Hazar Denizi’nin enerji rezervleri uğruna jeopolitik rekabet, 1980’li yılların sonunda Güney Kafkasya’da yaşanan etnik sınır çatışmalarında kendini gösterdi. 1990’lı yılların ortalarından itibaren karadan denize yayılıp, 20 Eylül 1994 tarihinde Bakü’de “Asrın Anlaşması” imzalandıktan sonra daha somut çizgiler aldı. Güney Kafkasya ve Hazar ülkeleri “Hazar satranç tahtası”nda dünyanın ve bölgenin büyük devletleri tarafından yürütülen “jeopolitik oyun”a katılmaya başladı.
Önceki yüzyıllarda olduğu gibi, bugün de dünyanın ve bölgenin büyük devletlerinin doğrudan jeopolitik çıkarlarının merkezinde, Hazar bölgesinde çok önemli coğrafi konumda bulunan Azerbaycan Cumhuriyeti yer alır. Jeo-strateji alanında tanınmış uzman Z. Brzezinski (Bjejinski) düşünür ki, “sınırlı arazisine ve nüfusunun az olmasına rağmen, dev enerji kaynaklarına sahip olan Azerbaycan, jeopolitik planda da önde gelen önem taşımaktadır. O, Hazar Denizi havzasının ve Orta Asya’nın servetlerinin içinde bulunduğu cam kavanozun tıpasıdır”. Ayrıca, jeo-ekonomik açıdan hem Azerbaycan hem de ona komşu Rusya, İran, Türkiye, Türkmenistan, Kazakistan, Gürcistan ve Ermenistan için en önemli konulardan biri; Hazar’da esasen Rus ve Batılı ulus ötesi şirketler tarafından üretilen petrol ve gazın nakil yollarının seçimi meselesidir. Z. Brzezinski düşünür ki, “Batı’nın pazarları ile Rusya’nın kontrolündeki bölgelerden geçmeyen petrol boru hatlarının birleştiği bağımsız Azerbaycan, önde gelen enerji tüketicisi ekonomilerin, Orta Asya’nın enerji zengini cumhuriyetlerine çıkışında büyük anayoldur”. Amerikalı siyasetçinin görüşlerine göre, “Azerbaycan tam olarak Moskova’nın kontrolünde olursa, o zaman Orta Asya devletlerinin bağımsızlığı anlamsız bir kavram haline gelir”.
Avrupa ve Asya’nın büyük bölgesel devletlerinin kavşağında bulunan Azerbaycan’ın Kafkasya ve Hazar’daki elverişli coğrafi konumu sebebiyle, hem Doğu hem de Batı’ya yönelen “kapı-ülke” ye (S. Choen) çevrilme potansiyeli gerçektir.
Modernleşme taraftarı olan; Avrupa Birliği, AGİT, Avrupa Konseyi ve NATO ile siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerini yoğun biçimde geliştiren, ABD ve Batı Avrupa’nın önde gelen ülkeleri ile ilişkilerini artıran Azerbaycan, jeopolitik geleceğini Avrupa Ailesi’nde görür. Aynı zamanda, Azerbaycan BDT ülkeleri ile de kuzey komşusu Rusya dâhil, karşılıklı yararlı ilişkiler kurmaya çalışır.
Böylece, asırlarca Merkezi Avrasya’da jeopolitik ilişkiler sisteminin önemli halkalarından biri olan Azerbaycan, günümüzde Hazar Denizi’ndeki jeostratejik rekabetin merkezindedir. Rusya’dan uzman Haydar Cemal’in kanaatine göre, “Azerbaycan Avrupa’nın Uzak Doğu burcu olan Kafkasya bölgesinin doğal lideridir… Bu zengin merkez, Avrupa’nın geleceği için ciddi zemindir”. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin çağdaş küreselleşme süreçlerine katılmasının önündeki sorunlara değinirken belirtmek gerekir ki, şimdiki yüksek teknoloji ve iletişim sistemleri döneminde, bu ülke, küreselleşmenin ekonomik gelişme ve Azerbaycan’ın refahı için yaratacağı her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor.
Rusya bakımından Güney Kafkasya’da önemli stratejik rolü, onun bu bölgede geleneksel “ön karakolu” olan Ermenistan oynuyor. Bu ülke NATO ile Türkiye’nin bu bölgeye nüfuzu yolundaki temel engeldir.
Ermenistan’da Rusya’nın Güney Kafkasya’daki en büyük askeri üssü (102 No.’lu Askeri Yerleşkesi), hava savunma teçhizatı, sınıra yönelik, füze ve diğer sevk edilebilir saldırı araçları bulunmaktadır. Rusya Ermenistan’ın karayolu sınırlarının ve hava sahasının savunmasını üstlenmiş, bu ülkeyi tüm gerekli silahlarla donatmıştır. Öte yandan, petrol ve gaz rezervlerinden yoksun olan Ermenistan, enerji hammaddesine olan ihtiyacını esasen İran’dan alır.
Genel olarak Rusya-Ermenistan ilişkileri müttefik, askeri-stratejik düzeyindedir. Bu bölgede Rusya’nın politikasının ışığında özel stratejik rol oynayan Ermenistan, Rusya’nın Güney Kafkasya’da geleneksel müttefiki olmayı sürdürmektedir. Rusya’daki uzmanların görüşlerine göre, Ermenistan sadece “Rusya’nın ebedi müttefiki olmak zorundadır” ve “Ermenistan’ın jeopolitik kodlamasında geleneksel olarak Rusya yönü baskındır”. Aynı zamanda, bu ülke, Rusya ile işbirliği ve Batı ile bütünleşme arasında dengeli bir dış politika yürütmeye çalışır.
Son yıllarda Türkiye gibi, Ermenistan da Batı’ya yol açmaya çalışarak, bu ülke ile karşılıklı ilişkilerini yoluna koymaya çalışıyor. 11 Ekim 2009’da Zürih’te imzalanan Türkiye-Ermenistan protokolleri bunu açık şekilde kanıtladı. Bu belgelerde de Türkiye’nin Güney Kafkasya’da siyasetini daha da etkinleştirme girişimleri yer aldı. Bununla birlikte, Moskova-Erivan-Tahran jeostratejik zincirinde Ermenistan bir anlamda, Türkiye’yi kıtanın içlerindeki Orta Avrasya bölgesinden ayıran stratejik bir halkadır.
Güney Kafkasya’nın Karadeniz’e çıkışı olan tek ülkesi Gürcistan da bölgede önemli stratejik konumdadır. Gürcistan topraklarından Kafkasya ötesi (Transkafkasya) ulaşım hatları – demir yolu ve otoyollar geçer. Son yıllarda bunlara yeni ana petrol-gaz boru hatları da eklenmiştir. Gürcistan Orta Asyalı Hazar ülkeleri ve Azerbaycan için Karadeniz ve Akdeniz’e en kısa çıkışı açar.
Bu ülke, özellikle de 2003 yılındaki “Gül Devrimi”nden sonra açıkça Batı odaklı siyaset yürütür ve 2008 yılı sonbaharına kadar (yani bu ülkenin BDT’den resmen çıkmasından önce) BDT bünyesinde olması da aslında sembolik bir nitelik taşıyordu.
Rusya fark ediyordu ki, geleceğini Batı, özellikle de NATO yanında gören Gürcistan, Türkiye ve Azerbaycan aracılığıyla Orta Asya’ya Batı ve öncelikle NATO etkisinin yayıldığı zincirde önemli bir halkadır. Gürcistan’ın NATO’ya üyeliğinin gerçekçi bir hal aldığı ortamda – 2008 yılının Ağustos ayında – Rusya, Gürcistan yönetiminin uzağı göremeyen askeri-siyasi adımlarını fırsat bilerek, ülkeye doğrudan askeri güç uyguladı ki, bu da Abhazya ve Güney Osetya’nın Gürcistan’dan ayrılmasına ve aynı sonbahar ülkenin BDT’den çıkmasına yol açtı. Bu, ilk olarak Rusya’ya, Karadeniz’de etki alanını genişletme ve Güney Kafkasya’daki petrol ve doğalgaz boru hatları ve iletişim altyapıları üzerinde kontrolü ele geçirmeye gayret etme yolu verdi. İkincisi, Rusya, NATO’nun Doğu’ya doğru “Kafkasya-Hazar doğrultusunda” genişlemesindeki sınırlarını gösteren kırmızı hattını çizdi. Üçüncüsü, bu olaylar Batı’nın Güney Kafkasya’daki konumunun zayıf olduğunu gösterdi ve hem Avrupa ülkeleri hem de “eski Avrupa” ile Birleşik Devletler arasında görüş ayrılıklarını ortaya çıkardı. Onlar, gerçekte, “kınama belirten kararnameler” ve yararsız diplomatik eylemlerle yetindiler. Ve nihayet, dördüncüsü, NATO üyesi olan ve olmayan diğer eski Sovyet ülkeleri net olarak sert bir “uyarı” aldı ki, onların Kuzey Atlantik İttifakı’na üye olma niyetleri savaş ve toprak bütünlüğünün bozulmasıyla sonuçlanabilir.
Diğer yandan, Gürcistan’daki Ağustos Krizi, Türkiye’ye Güney Kafkasya’da etkinleşmek için yeni olanaklar açtı. Türkiye Kafkasya’nın 5 ülkesinin – Türkiye, Azerbaycan, Rusya, Gürcistan ve Ermenistan’ın – üye olduğu bölgesel güvenlik sisteminin (“Kafkasya’da Barış ve İstikrar Platformu”) kurulması girişiminde bulundu ve Ermenistan’la 1993 yılında kesilen ilişkilerini düzene koymaya başladı. Bütün bunlar göstermektedir ki, Türkiye Kafkaslardaki krizi, bölgedeki otoritesini ve bölgesel güç merkezi olarak statüsünü güçlendirmek için kullanmaya çalışır. Kafkasya’daki durumu dikkate alan Rusya ise, Türkiye’nin “Kafkasya’da Barış ve İstikrar Platformu”nun oluşturulma girişimini desteklemeye eğilimlidir, hem de İran’ın mutlaka katılması şartıyla. Bu ise ABD ile Avrupa Birliği’nin bu bölgede etkisini önemli ölçüde kısıtlama imkânı verebilir.
Bir bütün olarak ise, Rusya’nın “Güney Kafkasya” yönünde dış politikası çok yönlüdür, bu da onun bölge ülkeleri ile ilişkilerinin çeşitli düzeylerde olmasıyla ilgilidir. Zira Gürcistan ile ilişkilerinde sertlik, Ermenistan ile ilişkilerinde ittifak, Azerbaycan’la ilişkilerde ise istikrar öne çıkar. Hem de bütün bunlar Batı’nın dünyanın bu önemli jeostratejik bölgesinde etkinleştiği ortamda gerçekleşir.
XXI. yüzyılın başlarına yakın Kafkasya’da jeostratejik düzlemde ABD (NATO)-Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan (gelecekte ise Orta Asya’nın bazı devletleri) Avrasya’ya karşı kuşak oluşumu başlar ki, bu da Yeltsin’in başarısız dış politikası sonucunda bu bölgedeki bazı önemli konumlarını kaybeden Rusya için trajik olurdu.
GUAM’a gelince, Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova (2005 yılına kadar Özbekistan’ın da) içinde olduğu bu uluslararası örgütün varlığı, Rusya askeri-siyasi çevrelerinde ciddi endişe doğuruyordu. Rusya’daki uzmanların görüşlerine göre, “Rus karşıtı bu jeopolitik kuruma üye olan devletlerin toprakları… bugünkü bağlamda NATO için, Avrupa’dan Afganistan’a kadar doğrudan bir koridor yarattı”. Fakat katılımcı ülkelerin birbirinden coğrafi olarak uzak olması ve bu aşamada stratejik çıkarlarının çok yönlülüğü bu uluslararası örgütün jeopolitik geleceğini şüpheye düşürür.
Prof. Dr. Parvin DARABADİ