Başta Suriye, Irak, Libya ve Yemen olmak üzere, Ortadoğu ülkelerinde savaş ve şiddetin devam etmesi, bu bölgeden Avrupa’ya yasadışı göçün daha da yükselmesine neden oluyor. Sadece 2014 yılında Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya giriş yapan yasadışı göçmen sayısı 200 binin üzerinde idi. Deniz yolu ile Avrupa’ya yönelen göçmenlerin artması, onları taşıyan gemi ve kayıkların kazaya uğrama oranının da artmasını paralelinde getiriyor. Nisan ayında Akdeniz’de göçmenleri taşıyan bir teknenin batması sonucu 800’den fazla insanın hayatından olması, bu konuya olan dikkati daha da artırdı. Geçen yıl Akdeniz’de boğulan göçmenlerin sayısı ise, 3 binden fazla olmuştu. Göçmen akınına karşı Avrupa’daki mevcut yaklaşımları genel olarak ikiye ayırabiliriz. Daha ziyade muhafazakâr olan kesim, Avrupa ülkelerinin göçmen politikasının sertleştirilmesini talep ediyor. Onlara göre, Avrupa ülkelerindeki farklı kültürlerden gelen geniş topluluklar, yerli uygarlığın bekasını tehdit ediyor. Liberal çevreler ise, göçmen akınının sınırlandırılmasını değil, düzgün yönlendirilmesini öneriyor.
Avrupa Birliği’nin merkezi yapıları ise konuyla ilgili mutabakat sağlayarak, yeni bir siyaset yürütmeye ve sorunu yönetmeye çalışır. Çok sayıda göçmenin ölümüyle sonuçlanan gemi kazasından sonra AB liderleri, Birliğin Akdeniz’deki sınır güvenliği birliğinin güçlendirilmesi, göçmenleri teknelerle Avrupa’ya taşıyan insan tacirlerine karşı daha sert mücadele yürütülmesini kabul etmiştir.
Avrupa Parlamentosu genel kurul oturumunda kabul edilen bildiride, AB’nin Akdeniz’deki sınır güvenliği birliği olan “Triton Birliği”ne AB çapında arama ve kurtarma yetkisinin verilmesine, Avrupa’ya sığınmak için gelenlerin kotayla AB ülkeleri arasında dağıtılmasına çağrı vardır. Ayrıca Avrupa Birliği ülkeleri AB sınır ajansı olan “Fronteks”in ve Avrupa Sığınma Destek Ofisi’nin bütçe ve operasyonlarına olan maddi ve manevi desteği sürdürmeye teşvik edilir (Bkz: Migration: Parliament calls for urgent measures to save lives / “European Parliament News”, 29 Nisan 2015).
Genel olarak, Avrupa Konseyi’nin 23 Nisan ve Avrupa Parlamentosu’nun 29 Nisan tarihli oturumları, Avrupa Birliği çapında daha sistemli göçmen politikalarının hazırlanması, AB ülkelerinin müstakil göç politikalarının Birlik genelindeki kural ve ilkelere uygun hale getirilmesi, böylece aslında bunların ortak bir merkezden yönetilmesi, yönünde çalışmalara destek verme amacı taşıyor. Bu amaçla, Avrupa Komisyonu’nun somut önerilerde bulunması isteniyor.
Bu arada, Avrupa Komisyonu da AB kapsamlı göç politikası stratejisini ileri sürmeye hazırlanıyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Başkanlık ettiği kurumun her AB ülkesi için göçmen kotası teklif edeceğini bildirdi. Ona göre, mültecilerin Avrupa’ya coğrafi dağılımı düzenlenmelidir. Juncker, ayrıca AB ülkelerini göçmen vizelerini sadece uluslararası himayeye ihtiyacı olan kişilere değil, Avrupa’ya çalışmak için gelenlere de, sınırlı sayıda da olsa, vermeye çağırdı. Avrupa Komisyonu Başkanı; “Eğer kapıyı biz biraz aralamazsak, o zaman dünyanın öbür başından gelen çaresizin pencereden girmesine şaşırmamalıyız” dedi (Bkz: EU Commission to propose migration quotas, Juncker says / “Europe Online Magazine”, 29 Nisan 2015).
Fakat bu fikir, AB ülkeleri arasında görüş ayrılıkları ve tartışmalara neden oldu; çünkü kotanın belirlenmesi, yani göçmenlerin AB ülkelerinde dengeli veya aynı oranda dağıtılması, bazı ülkelerin göçmen yükünün azalırken, diğerlerinin artmasına neden olacaktır. Bu nedenle, göçmen akınına en fazla maruz kalan İtalya, Yunanistan, Malta gibi ülkeler bu görüşü esas destekleyenlerdir. Almanya da sığınma başvurularının en fazla olduğu ülkelerden biri olarak, kota teklifine olumlu bakıyor. Nispeten az göçmenin yöneldiği ülkeler ise teklife ilgi göstermiyor, göçmenlerin gereksinimlerinin ülkenin sınırlı imkânlarıyla karşılanamayacağını, sonuçta sosyal istikrarın bozulacağını gerekçe getiriyor.
AB’ye kuşkuyla yaklaşanların AB yapılarındaki destekçisine çevrilen ve nüfuzu artmakta olan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) lideri Nigel Farage, Avrupa Parlamentosu’nun söz konusu oturumundaki konuşmasında göçmenlere kota önerisini sert ifadelerle eleştirdi. Ona göre, “mültecilerin Avrupa’ya bırakılması sonucu yarım milyon İslamcı radikalin Avrupa’ya akınıyla, IŞİD tehdidi gerçeğe dönüşebilir”. Analistlere göre, UKIP liderinin bu açıklaması Büyük Britanya’daki 7 Mayıs seçimleri arifesinde popülerlik kazanma amacı taşıyordu.
Bazı uzmanlar ise, AB’nin göçmenlere ilişkin öngördüğü tedbirlerin sorunları gidermeyeceğini düşünür. Bunun nedenlerinden biri, öngörülen tedbirlerin göçmen akını yaratan nedenleri ortadan kaldırmamasıdır. Öte yandan, Afrika ülkelerinin gelişmesine yardım etmek, refahı yükselterek oradan Avrupa’ya göç edeceklerin sayısının azaltılması ile ilgili mevcut yaklaşımlar da meselenin çözümü için etkin sayılamaz. Çünkü çoğu Afrika devletinden daha yüksek yaşam şartlarına sahip Doğu Avrupa ve Balkan bölgesi devletlerinden bile, her yıl on binlerce insan Batı Avrupa ülkelerine göç etmektedir. Dolayısıyla, Avrupa Birliği yasadışı göçmenlerin gelişini azaltmak istiyorsa, onları ülkede barındırmamalı ve sınır dışı etmelidir. Örnek olarak, Avustralya gösterilir.
Zira 2000’li yılların başına kadar, Avustralya’ya teknelerle gelen yasadışı göçmenlerin sayısı birkaç bine ulaşıyordu. Fakat muhafazakâr John Howard hükümetinin kararıyla, bu mültecilerin ülkede yerleşmesine sadece devletin rızasından sonra izin verilmeye başlandı. Göçmenlerin bulunduğu tekneler ise ya geri gönderilir ya da beklemeleri için Pasifik Okyanusu’ndaki ada kamplarına gönderilirdi. Sonuçta, Avustralya’ya yönelen göçmenlerin sayısı azaldı. 2007 yılında İşçi Partisi hükümetinin bu politikayı iptal etmesinden sonra yasadışı göçmen sayısı artarak 2013 yılında 20 bine ulaştı. 2014 yılında tekrar eski düzene dönülmesinden sonra deniz yoluyla gelen mültecilerin sayısı yine azalarak neredeyse sıfırlanmıştır (Bkz: Почему миграционная реформа Евросоюза обречена на провал / “Московский центр Карнеги”, 22 Nisan 2015).
Uzmanları, Avrupa Birliği’nin kota teklifi ile ilgili rahatsız eden bir konu da, göçmenlerin bu kurala uyup uymayacağıdır. Öyle ki, arzu etmediği Avrupa ülkesine yerleştirilecek göçmenin sonradan başka bir AB ülkesine gitmeyeceğine garanti vermek mümkün değildir.
Başka bir mesele de, AB’nin yeni göçmen politikasına üye ülkelerin halkının yaklaşımıdır. Malumdur ki, son yıllarda Avrupa’da ırkçılık, yabancı düşmanlığı eğilimi güçlenmiş, bu tutumdaki siyasi partilere destek artmıştır. Bu süreçte, kuşkusuz, küresel ekonomik krizin etkisiyle iş bulmakta güçlük çeken Avrupalıların göçmenleri sorunun mimarı olarak görmeleri de rol oynuyor. Yeni politika sonucunda bazı AB ülkelerine kabul edilecek göçmen sayısının artması, bu ülkelerde din, ırk ayrımını teşvik eden grupların fırsattan yararlanarak etkinleşmesine, siyasi partilerin ise daha fazla sosyal destek almak için propaganda kampanyalarını bu düşünce tarzı üzerine kurmasına yol açabilir. Görünen o ki Avrupa, yasadışı göçmen sorununu kısa sürede çözmekten henüz uzaktadır.
One Comment »