Dünyanın gündemi Suriye’de yaşanan gelişmelere odaklanmışken, geçtiğimiz günlerde Güney Kafkasya’dan ilginç bir açıklama geldi. 2008 Ağustos’unda yaşanan Rusya-Gürcistan çatışması sonrası, Rusya’nın askeri ve siyasal koruması altında “bağımsızlığını ilan eden” iki bölgeden biri olan (diğeri Abhazya) Güney Osetya, Rusya’ya katılmayı planladığını gösteren bir hamlede bulunmuştur. Nitekim Güney Osetya Devlet Başkanı Leonid Tibilov, önümüzdeki dönemde Rusya’ya katılmayı öngören bir “halk oylamasına” başvuracaklarını açıklamıştır. Ekonomik kaygılar, Gürcistan tehdidinden tamamıyla kurtulma beklentisi ve Osetya’nın birleşmesi yönündeki talep bağlamında Güney Osetya halkının neredeyse tamamının Rusya’ya bağlanmak istediği de göz önünde bulundurulduğunda, Rusya’nın yeni bir “oldu-bitti”ye imza atmak üzere olduğu açıktır.
Güney Osetya, Kafkas Sıradağları’nın güneyinde yer alan ve SSCB tarafından Gürcistan’a bağlanmış küçük bir bölgedir. Bölgeye ismini veren Osetler, İran kökenli halklardan biri olarak görülmektedir. Büyük çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan olan Osetler, Farsça ile akraba bir dili konuşmaktadır. Rusya Federasyonu’na bağlı Kuzey Osetya ile birlikte, tarihi adıyla “Alania” adını taşıyan bir siyasal/toplumsal geçmişe sahip olan Güney Osetya, SSCB’nin uyguladığı bir “toplum mühendisliği” projesine sahne olmuştur. Zira SSCB, birleşik bir Osetya’nın varlığına “ulusçu bir uyanışa” sahne olabileceği gerekçesiyle karşı çıkmış ve bölgeyi Kafkas Sıradağları’na olan konumuna uygun olarak “Kuzey” ve “Güney” olarak ikiye bölmüştür. Kuzey Kafkasya, Vladikavkaz merkezli olarak Rusya’ya bağlı kalırken, Güney Osetya, Tshinvali merkezli olarak Gürcistan’a bağlanmıştır. SSCB döneminde yapılan bu bölümlenme, birliğin dağılması sırasında da aynen korunmuş ve Osetya, iki devlet arasında (Rusya ve Gürcistan) paylaşılmıştır. Ne var ki, bu durum, Gürcistan’da kalan Güney Osetya’nın Tiflis’e karşı isyan bayrağını açmasını engellememiştir. 1990’lı yılların başında yaşanan etnik boyuta haiz bir çatışma ve iç savaş ile “de facto” olarak Gürcistan’dan kopan ve bölgedeki Gürcü kökenlileri de kovan Tshinvali, 2008 yılında yaşanan Rusya-Gürcistan Çatışması’nın ardından “bağımsızlığını ilan etmiş” ve Rusya tarafından da bu bağımsızlık tanınmıştır. Bugün Rusya’nın dışında Venezuela, Ekvador, Nauru gibi ülkeler tarafından tanınan bu bağımsızlık, Gürcistan tarafından, kendi topraklarına yönelik bir Rus müdahalesi olarak görülmektedir. Bu hamleyi, Rusya’nın, ABD ve Batılı aktörlerin “Kosova’nın bağımsızlığına” verdikleri desteğe bir “cevap” olarak görmek de mümkündür. Zira Kosova’nın bağımsızlık ilanı da Sırbistan’ın karşı çıkmasına rağmen ve “self-determinasyon” hakkının kullanımı noktasında ciddi itirazlara karşın gerçekleştirilmiştir.
Güney Osetya’nın, BM ve dünyanın geneli tarafından kabul edilmeyen bağımsızlık ilanının üzerinden 7 yıl geçtikten sonra Rusya’ya bağlanma yönünde bir hamle anlamına geleceği açık olan “halk oylaması” seçeneğini devreye sokacak olması, “Putin Doktrini” denebilecek uygulamanın Ukrayna’dan sonra Gürcistan’da da devreye sokulması anlamına gelmektedir. Putin Doktrini, eski SSCB topraklarında yer alan ve “Rus kökenlilerin” çoğunluğu oluşturduğu ya da “Rusya yanlısı” halkların yaşadığı ve ayrılıkçı/Rusya’ya bağlanma yanlısı dürtülere sahip bölgelere, gerektiğinde siyasal, ekonomik ve hatta askeri destek vererek, onların ayrılık ya da Rusya’ya bağlanma yönünde gerekli hamleyi yapmalarının sağlanması anlamına gelebilir. Nitekim Rusya, bunu ilk kez Ukrayna’da Kırım özelinde işletmiş ve Kırım sokaklarına yayılan “kimliği belirlenemeyen, maskeli askerler” eliyle bir yandan bölgenin güvenliğini alırken, diğer yandan da çoğunluğun Rus kökenli ve Rusya’ya bağlanmak isteyenlerden oluştuğu yarımadanın Rusya’ya bağlanma yönünde bir karar almalarını da sağlayarak, Kırım’ı “ilhak etmiştir”.
Rusya, aynı oyunu şimdi de Güney Osetya’da oynamaya çalışmaktadır. Nitekim 2008 yılında bağımsızlığını ilan eden bölgeyi “fiilen” Rusya Ordusu’na bağlı askerler korumakta, bölgedeki ekonomik işleyiş neredeyse tamamen Rusya üzerinden yürütülmekte ve bölge halkı neredeyse tamamen Rusya’ya bağlanmayı istemektedir. Bu bağlamda, Leonid Tibilov’un Rusya’ya bağlanma konusunu “halk oylamasına” sunacaklarını söylüyor olması, bölgenin Rusya tarafından ilhak edilmesinin yalnızca bir zaman meselesi olduğunu göstermektedir. Rusya, Güney Osetya’da düzenlenecek bu halk oylamasını kendisi için “en uygun” zamanda yaptıracaktır. Bu bağlamda da, özellikle Suriye ve Ukrayna’da yaşanacak gelişmeler önemli bir rol oynayacaktır. Rusya, bu iki ülkedeki gelişmeleri kendi lehinde bir sonuç verecek bir görünüme büründürmek için Güney Osetya ve hatta Abhazya gibi elinde tuttuğu “kozlarını” Batı’ya karşı kullanabilecektir. Hatta Rusya’nın elinde tuttuğu bu kozlar yalnızca Gürcistan içerisinde yer alan Güney Osetya ve Abhazya ile sınırlı değildir. Eski Sovyet coğrafyasında yer alan birçok ülkede Rusya’nın kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceği “donmuş çatışma bölgeleri” yer almaktadır. Kırım ve Güney Osetya ile Abhazya dışında, bunlardan en bilinenleri Dağlık Karabağ (Rusya, bu sorun üzerinden Azerbaycan’ın dış politika manevralarını kontrol altında tutarken, Ermenistan’ı tamamıyla kendisine bağlamış durumdadır) ve Transdinyester’dir (Moldova’da yer alan bu ayrılıkçı bölge, ülkenin NATO ve AB ile ilişkiler bağlamında son derece çekingen hareket etmesine neden olmaktadır). Hatta Rusya, Kosova’nın bağımsızlığını da tanımayarak, gerek Sırbistan’a destek olmakta, gerekse de Çin ile birlikte, BM’de bu bağımsızlığın tanınmasını engelleyen en önemli aktörlerden biri olarak arz-ı endam etmektedir.
80 bin nüfuslu küçük bir bölge olan ve esasen “devlet olma kapasitesine” haiz olmayan Güney Osetya’nın statüsü, küresel/bölgesel güçler arasındaki güç ve etkinlik mücadelesine konu olmuş durumdadır. Aslında bu küçük bölgenin, Rusya içerisinde yer alan Kuzey Osetya’ya bağlanmasını Rusya da çok fazla arzulamamaktadır. Zira böylece Osetya adında ve Oset kimliğine eklemlenmiş bir siyasal yapı oluşabilecektir. Kuzey Kafkasya’da etnik kimliklere entegre olmuş bu tarz bölgeler nedeniyle çıkan sorunlar ile uğraşan Rusya, yeni bir sorun odağının doğmasını istemeyecektir. Ancak Osetlerin, Ortodoks Hıristiyan olması ve oluşacak Osetya’da dahi nüfusun en fazla yarısını oluşturabilecek bir sayıya sahip olmaları, Rusya için riski azaltabilecek faktörler olarak görülebilir.
Batı ile Rusya arasında, Avrasya ve Ortodoğu odaklı olarak süregelen güç mücadelesi, Putin’in öngördüğü “çok kutupluluk” ile Batı’nın “hegemonya” talebinin çatışıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu minvalde, Ukrayna ve Suriye’de yaşanan gelişmeler önemli birer “fay hattı” oluşturmuş durumdadır. Rusya’nın, Putin Doktrini olarak da adlandırılabilecek olan, eski Sovyet coğrafyasındaki etnik/dinsel bağlamda belirmiş “donmuş çatışma bölgelerini” kendi çıkarları doğrultusunda kullanma arayışı ise, Güney Osetya gibi bölgelerin toplumsal yönelimlerinin ve siyasal taleplerinin küresel/bölgesel bağlamda ses getirir hale gelmesine neden olmaktadır. Bugün Güney Osetya ile başlayan süreç, yarın Abhazya, Transdinyester ve hatta Dağlık Karabağ bölgelerinin statüsüne ilişkin tartışmalar ve “oldu-bittiler” ile farklı bir boyuta varabilir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU