“Tarih tekerrürden ibarettir” sözünün doğruluğu, son günlerde yaşadığımız olaylar yüzünden tekrar kanıtlanmaktadır. 1991’de PKK’ya karşı büyük bir askeri operasyon başlatan TSK, bu süreçte yüzlerce teröristi öldürdü ve bu terör örgütünü çökme noktasına getirdi. Hatta bu dönem için PKK başı Abdullah Öcalan’ın “Devlet isterse bizi bir yıl içinde bitirir” dediği de söylenmektedir. Ancak o dönemde Turgut Özal, PKK’yı bitirmek yerine bu örgütle ateşkes imzaladığını ilan etti. 4-5 ay süren ateşkes sonrası PKK, silahsız 33 eri kurşuna dizerek ateşkesi bozdu. O dönem hakkında yapılan araştırmalarda PKK’nın ateşkes zarfında eski gücüne tekrar kavuştuğu, ölen örgüt üyeleri yerine yenilerini bulduğu, silah ve mühimmat sıkıntısını giderdiği ve 1992’de kaybedilen yerlere tekrardan yerleştiği dile getirilmekteydi. Böylelikle PKK saldırılarına tekrar başladı ve Türkiye’nin kamburu olmaya devam etti.
2002 yılına kadar PKK’ya karşı verilen mücadelelerde örgüt karşısında kesin bir üstünlük kuruldu. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde PKK’nın hareket alanı kısıtlandı. Bu dönemde TSK’nın yaptığı operasyonlarda verdiği kayıplar azaldı ve hatta 2002 yılında sadece 7 şehit verildi. Bu Türkiye’nin yıllarca verdiği mücadelenin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak ekonomik açıdan sıkıntılı bir döneme geçen Türkiye’de, 2002’de yapılan seçimler sonrasında yeni ve liberal söylemlerle AKP iktidar oldu. AKP yönetimindeki Türkiye, izlenilen politikalar nedeniyle tekrardan kayıplar vermeye başladı. 2005 yılına gelindiğinde tekrardan yüzden fazla şehit verilmeye başlandı.
İzlenilen yanlış politikaların yanı sıra, TSK üzerinde yürütülen operasyonlar ve psikolojik savaş TSK’nın savaşma kapasitesine zarar verirken, Barış/Çözüm Süreci çerçevesinde TSK’ya askeri operasyon izninin verilmemesi ve Oslo Görüşmeleri’nin ses kayıtlarından da anlaşılacağı gibi, PKK terör örgütüne Doğu ve Güneydoğu’da tanınan dokunulmazlık sayesinde, PKK iyice güçlendi. AKP yönetimi tarafından “Kürtlerin temsilcisi” çerçevesinde muhatap alınan PKK, bölgede büyük bir hakimiyet alanı kurdu. Bölgedeki askerin ve polisin sadece kışlaya ve karakollara hapsedilmesi, PKK’nın hareket alanını genişletti. Hatta PKK’nın Doğu ve Güneydoğu’da kendisine yakın ailelere silah yardımı bulunduğu da istihbarat bilgileri içindedir. Ayrıca MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in, PKK’lı Sabri Ok’a “Metropolleri bombalarla doldurdunuz biliyoruz” dediği de medyaya yansıdı. Ancak bu süreçte AKP hükümeti gerekli önlemleri almadı.
AKP yönetimi Barış/Çözüm Süreci nedeniyle PKK’ya müdahale etmezken, PKK ise birçok defa adam kaçırma, harç alma, taciz ateşi açma, bombalama ve güvenlik güçlerine saldırı düzenleme eylemlerine devam etti. Bugüne kadar görmezden gelinen bu olaylar neticesinde, PKK bölgedeki egemenliğini sağlamlaştırdı. Çünkü Doğu ve Güneydoğu’daki halk, devlet tarafından PKK’nın kucağına itildiğini düşündü ve ister istemez bu duruma boyun eğdi. 2015 yerel seçimleri sürecinde AKP ve HDP’nin arasında bir gerginliğin var olduğu da gözlere çarpmaktaydı. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur!” sözleri, bu gerginliğin boyutunu gösterdi. PKK’ya yakın gruplar, Erdoğan’a olan tepkilerini “Evet bu ülkede Kürt sorunu yok, Kürdistan sorunu var!” sözleriyle dile getirdiler.
19 Temmuz 2015’te KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli. DAEŞ ve sömürgeci tüm güçlerin her türlü saldırısına karşı köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli. Köyünü, kentini mahallelerini terk etmemeli, yaşam olacaksa da kendi topraklarında, ölüm olacaksa da kendi topraklarında olmalı” sözleri ile bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın Türkiye’deki Kürtlere de hitap ettiği aşikardır. Çünkü, PKK’nın kuruluş bildirisinde Türkiye Cumhuriyeti, Doğu ve Güneydoğu’da bir emperyalist devlet olarak lanse edilmekteydi. Yaşanan bu gelişmelerden sonra, 20 Temmuz 2015 günü IŞİD tarafından yapıldığı dile getirilen bir bombalı saldırı yaşandı. Saldırıda 32 kişi hayatını kaybetti. Saldırıda ölenlerin büyük bir kısmının MLKP üyesi, HDP’li ve PKK sempatizanı olması, Türkiye’deki dengeleri altüst etti. HDP ve Kandil’den yapılan açıklamalarda AKP ve Türkiye Cumhuriyeti suçlu gösterildi. Saldırı sonrası HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise, yaptığı açıklamada Kürtlerin kendi güvenlik önlemlerini almasını istedi. Türkiye partisi olma amacı taşıdığını dile getiren HDP, henüz ilk sınavı veremedi. Bu noktada Bayık’ın açıklamaları ile Demirtaş’ın açıklamalarının paralellik arz etmesi, HDP’nin demokrasiyi ne kadar benimsediğine dair kafalarda soru işaretleri uyandırdı.
Yaşanan saldırı ve açıklamalar sonrasında “Barış/Çözüm Süreci’nin akıbeti ne olacak” diye tartışılırken, önceki gün iki polis PKK tarafından Suruç Saldırısı’na misilleme olarak öldürüldü. Ayrıca birçok yerde güvenlik kuvvetlerine saldırılarda bulunuldu. Dün ise, yine polislere saldırıldı ve bazı kaynaklara göre bir, bazı kaynaklara göre ise iki polis hayatını kaybetti. Yaşanan bu iki saldırı, Barış/Çözüm Süreci’nin PKK nezdinde bittiğini ortaya çıkarmaktadır. AKP de, konu ile ilgili yaptığı açıklamalarda saldırılara gerekli cevabın verileceğini dile getirmektedir. Peki gerekli cevap verilmekte midir?
İlk olarak, TSK’ya hala askeri operasyon izni verilmemektedir. İkinci olarak, Ağrı’da PKK tarafından kurulu olan mahkeme varlığını devam ettirmektedir. Üçüncü olarak, PKK’nın Doğu ve Güneydoğu’da kurduğu kamplar varlığını korumaktadır. Dördüncü olarak, sınır bölgelerindeki PKK kontrolü lağvedilmemiştir. Beşinci olarak, PKK’ya yardım ettiği bilinen gruplar hakkında hukuki işlem başlatılmamıştır.
Sonuç olarak, PKK için Barış/Çözüm Süreci’nin bittiği açıktır. AKP ise, nedensiz bir şekilde bu duruma sessiz kalmaktadır. Ancak Barış/Çözüm Süreci’ni destekleyen ve bu süreçte PKK’ya terör örgütü demeyen hükümet yanlısı birçok isim, yaşanan saldırılar neticesinde PKK’yı tekrardan terör örgütü olarak anmaya başladılar. Özellikle polislere karşı yapılan son saldırılar, AKP içindeki milliyetçi grupların sesinin daha çok çıkmasına neden olmaktadır.
Anlaşıldığı kadarıyla AKP, tarihe Barış/Çözüm Süreci’ni bozan parti olarak geçmek istememekte ve bu süreçte bütün suçu HDP’ye ve PKK’ya yüklemeye çalışmaktadır. Bu sayede, ülkedeki liberallerin desteğini tekrardan kazanmak istemektedir. Ancak AKP, kayıpların artması sonucunda Barış/Çözüm Süreci’ni bozan parti olarak değil, ANAP gibi PKK’nın güçlenmesine neden olan parti olarak tarihe geçebilir. Bu süreçte, AKP liberallerin desteğini kazansa bile, milliyetçi kesimin tamamıyla tepkisine maruz kalacaktır.
Emrah KAYA