Bununla birlikte, Batı’nın ağır yaptırımlarının iptali, İran’ın kendi doğal kaynaklarını kullanarak ekonomik olarak dirilmesine olanak sağlayacaktır. Bu sürecin İran’ın Ortadoğu’da etki gücünü artıracağını düşünenler de az değildir.
Malumdur ki, ABD ilk olarak, İran’ın nükleer programının tamamen iptaline çaba gösteriyordu. Hatta görüşmelerin son aşamasında, ABD Başkanı Obama, İran’a nükleer programına ilişkin faaliyetlerini 10 yıl süreyle ertelemeyi de önermişti. Fakat ABD, bu anlaşma ile başka çıkış yolunun kalmadığını itiraf etmeye mecbur oldu. ABD genelinde süregiden tartışmalar da gösteriyor ki, “anlaşmanın tek alternatifi İran’a askeri saldırıdır” (“What ‘s the Alternative to Obama s Iran Deal?”, The Atlantic, 6 April).
Peki, İran’la anlaşma nasıl şimdi mümkün oldu? Buü,ABD Başkanı Obama’nın tarihe “İran’ın nükleer sorununu çözmüş başarılı siyasetçi” olarak geçme niyetiyle açıklanabilir. Küba ile ilişkilerin yeniden düzenlenmesi de bunun bir örneği olarak kabul edilebilir. Obama, Başkanlığının ilk yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülse de, onun iktidar dönemi esasen dünyada sıcak çatışmaların ve anlaşmazlıkların sayısının artmasıyla akılda kaldı. Öte yandan, gözlemler gösteriyor ki, ABD’de ara seçimler sırasında Kongre’de çoğunluğu kaybeden ve ülke genelinde ciddi sosyo-ekonomik reformlar yapma olanağından yoksun Başkanları, popülerliklerini arttırmak için daha çok dış politika alanında etkinliği artırırlar. İran ile varılan anlaşmayı “tarihi anlaşma” olarak gösteren Obama da, tam olarak bu amaçtadır.
ABD’de özellikle Cumhuriyetçiler, İran’la varılan anlaşmayı eleştiriyorlar. ABD Dışişleri eski Bakanlarından Henry Kissinger ve George Schultz’un “The Wall Street Journal“da yayınlanan makalesinde; sağlanan anlaşmayla, sorunun 10 yıl süreyle ertelendiği, İran’ın nükleer silah elde etme olasılığının ortadan kalkmadığı, onun aslında görüşmelerde somut olarak kazandığı ve bunun da bölgede istikrara darbe vuracağı kabul edilir (“The Iran Deal and Its Consequences”, The Wall Street Journal, April 7). Belirtmek gerekir ki, bu düşünce tarzı, ABD’de meseleye dair tartışmalarda öne çıkar.
Süreçlerin Olası Gelişimi
Şimdi, odakta olan esas mesele, Haziran ayı sonunda nihai anlaşmanın imzalanıp imzalanmayacağıdır. ABD ve İran taraflarından verilen beyanatlar, hala arada ciddi bazı farkların olduğunu gösteriyor. ABD yaptırımların aşamalı şekilde iptal edileceğini bildirir. Kongre’nin konumu da olayları önemli ölçüde etkileyebilir. Senatör Robert Korker’in hazırladığı ve Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin oybirliğiyle kabul ettiği yasa tasarısı, Başkan’ın imzalanacak anlaşmayı 5 gün içinde Kongre’ye sunmasını gerektirir. Senato, bu anlaşmayı 30 gün içinde gözden geçirmek, onu tasdik etmeme ve yaptırımları iptal etmeme hakkını saklı tutar. Kongre ile münakaşaya girmek istemeyen Obama, yasayı imzalayacağını söyledi. Görüşmelerin esas unsurlarından biri olan, yaptırımların kaldırılma meselesinin son olarak nasıl çözüm bulacağı merakla beklenir.
İran ise, yaptırımların derhal kaldırılmasını talep eder ve nihai anlaşmanın imzalanması konusunda da hiçbir teminatın olmadığını beyan eder. Yaptırımlar meselesi, İran genelinde de güç dengesini ciddi etkileyebilir. 10 Mart’ta İran’ın Uzmanlar Konseyi’nin Başkanlık seçimlerinde Muhammed Yezdi’nin galibiyeti, muhafazakârların Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki yenilgiden sonra yeniden toparlandığını söylemeye esas verir. Sonuç itibariyle, onların müdahalesi ile İran’ın, nihai anlaşmanın çıkarlarına cevap vermediğini gerekçe göstererek, görüşmeleri terk etme ihtimali, zayıf olmakla birlikte bir olasılık olarak kabul edilir. Bu faktör gelecek başkanlık veya yüksek dini lider seçimlerinde de önemli rol oynayabilir.
Elde edilen anlaşma hakkında aşırı iyimser fikirler seslendirenler, meselenin mahiyetini gözden kaçırmaktadır. İran’ın nükleer programı sorunu, neden değil, sonuçtur. Bu, ABD ile İran arasında 1979 yılından oluşan anlaşmazlığın sonucudur. Haziran ayında nihai anlaşma imzalanabilir. Fakat bu, daha da artmakta olan anlaşmazlığı ortadan kaldırmayacak ve ABD-İran yakınlaşmasına ivme vermeyecektir. Obama “The New York Times” gazetesine verdiği röportajda İran’ı “eylemleri sonucunda Amerikan vatandaşlarının öldüğü büyük ve tehlikeli bir ülke” olarak adlandırır (“Iran and the Obama Doctrine”, The New York Times, April 5). ABD, İran’ı Ortadoğu’daki çıkarlarına en büyük tehdit olarak görür. “Arap Baharı” sonucu bölgede oluşan durum ise, bu çıkarların neler olduğunu göstermektedir. ABD’deki gelecek başkanlık seçimlerinde esas aday sayılan Hillary Clinton’ın da İran’la ilgili tutumu farklı değildir: “Nükleer meselesi anlaşmanın imzalanmasıyla çözülse bile, İran’ın terörizme desteği ve bölgedeki saldırgan davranışları, ABD’nin ve müttefiklerinin ulusal güvenliğine tehdit olmayı sürdürecektir” (Hillary Rodham Clinton, Hard Choices, Simon and Schuster, New York, 2014, s. 446).
Güney Kafkasya’ya Etkisi Nedir?
Artık birçokları nükleer program kapsamında elde edilecek nihai anlaşmanın olası etkilerini hesaplar ki, bu hesaplamalarda Güney Kafkasya bölgesine de yer verilir.
Süreçlerin Azerbaycan’ın çıkarlarına olumsuz etki göstereceği kabul edilir. Bu iddiayı ilk dile getirenlerden biri, ABD’nin Azerbaycan’daki eski Büyükelçisi Richard Kauzlarich’tir. O iddia ediyor ki, İran’ın yaptırımlardan yakasını kurtarması, Azerbaycan’ın jeostratejik önemini azaltacak.
Bu iddiayı asılsızlaştıran temel argüman şudur ki; Azerbaycan, İran’la ilişkilerini hiçbir zaman üçüncü taraflara göre belirlememiştir. İkili ilişkilerde İran’a karşı olan devletlerin çıkarları değil, Azerbaycan’ın ulusal çıkarları dikkate alınmıştır. Ülke yönetimi defalarca Azerbaycan topraklarının komşu ülkelere karşı kullanılamayacağını beyan etti. Öte yandan, bilinmektedir ki, belli çevreler farklı zamanlarda Azerbaycan-İran ilişkilerine müdahale etmeye çalışmıştır. ABD ile İran arasındaki anlaşmazlığın azalmayacağı dikkate alınırsa, bu müdahale girişimlerinin sürmesi muhtemel olabilir. Bu bakımdan, Azerbaycan’ın jeostratejik öneminin azalması ve bunun İran’la ilişkisi hakkındaki fikirler, belirli amaçlara hizmet eden popülist açıklamalardan başka bir şey değildir.
Aksine belirtilmelidir ki, nükleer soruna dair nihai anlaşmanın imzalanması, Azerbaycan’ın çıkarlarını sadece olumlu etkileyecektir. Siyasi ilişkiler üst düzeydedir. Yaptırımların kaldırılmasından sonra ise ekonomik iş birliği daha da artacaktır. Bu, özellikle enerji alanı için güncel olabilir. Malumdur ki, Avrupa devletleri İran gazının potansiyel müşterileri olarak nihai anlaşmanın imzalanmasını sabırsızlıkla bekliyor. Şüphesiz ki, onlar bu gazı Rusya’ya alternatif olarak değerlendirecektir. Bu durumda ise, TANAP projesi kapsamında Azerbaycan’ın İran’la işbirliği için geniş olanakları ortaya çıkar.
İran’a karşı uygulanan yaptırımların kaldırılma görüşmeleri, Ermenistan’ı oldukça sevindiriyor. Burada ekonomik ve enerji alanında iş birliğine özel vurgu yapılır. Eski Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan da; “İran’ın nükleer programıyla ilgili gerginliğin çözülmesinin, Ermenistan ekonomisi önünde yeni perspektifler açacağını ve bölgenin jeopolitik durumunu dengeleyeceğini” düşünür.
Ekonomik açıdan zor durumda olan, Rusya ve yurtdışındaki Ermeni diasporasından aldığı bağışlara bağımlı Ermenistan’ın bundan ne umabildiği umduğu bilinmemektedir. Ekonomisinin tüm stratejik alanları Rus şirketleri tarafından özelleştirilmiştir. Ermenistan’ın Avrasya Ekonomik Birliği’ne üyeliği ise, Birlik dışındaki ülkelerle ekonomik işbirliği fırsatlarını da azaltır. Öte yandan, mevcut durumda Ermenistan bu işbirliği fırsatlarını artırabilecek doğal, finansal ve altyapısal kaynaklara da sahip değildir.
Ermenistan’ın İran gazının Avrupa’ya nakli için transit ülke olarak hareket etme şansı yüksek görülür. Ancak bu değerlendirmede bazı önemli noktalar gözden kaçırılıyor. Birincisi, Ermenistan’ın denize çıkışı yoktur. Gazın Avrupa’ya nakli için en kısa yol da değildir. İkincisi, Ermenistan’ın tüm gaz dağıtım ağı Rusya’nın “Gazprom” şirketine aittir. Rusya ise İran’ın Ermenistan aracılığıyla kendine rakip olmasına izin vermez. İşte bu nedenle İran-Ermenistan doğal gaz boru hattı inşa edilirken, Rusya’nın ısrarıyla çapı 140 santimetreden 70 santimetreye kadar azaltılmıştır. Tüm bu objektif gerçekler, Ermenistan’ın İran’ın nükleer sorununun çözümünden büyük kazanç sağlayamayacağını demeye esas verir.
Sonuç itibariyle, belirtmek gerekir ki, İran’ın nükleer sorununa dair nihai anlaşmanın imzalanması ve yaptırımların iptali, İran’a birtakım siyasi ve ekonomik kazanımlar getirecek. Fakat Batı ile ilişkilerde sürecek jeopolitik anlaşmazlıklar, küresel ve bölgesel bağlamda etkisini koruyacaktır.
Elmar HÜSEYNOV