7 Mayıs 2015’te Britanya’da gerçekleştirilen genel seçimlerde, Muhafazakar Parti’nin “birinci parti” olacağı ve olası bir koalisyonda, “büyük parti” olarak yer alacağı kestirilebiliyordu. Oysa Muhafazakarlar, tahminleri geçerek, % 36 oyla, salt çoğunluğu da aşarak, “tek başına iktidar” oldular. (Bu noktada “dar bölge” sisteminin de dikkate alınması gerekiyor.) Böylece Muhafazakar-Liberal koalisyonunun yerini, Muhafazakarlar’n tek başına iktidarı aldı. Peki bu seçime “Muhafazakarların zaferi” diyebilir miyiz? Elbette, ancak diğer işaret edici gelişmelerden yoksun bir değerlendirme yaparsak, önemli yapısal hatalara imza atmış oluruz.
Eylül 2014 referandumunda, az bir oy farkıyla da olsa, Britanya’da kalan İskoçya, İskoç Ulusal Partisi’nin kaydedici başarısıyla, 58 milletvekili ile Westminster’de yer aldı. İskoçya’dan eskiden de parlamenter geliyordu, ancak İskoç ulusal kimliğine dayalı parti aracılığıyla, ulusal parlamentoda temsil edilmeleri işaret edici bir durumu ortaya koyuyor. Irkçılığa ve yabancı düşmanlığına dayalı UKIP, oylarını dörde katladı. Yeşiller, 2 sandalye ile de olsa mecliste temsil görevini yerine getirecek.
Peki, İşçi Partisi’ne ne oldu? Aslında oylarını korudu, hatta 1 puan arttırdı. % 30 civarında bir oyla, parlamentoda mücadele edecek. İşçi Partisi Genel Başkanı Ed Miliband, seçim sonuçlarıyla birlikte, 52 dakika içinde görevinden istifa etti. En ağır yenilgiyi, koalisyon ortağı Liberal Demokratlar almış gözüküyorsa da, İşçi Partisi’nde de ciddi bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Neden koalisyona karşı seçim kazanılamadı, hatta koalisyonun büyük ortağı tek başına iktidara ulaştı diye düşünmek gerek…
Bu konuda daha geniş analizler yapılacak. Ancak ilk izlenimlerde, iki konu ön plana çıkıyor. Birincisi İskoç Ulusal Partisi (SNP), İşçi Partisi’nin İskoçya’daki oylarını eritti. Muhafazakarlar, İskoçya’da varlığını sürdürürken, İşçi Partisi, stratejik bir kayıp yaşadı. İkincisi ise, İşçi Partisi, ülkeyi Muhafazakarlardan daha iyi yönetebileceği konusunda güven veremedi. Tony Blair döneminde yaşanan ideolojik kayma ve güç sarhoşluğu, ana muhalefet partisine ciddi bir tahribat yaratmıştı. Blair sonrası, İşçi Partisi, “sol”a dönüş algısı yaratmaya çalıştıysa da, inandırıcı olamadı. Seçmen, “gerçeği varken”, taklidine oy vermedi. Bu süreç içinde, İşçi Partisi, yeni bir gelecek vaat edemedi. İskoç Ulusal Partisi, “sol”a yönelik göreli açılımlarla, İşçi Partisi’nin bu bölgedeki seçim şansına ciddi anlamda zarar verdi. Küreselleşme-neoliberalleşme dönüşümünden geçen İşçi Partisi, “sağ”a yönelik açılımlarla, beklenen başarıyı yakalayamadı. Miliband’ın sınırlı gayretleri de yeterli olamadı. Neoliberal İşçi Partisi kimliği, ne etnik soruna, ne de sosyal sorunlara bir çare olamadı.
Batı siyasal kültüründe ifade edilen, “game changer”, yani oyunun akışını ve bütünlüğünü değiştiren, ezberi bozan bir siyasal liderliğe ve siyasal yapıya sahip olmak, ayırt edici özellikleri ortaya koymak, son derece belirleyici bir anlam barındırmaktadır. Britanya ekonomisinin, küresel ekonomik durgunlukta ne kadar başarılı olduğu tartışılabilir. Oysa seçmen, ekonomik veriler parlak olmasa da ve işsizlik rakamlarıyla ilgili tatmin edici bir gelecek sergilenmese de, Muhafazakarlara oy verdi. Zira “istikrar”, kötü bir görünüm sergilese de, seçmen için tılsımlı bir sözcük. Çünkü sorunlara rağmen süren istikrarın yerini, belirsiz bir gelecek alırsa, sade seçmen böyle bir zeminden ürker. Ülkeyi yönetebileceğinize seçmeni inandırmanız gerekir.
Muhafazakar Parti lideri ve Britanya Başbakanı Cameron, seçim zaferini kutlarken, seçim kampanyasında söylediği gibi Britanya’nın “AB üyeliği”nin sürüp sürmeyeceğini sormak için referanduma gideceğini kuvvetli bir vurguyla anımsattı. Arkasındaki seçmen desteğiyle Britanya, şimdiye kadar dışında kaldığı “Euro” ortak para birimi ve Schengen ortak sınır çerçevelerinden, bir adım öteye giderek, “AB üyeliği”ni sonlandırmayı tartışıyor. 2014 sonbaharındaki referandumda İskoçya şimdilik Britanya içinde kalırken, Britanya AB içinde kalıp kalmamayı bir siyasal konu durumuna getiriyor.
“AB rüyası”, Britanya adasında son bulur mu? ABD-AB arasında müzakereleri süren “Transatlantik Ekonomik İttifak” gerçekleşir mi, Fransa-Almanya arasındaki “federalist” yaklaşıma karşı, AB içinde Britanya’nın çektiği restle “işlevselciler” mesafe alır mı, yoksa birlik, farklı parçalara mı bölünür? Bu sorular şimdilik erken gözükse de, artık gündeme gelecek.
İşçi Partisi “game changer” olamadı, diğer ülkelerdeki seçimlerde (Türkiye dahil), “game changer ” bulunup, oyunun akışı değişecek mi? Syriza örneğinde görüldüğü gibi, “AB reçeteleri” merceğe mi alınacak, Türkiye’deki siyasal iktidara gerçek bir seçenek, ana muhalefetten mi çıkacak, yoksa bölgesel-kimliksel yapılar, siyasal retoriği mi değiştirecek? Küresel-bölgesel etkileşim, mevcut siyasal spektrumları etkiliyor, yeni yapılardaki “yeni gerçekler”, bugünkü kaosu unutturacak bir sarsıntıyı potansiyel olarak besliyor.
Post modernizm mi, yoksa benim de savunduğum “geç modernizm” mi kazanacak? Hep birlikte göreceğiz…
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ