TÜRKİYE’NİN LİBYA İLE İNİŞLİ-ÇIKIŞLI İLİŞKİSİ

upa-admin 14 Mayıs 2015 4.865 Okunma 0
TÜRKİYE’NİN LİBYA İLE İNİŞLİ-ÇIKIŞLI İLİŞKİSİ

Arap Baharı döneminde Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da halklar bir uyanış içerisine girmişlerdir. Bu uyanış, çoğu devlet tarafından olumlu karşılansa da, bölgede nüfuzu ve menfaati bulunan devletler, uyanışa ilk başta temkinli bakmışlar ve uyanış organize isyanlara dönüştüğünde ise, durumdan istifade etmeye çalışmışlardır. Bu durumu lehine çevirmeye çalışan ülkelerden biri de Türkiye’dir.

Türkiye Cumhuriyeti, Arap Baharı sürecinde tarihi bir dış politika değişikliğiyle, yakın çevresindeki ülkelerin kaderlerini belirleme konusunda rol oynamak, yeri geldiğinde ise iç işlerine karışmak bağlamında ön plana çıkmıştır. Bu yoğun dış politikanın uygulandığı ülkelerden biri de Libya olup, Kaddafi rejiminin düşmesinde etkin rol oynayan Türkiye Cumhuriyeti, rejimin düşmesi sonrasında Libya nezdinde bazı sorunlarla karşılaşmıştır. Son olarak Tuna-1 adlı ticaret gemisi, İspanya’dan aldığı yükü Libya’nın Tobruk limanına götürmeye çalışırken vurulmuş ve saldırıyı Batı’nın desteklediği Tobruk hükümetinin Hava Kuvvetleri’nden gelmiş olması soru işaretlerine sebebiyet vermiştir. Bu saldırıya yol açan olaylar ile birlikte, Türkiye’nin Libya ile ikili ilişkileri irdelenecek ve saldırıya sebep gelişmeler üstünde durulacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Libya ile geldiği son durumuna bakmadan ve ikili ilişkileri irdelemeden önce, Türkiye’nin savaş sonrası tutumuyla birlikte Libya’nın hem bir Arap ülkesi, hem de Afrika ülkesi olduğu gerçeğiyle, Türkiye’nin Arap ve Afrika ülkeleriyle olan ilişkilerine göz atmakta fayda görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, savaşın bitimine doğru savaş sonrası barış görüşmeleri ve yeni düzen tayininde yer almak, ya da en azından kazanılmış haklarını korumak adına sembolik olarak Almanya’ya savaş açmıştır. Bu hamle, Türkiye’nin muzaffer ülke olarak görülmesine ve savaş sonrası kurulan Birleşmiş Milletler ‘in kurucu üyeliğine olanak sağlamıştır. Zira, İkinci Dünya Savaşı sürerken Sovyetler Birliği’nden gelen Boğazlar ve Doğu Anadolu’ya yönelik tehditler Türkiye’nin bu yönelimini hızlandırmıştır. 1952 yılına gelindiğinde Kuzey Atlantik İşbirliği Antlaşması (NATO) üyeliği ile birlikte Türkiye, Batı bloğuna tam anlamıyla dâhil olmuştur.

Batı yanlısı dış politika, Türkiye’nin Arap ülkeleri nezdinde itibarını zedelemiş ve Türkiye’yi adeta emperyalizmin Orta Doğu ayağı olarak göstermiştir. Ön ayak olduğu Bağdat Paktı, her ne kadar bölgedeki istikrara yönelik olsa da, dönemde ortaya çıkan bağımsızlıkçı uyanış tarafından Batı oyunu olarak görülmüştür. 1960’larda görülen iki kamp arasındaki yumuşama döneminin getirdiği ortam ve 27 Mayıs hükümetinin Demokrat Parti’nin tam tersi dış politika izleyeceğinin belli etmesi, Arap ve Üçüncü Dünya ülkeleri ile ilişkileri geliştirmek anlamına geliyor gözükmekte olup, bu yönde bazı somut adımlar da atılmıştır. 1970’lerde ABD karşıtlığı, sol söylemin yükselmesiyle birlikte Ecevit hükümetleri dış politikada Filistin yanlısı tutum takınmış ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye’ni maruz kaldığı ambargo ülkenin yalnızlığını tam anlamıyla gözler önüne sermiştir. Bu yalnızlık, Türkiye’nin Arap Dünyası’na karşı güttüğü politikadan vazgeçmesinin sinyallerini vermiş ve ülkeyi Doğu Bloğu ve Arap Dünyası ile daha fazla ilişkiye itmiştir. Moskova’ya yapılan ziyaretler ve Libya’dan satın alınan jet lastikleri diplomasisi, 1979’da İran İslam Devrimi sonrasında Türkiye’nin ABD ve Batı için önemini tekrar kazanmasıyla ikinci plana düşmüştür. Özal ile yapılan Arap açılımı, AKP’nin ilk döneminde de devam etmiş olmakla birlikte, Türkiye’nin Arap Baharı’nı iyi analiz edememesi sonrası bölgedeki çoğu ülkeyle belki de Türkiye tarihinde hiç görülmemiş kadar sorunlu ilişkilere sebebiyet vermiştir.

Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle, özellikle Kuzey Afrika ülkeleriyle tarihi bir geçmişi mevcuttur. Yüz yıllarca Osmanlı toprağı olarak kalan Kuzey Afrika, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Türklerin elinden çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı’na kadar Batı devletlerinin sömürge yönetimine dâhil olan çoğu Afrika devleti bağımsızlığını diplomasi ile kazanmıştır. Ancak, Cezayir’in bağımsızlığını kazanması diğer devletler kadar kolay olmamıştır. Fransa, Cezayir’in istediği bağımsızlığı vermemek için diretmiş ve çok kan dökülmüştür. Bu sırada, Türkiye kendi bağımsızlık savaşını veren bir ülke olarak Cezayir’den yana çıkması ön görülürken, Batı bloğundaki yerini sağlama almak için Cezayir’in bağımsızlığı konusunda çekimser davranmış ve bu hamlesi hem Cezayir, hem de Arap ülkeleri nezdinde bir travma yaratmıştır. Afrika ile ilişkileri yukarıda bahsedilen sebeplerle belli düzeyde olan Türkiye, 1998 yılında Afrika Eylem Planı’nın kabul edilmesiyle daha iyi bir düzeye taşınması isteği ortaya konmuşsa da iç politikadaki bazı sorunlar sebebiyle anca 2005 yılında sonra Afrika’ya yönelik proaktif bir politikadan söz edilebilmektedir.

Libya, 1553 yılından 1911’e kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun toprağı olup, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ise İtalyan kontrolünde kalmıştır. Libya ayrıca, 1951’de BM aracılığıyla bağımsızlığı kazanan ilk ülke olmuştur. Libya, 1969 yılında, Albay Muammer Kaddafi’nin Kral İdris’e karşı gerçekleştirdiği darbe sonrası Sosyalizm ve İslam karışımı bir politika izlemeye başladı. Petrol zengini Doğu Akdeniz ülkesi, dış politikada kendi rejimini ihraç etmeye çalışan, uluslararası terörizmi destekleyen ve Batı’nın politikalarını sertçe eleştiren bir konuma gelmiş, 1988 yılında gerçekleşen Lockerbie faciası sonrası Libya’nın saldırı faillerini teslim etmemesi, BM’nin 1992 yılında Libya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamasına neden olmuştur. Libya’yı ekonomik açıdan zora sokan yaptırımlar, Kaddafi’nin dış politikada değişikliğe gitmesine sebep olmuştur. BM’nin yaptırımları karşısında Arap ülkelerinde destek gelmemesi, Kaddafi’yi o zamana kadar savunuculuğunu yaptığı Arap Birliği fikrinden Afrika Birliği fikrine itmiştir. Bir yandan Afrika ülkeleriyle yakın ilişkiler kuran Kaddafi, Avrupa ve ABD ile de iyi ilişkiler kurma yoluna da girmeye çalışmıştır. 1999 yılında Lockerbie faillerinin Lahey’de yargılanmasına izin veren Kaddafi, yeni bir dış politika benimsediğini göstermiş ve bu tarihten sonra Libya bir yandan ABD ve Batı ile ekonomik ilişkilerini parlak bir noktaya getirmiş, öte yandan ise ikili ilişkilerde güvensizlik yok olmamıştır.

Bu politika değişikliği, 11 Eylül sonrası İslamcı gruplara karşı açtığı savaş ve 2003 yılında nükleer programından vazgeçmesi sonucu yaptırımlar kaldırılmıştır. Bu hamle, ABD ve Libya arasındaki diplomatik ilişkileri en üst düzeye taşımıştır. Avrupa ile ticari ilişkileri daha önce geliştiren Libya, öte yandan Çin ve Rusya ile de hem petrol bazında, hem de Afrika’nın kalkınması yolunda önemli işbirliklerine imza atmıştır. Libya, 2011 yılında başlayan konut probleminin ve yolsuzluğun dile getirilmesiyle başlayan protestoları iyi karşılayamamış ve ekonomik motivasyonlarla başlayan isyan bir iç savaşa dönüşmüştür.  BM’nin arabuluculuğunu kabul etmeyen Kaddafi, iç savaşın daha da kanlı geçmesine ve sonunda ülkesin bir NATO müdahalesine neden olmuştur. İç savaş, Ekim 2011’de Kaddafi’nin Sirte’de linç edilerek ölmesi ve Sirte’nin düşmesine kadar sürmüştür. Kaddafi’nin düşmesi sonrası seçimler yapılmış ancak bir türlü ortaya çıkan otorite boşluğu doldurulamamıştır. Otorite boşluğunda, kendini Libya hükümeti olarak lanse eden iki yapı olmuştur. Bunlardan birisi Batı destekli Tobruk Hükümeti olurken, ikincisi İslamcı ve Müslüman Kardeşler destekli Trablus Hükümeti’dir.

Kaddafi’nin gücü eline aldığı ve Batı karşıtlığının zirveye çıktığı dönem, Libya ve Türkiye ilişkileri haliyle çok sıcak değildir. 1983’de kurulan Özal hükumetinin Orta Doğu’ya açılımı ile birlikte Libya ile ticaret önem kazanırken, Türk müteahhitleri, petrol gelirleriyle ülkeyi yeniden inşa etmek isteyen Kaddafi’nin izniyle Libya’da önemli derecede yatırım yapmışlardır. 1986’da ABD Libya’yı bombalarken, Türkiye’nin ABD’den yana bir tutum takınması ikili ilişkilerde tekrar bir pürüze sebebiyet vermiş olsa da, ticaret ve inşaata dayalı ilişkiler özellikle Erbakan’ın Başbakanlık döneminde Libya ve Kuzey Afrika’ya önem atfetmesi ile ümit verici bir noktaya taşınmıştır. Bu dönemde, Erbakan’ın 1996 yılında Libya’ya yaptığı ziyaret tam bir fiyasko olmuştur. Kaddafi ziyaret sırasında Erbakan’ı överken Cumhuriyet rejimine ve Atatürk’e hakaretler yöneltmiş, PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamaktan kaçınıp, Kürtlerin self-determinasyon hakkına atıfta bulunmuştur. Kaddafi’nin bu sözleri, dönemin Refah Partili genç milletvekillerini ve dönemin Dış İşleri Bakanı Tansu Çiller’den tepkiler almıştır. Ayrıca, Erbakan’ın Libya’ya ziyaretinin amacı olarak sunulan müteahhit alacakları konusunda da somut bir gelişme yaşanmamıştır. Libya, Türkiye’nin 165.000.000 dolarlık alacağının 40.000.000’lik kısmının hemen, geriye kalan kısmının ise dörder milyonluk taksitler halinde ödenmesini önermiştir. Bu öneri, Türk müteahhitlerini tatmin etmemiştir.  AKP zamanında ise, Afrika ülkelerine yönelik proaktif politikadan Libya da nasibini almış ve Erdoğan 2010 yılındaki ziyareti esnasında “Kaddafi İnsan Hakları Ödülü”ne layık görülmüştür. Türkiye’den Libya’ya yapılan ihracatın 2 milyar dolara varmış olup, Türk şirketlerinin Libya’ya yaptığı yatırım 60 milyon dolar değerine ulaşmıştır. İç savaşa kadar gelişen ikili ekonomik ve ticari ilişkileri, Libya’nın değişen dış politikasına ve ekonomisini Batı’ya açmasına bağlayabiliriz.

Libya’da Kaddafi sonrası 2012 Temmuz’da yapılan ilk seçimlere kadar Ulusal Geçiş Konseyi ülkeyi yönetmiş ve bu dönemde öne çıkan gelişmeler asker ve polis teşkilatını yeniden yapılandırılması ve seçime uygun zeminin hazırlanması olarak ön plana çıkmıştır. Seçimler sonrası parlamentoda iki güçlü parti ortaya çıkmıştır. Birincisi liberal eğilimleri ile tanınan Milli Güçler İttifakı (MGİ) ve Müslüman Kardeşler destekli Adalet ve İnşa Partisi (AİP).  Seçilen parlamentonun ilk işi Cumhurbaşkanı seçmek olmuş ve Müslüman Kardeşler sempatizanı Muhammed Yusuf El-Mugaryef seçilmiştir. Mugaryef ise, parlamentodan çıkan “Siyaset Men Kanunu” neticesinde kendine yönelik yapılan spekülasyonları önlemek amacıyla istifa etmiştir. Yasa, Kaddafi döneminde görev yapmış üst düzey görevlilerini hedef almıştır. Mugaryef ise Kaddafi döneminde en son Hindistan Büyükelçiliği yapmıştır. Mugaryef’in istifası sonucunda, parlamentoda üstünlüğü olmayan AİG, ikinci turda Nuri Ali Ebusehmen’i seçtirmeyi başarmış ve ikince kez kendine yakın bir Cumhurbaşkanını göreve getirtmiştir. Geçiş Konseyi’nin geçici hükümeti kurmakla görevlendirdiği ve liberal kanadın lideri Mahmut Cibril, Temmuz 2012 sonrası Başbakanlığı Mustafa Abu Şagur’a kaptırmışsa da, Şagur güvenoyu alamamış ve hükümet düşmüştür. Boşalan göreve Müslüman Kardeşlerin başta desteklediği Ali Zeydan gelmiş ve görevden el çektirildiği 11 Mart 2014’e kadar bu görevi yürütmüştür. Yerine “Geçici Başbakan” tayin edilen Zeydan’ın Savunma Bakanı Abdullah Sini, 5 Mayıs 2014’te tartışmalı bir şekilde seçilen ve AİG destekli Başbakan Ahmed Maitik’in eski Genelkurmay Başkanı Halife Harfar’ın tehditlerine rağmen parlamentodan güvenoyu almasına kadar görevde kalmıştır. 16 Mayıs 2014’te Halife Harfar’a bağlı birliklerin Bingazi’deki “İslamcı Teröristler” olarak nitelendirdiği gruba karşı giriştiği operasyon, kimi siyasi aktörler tarafından darbe olarak nitelendirilmiş, kimileri tarafından ise Harfar’ın bu çıkışı desteklemişlerdir. Eski Başbakan Zeydani ve liberal kanattan gelen destekler, Harfar’ın ülkeyi “İslamcı teröristlerden” kurtaracağına atıfta bulunurken, İslamcı gruplar Harfar’ı darbe girişimi yapmak ile suçlamışlardır. Bu bölünmüşlük, ABD, İngiltere ve Fransa’nın Harfar’ı desteklemesini getirirken, Türkiye’nin ise parlamento tarafından seçilen Maitik’e destek sunmuştur.

2014 yılında gerçekleştirilen seçimler sonrasında İslamcılar darbe almış ve İkinci Libya Savaşı diye adlandırılan döneme girilmiştir. Bir tarafta seçimler sonrası oluşturulan ve General Harfar’ın birliklerinin desteklediği ve uluslararası camia tarafından tanınan Tobruk Hükümeti, diğer tarafta ise Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı unsurların içinde bulunduran “Libya Şafağı” adlı koalisyon vardır. Bu koalisyon Trablus’ta hükümet kurmuş olup, Katar, Sudan ve Türkiye tarafından desteklenmektedir.  Bunların yanında bağımsız ve zaman zaman taraf değiştiren Ensar el-Şeria liderliğindeki Bingazi Devrimcileri Şura Konseyi ve IŞİD’in Libya kolu vardır. IŞİD’in Libya kolu 21 Mısırlı Hristiyan’ın kafalarının kesildiği videoları lanse ettikten sonra, Mısır, IŞİD’in Libya’da kontrol altında tuttuğu bölgelere bombalı saldırı düzenlemiş, hatta kara operasyonu gündeme gelmiştir.

2011’de Libya’da başlayan iç savaş ile birlikte Türkiye askeri müdahale yerine diplomatik çözümü önermiş ve Fransa’nın başını çektiği Koalisyon Güçleri’nin hava saldırından önce Kaddafi’ye bir takım çözüm önerileri götürmüştür. Hava saldırısının amacını aşması ve BM kararıyla NATO’nun müdahale konusunda görevlendirilmesi, Türkiye’nin insanı yardım bakımından aktif rol almasını getirmiştir. Türkiye’nin Libya’da bulunan ekonomik çıkarları gereği çözümün Kaddafi’nin dâhil olduğu bir ortamda olacağı ve yumuşak bir geçişi öngören inancı, neredeyse iç savaşın sonuna kadar sürmüştür. Ancak, Kaddafi’nin dâhil olacağı bir çözümün mümkün olmadığını geç de olsa anlayan Türkiye, Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil’i destekler konuma gelmiştir. Türkiye’nin Libya’ya karşı yürüttüğü politikanın ani değişimi ise, Trablus’un isyancıların eline geçmesiyle olmuştur. Hemen, Ulusal Geçiş Konseyi’ni tanışmış ve Trablus’a Büyükelçilik açan ilk ülke olmuştur. Ulusal Geçiş Konseyi’ne hibe ettiği 300 milyon dolar ise, Türkiye’nin ülkede varlığını ve nüfuzunu hissettireceğinin habercisi olmuştur.  AKP hükümeti, geçiş dönemi sonrası yapılan seçimlerde güçlenen Müslüman Kardeşler destekli AİG’ye kendini ideolojik olarak yakın hissetmiş ve AİG’nin de AKP’yi bir model olarak görmesine neden olmuştur. Türkiye ile Libya ilişkileri, AİG’in güçte kaldığı sürece iyi sürmüştür. Ancak, 2014 Haziran seçimleri sonrasında Müslüman Kardeşlerin ve İslamcıların seçimde hezimete uğraması ve Harfar’ın desteklediği bir hükümetin seçilmesi ile birlikte Türkiye-Libya ilişkileri kötü bir döneme girmiştir. Bununla birlikte, Türkiye hükümeti Libya’nın tecrübe ettiği İkinci İç Savaş’ta Müslüman Kardeşlerin başını çektiği “Libya Şafağı” ve Trablus hükümetini tanıyıp maddi destekte bulunmaktadır.

Tuna-1 adlı Türk kuru yük gemisinin Derne açıklarında önce topçu ateşine maruz kalması, sonra Tobruk Hükümeti’ne bağlı Hava Kuvvetleri uçaklarınca vurulması ertesinde, Türkiye’nin Libya nezdindeki durumu gündeme oturmuştur. Geminin 3. Kaptanının hayatını kaybettiği saldırıyı, Tobruk Hükümeti Hava Kuvvetleri Komutanı Sakr Curuşi, geminin Derne sınırını uyarılara rağmen ihlal ettiği için vurduklarını belirterek savunmuştur. Türkiye, saldırıyı sadece kınamakla yetinmiştir. Bu saldırının, Türk hükümetinin son yılda gerçekleşen iç savaşta Müslüman Kardeşler’in başını çektiği Trablus hükümetine açık destek vermesiyle ilişkilendirilebilir. Türk hükümeti, Arap Baharı sonrası Müslüman Kardeşler örgütlerinin Arap ülkelerdeki muadillerine açık destek vermiş ve bu sebeple Mısır, Suriye ve Libya gibi ülkelerle ilişkileri zora girmiştir. Türkiye, Libya ve Suriye’deki iç savaşlarda taraf konumuna gelmiş ve desteklediği İslamcı grupların bu ülkelerdeki barışı tehlikeye sokması sonucu Batı ülkeleri ile ilişkileri de bozulmaya yüz tutmuştur. Aksi takdirde, Batı destekli Tobruk Hükümeti bir Türk gemisini vurmaya kalkışamayacağı aşikârdır. İşte tam bu noktada Türkiye’nin Arap Baharı’nın değişen dinamiklerini iyi okumadığı eleştirisi gerçekçi bir tez olarak önümüze çıkmaktadır. Öyle ki Libya’daki gelişmeler her geçen gün daha sorunlu hale gelirken Türkiye 3 sene öncesinde ortaya koyduğu politikada saplanmış gözükmektedir. Türkiye’nin 3 sene önce aldığı övgüler ise yerini bugün yoğun eleştirilere bırakmıştır. IŞİD terör örgütünün ortaya çıkması ve tüm Arap coğrafyasına yayılması, aynı şekilde Türkiye’nin sınır komşusu olmasına karşı, Türkiye’nin etkin bir cevabı yok gibi görülmektedir. Türkiye bu basiretsizlikten bir an önce kurtulup, bölgede uluslararası işbirliğinin getirdiği hamleleri özellikle İŞİD ile mücadele için atmak zorundadır.

Türkiye Cumhuriyeti ve Libya’nın ilişkileri Libya’nın bağımsızlığından günümüze inişli çıkışlı bir evsafta gelişmekte olup, göreli ticari ilişkiler Libya’nın ekonomisini Batı’ya açmasıyla belli bir zemine oturmuştur. Türkiye’nin Libya’ya yatırımları önemli bir düzeye gelmiş ve ülkedeki Türk müteahhitler de ekonomik anlamda aslan payını almışlardır. Bu ekonomik ilişkiler Libya devrimi ile kesintiye uğramışsa da Türkiye eski ekonomik menfaatlerini yakalamak için fazlasıyla uğraşmıştır. Ancak, Libya’nın tekrar bir iç savaşa sürüklenmesiyle birlikte siyasi kaosun körüklenmesi Türkiye’nin en azından yakın bir zamanda ekonomik menfaatlerine kavuşamayacağını göstermektedir.

Basri Alp AKINCI

KAYNAKÇA

– Oran, Baskın, “Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt I 1919-1980”, İletişim Yayınları

– Oran, Baskın, “Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt II 1980-2001”, İletişim Yayınları

– Tansi, Deniz, “Türk Dış Politikası’nda Güncel Gelişmeler: 2000-2014”, Kanes Yayınları

http://file.setav.org/Files/Pdf/bati-ve-kaddafi-makasinda-libya.pdf

http://www.bilgesam.org/incele/1151/-kaddafi-sonrasi-libya’nin-gelecegi/#.VVI6wvntmko

http://setav.org/tr/5-soru-libyanin-yeni-berber%C3%AE-lideri-nuri-ali-ebusehmen/yorum/6847

http://www.usak.org.tr/kose_yazilari_det.php?id=2343&cat=322#.VVJbnfntmko

http://www.usak.org.tr/dosyalar/rapor/Y5z2z3AuQp3AmP7Ftx9qOXSvXEHBor.pdf

http://setav.org/tr/turkiye-libya-iliskileri-trablusta-degerlendirildi/haber/5628

http://www.theguardian.com/world/2014/aug/29/-sp-briefing-war-in-libya

http://www.haberler.com/tobruk-hukumeti-nedir-hangi-ulkenin-hukumetidir-7298523-haberi/

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.