- Öncelikle okuyucularımız için kendinizden ve çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Terörizm gibi çok boyutlu bir konuyu çalışmaya nasıl karar verdiniz?
Öncelikle bu benim ikinci kariyerim. 32 yıl boyunca Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda komando olarak görev yaptıktan sonra, Albay rütbesiyle emekli oldum. İlk görevim Kıbrıs’taydı, daha sonra Hakkâri-Şemdinli Bölgesi, sonrasında Gürcistan-Ermenistan sınırında ve 1990 Körfez krizinde Irak sınırında görev yaptım. Bilhassa Çekiç Güç döneminde bizzat Amerikalı birliklerle çalışma imkânım oldu, çünkü onlar için yabancı bir bölgeydi. Emekli olmadan yaklaşık 10 sene önce yüksek lisansımı ve doktoramı tamamladım. İlk çalışma alanım Orta Asya idi, ama doktora tezim “azınlık politikaları” üzerine oldu. Böylece emekli olmadan önce işin hem pratiğini, hem de teorisini yaşama ve yürütme şansını yakaladım. Bu ifadelerimden de anlaşılacağı üzere, 32 yıl bu işin içinde bulunduğumdan ötürü, terörizm gibi çok boyutlu bir konuyu çalışmaya karar verdim. Halen de İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nde lisans ve yüksek lisans dersleri vermekteyim. Bu çalışmalarımın yanı sıra, 18. yüzyıldan itibaren doğu dünyasına yapılan gezi kitaplarını çevirerek akademik literatüre kazandırmaktayım.
- Uzun yıllar konunun pratiğini yaşadıktan sonra, konunun teorik boyutuna da dâhil oldunuz. Pratik ve teori arasında nasıl bir bağ var bu konuda?
Yanılmıyorsam Almanya ve Amerika’da akademisyenler iki gruba ayrılıyorlar: sahaya inip veri toplayanlar ve bu verileri bilimsel formata çevirenler. Demek ki, bilim insanları konunun zemindeki araştırma boyutuna ve ortamlarda yaşamaya çok önem veriyorlar! Bu dâhilde, terörizm konusunda sahaya inmek elbette çok önemli, ama sadece sahadaki bilgi ile yetinemezsiniz; çünkü bir noktadan sonra akademik yapı ile paralel çalışmanız ve tecrübelerinize akademik boyut kazandırmanız gerekiyor. Ayrıca, terörizm konusunda sahaya inmek her zaman mümkün olmuyor. Çünkü bu alanda her zaman için tehlikeler mevcut. Örneğin, Suriye üzerine bir çalışma yapıyorsanız, bugün sahaya inmek mümkün mü? Bu açıdan baktığımda kendimi tecrübe kazanma konusunda gerçekten şanslı sayıyorum.
- Röportajımızın konusu olan terörizm tam olarak nedir?
Öncelikle, terörizm öyle bir tohum ki, bir yere ekin belki 1000 yıl yeşermez, ama uygun ortamı bulduğunda delicesine yeşermeye başlar. Konuyla ilgili literatürde birçok tanımlama var. “Kaotik ortam oluşturma” ya da “yerleşik hükümete başkaldırma” gibi… Ama bugünkü terörizm olgusunu eski tip sözlük tanımlamalarıyla açıklamak mümkün değil; çünkü bugün yaşadıklarımız bir kalıba uymuyor. Örneğin IŞİD’i bir kalıba oturtmak mümkün değil…
Genel hatlarıyla terörizmin ortaya çıkması için (1) kaos ortamının olması, (2) desteklenmesi – ya korkutarak (Taliban gibi), ya da çok sevdirerek (IRA gibi) – gerek. Bunun yanı sıra, birçok çeşidi var terörizmin. Ancak 1990 öncesi ve sonrası arasına bir set koymak lazım; çünkü terörizmin Soğuk Savaş öncesindeki algısı ile sonrasındaki algısı aynı değil. Zira Soğuk Savaş döneminde terörizmin “karşı/diğer taraftan” geldiği düşünülüyordu; ancak Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte terörizmin kapsamı genişledi ve daha da karmaşık bir hale geldi.
- Konunun akademik boyutu ne düzeydedir?
Ben akademik kariyerime ilk başladığımda, bu alanda çalışmalar çok zayıftı ve ne yazık ki hala da çok zayıf. Açıkçası, işin teorik yanı çok zayıf, ama bu normal; çünkü terörizm teoriden ziyade pratikte şekillenen bir alan. Yani, terörizm yer çekimi kanunu gibi değil. İlla bu olduğunda ortaya şu çıkar, diyemeyiz. Bir diğer ifade ile, terörizmin teorisi pratikten beslenir.
Bunun yanı sıra, terörizm çok boyutlu bir konu. İşin içinde siyasi tarih, sosyoloji, iktisat, uluslararası ilişkiler, psikoloji vb. gibi birçok alanı kapsıyor, ama bence asıl sosyolojik boyutu çok önemli; çünkü terörizmin en önemli kaynağı geçmiş hesaplardan ve kinlerden ortaya çıkıyor. Bunun en güzel örneği bugün Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde rahatlıkla görülmüyor mu?
- Terörizme dair uluslararası camiada farklı tanımlamalar var. Sebebi nedir?
Açıkçası uluslararası camiada herkesin kendisine göre değer yargıları ve çıkarları var. Haliyle birinin terörist dediğine diğeri terörist demiyor. Yani bir grup düşünün ki, merkezi ve yerleşik otoriteye karşı çıkıyor. Bu grup, mesela Fransa’nın gözünde terörist bir grup gibi gözükürken, Çin’in gözünde bu olay gerilla faaliyeti olarak görülüyor. Bu anlam dikotomisi, özellikle petrol bölgelerinde çok bariz. Mesela, Türkiye PKK’yı yıllardır terörist bir örgüt olarak görürken, birçok ülke bu şekilde bir adlandırma yapmadı. Neden? Çünkü birilerinin çıkarlarına dokunmadı PKK’nın faaliyetleri…
- Terörizm genellikle devlet-dışı aktörler üzerinden düşünülüyor. Ancak, devlet aygıtlarının da terörist faaliyetler yürütmesi mümkün müdür?
Açıkçası bu soru biraz tanımlamayla alakalı. Örneğin, yıllarca Türkiye’yi orantısız güç kullandığına dair suçladılar, ama Türkiye bunu kabul etmedi. Ama bence asıl orantısız güç kullanma ABD’nin Afganistan’daki müdahalesidir. Bir başka örnek olarak, mesela bugün Çin’in Sincan’da yaptıklarını nasıl konumlandıracağız? Onlara göre ülkenin güvenliğini muhafaza etmeye yönelik bir faaliyet, ama size göre devlet eliyle bir terör faaliyeti!.. Çok fazla detaya girmek doğru olmayabilir röportajın genel konusu itibariyle, ama sorunun cevabı ‘evet mümkündür’ ama kime göre ve neye göre?..
- Terörizmin medya ile ilişkisi ne konumdadır?
Güzel bir soru… Bunun en bariz örneklerini son yıllarda bilhassa hiper-terörizm ile görmeye başladık. Mesela, bugün IŞİD bir eylem yaptığında, bunu Facebook’dan da, Twitter’dan da, YouTube’dan da tüm dünya ile paylaşıyor; çünkü medyada ne kadar gergin bir algı yaratırsa, görünürlüğünü arttıracağını ve kamuoyu üzerinde ciddi bir korku ortamı yaratacağını biliyor. Küresel medya kuruluşları da buna çok güzel çanak tutuyor. Ne yapıyor? Sabah-akşam reyting uğruna bunları yayımlamaktan geri durmuyor.
- Tam bu noktada bağlantılı bir soru sormak istiyoruz. Daha önce yayımlanmış bir makalenizde terörizmi ikiye ayırmışsınız: uluslararası terörizm ve hiper-terörizm. Farkları, ortak yönleri ve örnekleri nelerdir?
Bu, aslında yeni bir terim. Çoğu yayında da içi doldurulmuyor. Doldurulmadığı için de, günümüzde anti-terörizm mücadelesi de başarılı oluyor. 1990 sonrasında değişen dünya düzeni ile SSCB baskısından kurtulan coğrafyalarda İslami yaşamın arkasına sığınan gruplarca, önceki dönemlerle alakası olmayan bir Batı karşıtı mücadele başladı. Ama bu gruplar, kendi bölgelerinde ve izole haldeydi. Esas değişim bariz olarak 11 Eylül’de (9/11) görüldü. Dönemin ABD Başkanı tarafından da uluslararası terörizm ile mücadele olarak adlandırıldı ve işin içine NATO dahil edildi. Böylece, Doğu toplumlarından beslenen radikal örgütlerin karşısına bir tür Batı ittifakı çıktı. Bu dönemde meydana gelen terör saldırıları ve bu saldırılara karşı mücadele, aslında kolaydı. Çünkü gruplar birbirleri ile bağlantısızdı, direk destek almıyorlardı ve tabiri caizse kendi yağları ile kavruluyor ve başka coğrafyalarda eylemlerini kendi imkan kabiliyetleri ile yapıyorlardı. Ama özellikle 2003 yılındaki Irak işgali ile Saddam gibi bu topraklara güç kullanarak denge getiren bir diktatör liderin ortadan kalkması, sonradan başlayan Arap Baharı gelişmeleri, bu gelişmeler içinde Kaddafi ve Mübarek gibi liderlerin yok edilmesi ve Suriye süreci, terörizmin yapısını tamamen değiştirdi. Artık izole gruplar yok… Artık kendi başlarına dünyanın değişik alanlarında eylem yapmaya çalışan gruplar yok… Bundan sonra birbiri ile irtibat halinde olan, birbirlerine para, eylemci ve silah/mühimmat aktaran gruplar var. Bugün El Kaide’nin lideri Taliban vasıtası ile Kuzey Afrika’daki Magrep El Kaide’sine talimat verebiliyor, hedef gösterebiliyor. Bugün Boko Haram direk olarak Somali’deki El Şabab’tan mühimmat alabiliyor vs. İşte biz buna hiper-terörizm diyoruz.
- Terörizmin İslamofobya boyutu nedir? Yani İslam’a yönelik saldırı faaliyetlerinde bulunan grupların terörizmi İslam ile ilişkilendirmesinin kasti boyutu?
Tabii, burada bahsedilen husus başta Almanya’da yaşayan Türk ve Müslümanların karşılaştıkları din merkezli düşmanlık. Mao diyor ki; “gerilla balık, halk denizdir”. Denizin olmadığı yerde balık yaşayamaz. Bu da böyle bir şey. Batı ülkelerinde yaşayan Müslüman toplumun içinde terör örgütlerinin hücreleri gizlenebiliyor. Bunu ayırmak neredeyse mümkün değil. Bu da açık bir düşmanlık yaratıyor.
- Son olarak, terörizmin ekonomik boyutu nedir? Nasıl ve nereden maddi kaynak alır?
Çok derin bir konu, ama çok basit bir anlatımla terörizm kaosu sever ve kaosun olduğu bir ortamda güvenlik güçlerinin kontrol mekanizması zayıflar. Böyle bir durumda ise illegal üretim ve dağıtım yolları gelişir. En güzel örneği uyuşturucudur. Bir örnek vermek gerekirse; El-Kaide’nin en önemli gelir kaynağı nedir? Afganistan’da uyuşturucu üretimi… Terörizmin olduğu yerde illegal üretimler dağıtımlar başlar ve bu illegal üretim ve dağıtımların devam etmesi için, bu ortamın devam etmesi gerekiyor. Yani burada birilerinin etkin şekilde beslendiği bir döngü var. Ya da bir başka örnek olarak, Amerika’da paravan şirket kuruyorlar ve ucuza ikinci el araba alıyorlar. Bu arabaları ise terörizmin yoğun olduğu Afrika ülkelerine getirtiyorlar. Böylece terörizme materyal kaynak sağlanmış oluyor. Son olarak da, Güney Amerika’dan Afrika’ya getirilen uyuşturucuların, Magrep El Kaide’si ile ABD’ye ve Avrupa’ya taşınması örneğini vermek istiyorum. Bu örnek bile, terör örgütlerinin okyanus ötesi ilişkilerinin gücünü bize biraz anlatmaya yetiyor.
Röportaj: Hacı Mehmet BOYRAZ & Metin EROL
Dr. Haktan Birsel’in kitaplarını satın almak için;
http://www.kitapyurdu.com/yazar/haktan-birsel/31850.html
http://www.idefix.com/kitap/haktan-birsel/urun_liste.asp?kid=101043