Milli Mücadele döneminde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında atılan dostluk ve dayanışmanın temelleri bugüne kadar iniş ve çıkışlar yaşanmış olsa da, 1920 yılından bu yana en kırılgan ve hassas dönemini geçiriyor. Bilindiği üzere, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı vermiş olduğu mücadelede Sovyetler Birliği iktisadi yardımda bulunmuş ve imzalamış olduğu Brest-Litovsk Anlaşması ile 1. Dünya Savaşı’ndan çekilerek, Türkiye’nin doğu cephesinin güvenli hale gelmesini sağlamıştır. Bu da, Türkiye’yi savaştığı diğer cephelerde rahatlatmıştır. Soğuk Savaş döneminde, özellikle Stalin’in ölümüne kadar, Sovyetler, Türkiye’den toprak ve boğazlardan hak iddia etmiştir. Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev dönemi ile Stalin politikalarının terk edildiği açıklanmış; fakat Türkiye, bir NATO üye ülkesi olarak Batı güvenlik ve politik şemsiyesi altında yerini almıştır.
SSCB’nin Doğu Akdeniz Politikası
Türkiye, Soğuk Savaş sona erene kadar SSCB ve ABD arasında bölgesel politikaların belirlenmesinde anahtar ülke olmuştur. Sovyetlerin Orta Doğu politikasında Türkiye, ABD’nin Orta Doğu’daki sözcüsü rolünü üstlenmiş, somut netice alınamamasından dolayı Türkiye Arap ülkeleri ile eşitlik ve saygı çerçevesinde ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. 1972’den itibaren Sovyetlerin Suriye ve Irak’taki Baas rejimi ile yakın bağ kurması, ülkenin imparatorluk stratejisi olan Akdeniz politikaları ile yakından alakalıydı.
Enerji, Rus dış politikası ve enerji politikalarını belirlemektedir.
Soğuk Savaş döneminde Doğu Avrupa, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Baltıklardan Pasifiklere kadar geniş bir alanda nüfuzu olan SSCB, bu coğrafyalardan çekilmesinden sonra en çok Kafkasya ve Orta Doğu’da siyasal var olmak istemiştir. 1991 sonrası Rusya’nın dış politikası ve mali stratejileri enerji üzerine şekillenmiştir. Çünkü devasa enerji rezervleri, Rusya’nın enerji kartını dış politikada her fırsatta kullanma şansını verirken, jeopolitik konumu enerji geçiş güzergahları üzerindeki otoritesini de pekiştirmektedir. Bu bağlamda Rusya için Avrasya politikasının istikrarı ve gücü önem kazanırken, Orta Doğu politikasının da bu sürece entegrasyonu Rus ulusal menfaatleri gereğidir.
Tartus limanı Rusya’nın bölgede var olma nedenlerinden biridir.
Suriye, Rusya’nın Orta Doğu siyasetinde anahtar ülkelerden biridir. Ekonomik ilişkilerinin yanı sıra Doğu Akdeniz’in güvenliğinde jeopolitik ve askeri anlamlar taşıyan Suriye, Tartus limanını Rusya’nın deniz üssü olarak kullanmasına izin vererek Rusya’nın Akdeniz politikasında vazgeçilmez konuma yerleşmiştir. Dolayısıyla Esad rejiminin akıbeti, Rusya’nın Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmasının devamlılığı bakımından büyük önem arz ediyor.
IŞİD’in yapılanmasında Rusya’nın ve ABD’nin etkileri görülüyor.
Arap Baharı sürecinin Esad muhaliflerinin oluşmasıyla Suriye’ye sıçraması, bölgeye ABD başka olmak üzere Batılı güçlerin nüfuz etmesini kolaylaştırmıştır. Özgür Suriye Ordusu adı altında ve daha sonra birçok rejim muhalifi grubun ortaya çıkmasıyla, Suriye, birden fazla yapılı ve parçalı bir sisteme doğru ilerliyor. Başlarda IŞİD coğrafyada Sünni bir devlet kurarak ve Saddam Hüseyin’in intikamını ABD ve işbirlikçi Şii gruplardan almak isterken, şimdi para basan, petrol ihraç eden, bünyesinde birçok akademisyen, iyi meslek sahibi ve dünyanın neredeyse her yerinden destekçisi olan bir “terör örgütü” haline geldi. IŞİD’in kullandığı silahlar, Amerikan ve Rus yapımı, Orta Doğu’da IŞİD odaklı ticaret yapanların da daha çok ABD ve Rus iş adamları olduğu görülmektedir. Zaten bir terör örgütünün finansal desteği olmadan yaşayamayacağı düşünüldüğünde, siyasal söylem ile ticari menfaatlerin aynı çizgide buluşamadığı aşikardır.
Rusya ve İran yalnızca İsrail üzerinde anlaşamıyor.
Rusya’nın Suriye’deki müttefiki İran’ın, bölgede 200.000 savaşçısı yer alıyor. Tahran’ın paramiliter güçleri, düzenli Suriye ordusundan bile daha kuvvetlidir. Elbette İran da, Esad rejiminin sürekliliği ile bölgedeki konumunu güçlendirmek istiyor. Bunun için de, Rusya ile birlikte ortak düşman IŞİD’e karşı savaşıyorlar. Fakat Rusya ile İran’ın bölge siyaseti perspektifinde ayrıldıkları nokta, Esad rejiminin İsrail karşıtı olması nedeniyle İran ile Hizbullah arasında köprü vazifesi görmesidir. Diğer taraftan Moskova yönetimi, İsrail ile temasını yitirmeyerek çift taraflı gerginlikten kaçınmaktadır.
İran’ın mezhep kartı Sünni monarşileri tedirgin ediyor.
Suudi Arabistan, Katar ve diğer Sünni monarşiler, Esad rejiminin mutlaka devrilmesi gerekliliğini İran’ın mezhep kartını kullanarak bölgede otoritesini güçlendirecek olmasına bağlamaktadır. Türkiye ve ABD önderliğindeki koalisyon güçleri de aynı görüştedir. Viyana görüşmeleri sonrası geçiş hükümeti ile birlikte ülkenin seçime gideceği kararı alınsa da, siyasi bütünlüğü parçalanmış bir Suriye’deki seçim sürecinin meşruluğu tartışmalı olacaktır. Fakat Esad rejiminin de kısa vadede yıkılamayacağını Rus söylemleri ışığında düşünecek olursak, süreç çok parçalı ve atomize olmuş bir Suriye’ye doğru gitmektedir.
Rus jetinin düşürülmesi ilişkileri kopma noktasına getirdi.
Rus savaş uçağının Türk hava sahasını ihlal etmesi sonrasında tüm ikazlara rağmen Rus jeti ihlale devam etmiş; Türkiye de angajman kuralları dahilinde uçağı düşürmek zorunda kalmıştır. Daha önce de Türk hava sahasını ihlal eden Rusya’ya karşı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunun uluslararası hukuk kaidelerine aykırı olduğunu ve bir daha olmamasını arzu ettiğini belirtmişti. Fakat Rusya’nın Suriye’de Esad rejiminin karadan kendisinin havadan IŞİD’e karşı yürüttüğü harekatta ısrarla Türk hava sahasını ihlal etmesi neticesinde uçağın düşürülmesi, iki ülke arasındaki dostluk ve ortaklık ilişkilerine gölge düşürmüştür.
Taraflar aşırı ifadelerden kaçınmak zorundadır.
Rusya, Türkiye’ye karşı yaptırımların sadece ekonomik anlamda olmayacağını ifade ederken, Türkiye ise bir NATO üyesi ülke olarak Rusya’nın daha dikkatli hareket etmesini istiyor. Artan ticaret hacmi ve yüksek düzeyli enerji anlaşmaları ile Türkiye-Rusya arasında yakın zamana kadar esen bahar rüzgarları, şimdilerde sona ermiş gibi görünüyor. Rusya’nın aşırı milliyetçi kanadı, tekrar Türkiye’den boğazlardan hak ve toprak talep etmek gibi hukuksuz iddialarda bulunurken, diğer kesimler ilişkilerin zamanla yeniden rayına oturacağından umutludur.
Türkiye alternatif enerji pazarlarına yönelebilir mi?
Her ne olursa olsun, Rusya Türkiye’ye gaz sevkiyatı yapmaya devam edecektir. Fakat krizi Türkiye nasıl fırsata dönüştürebilir, onun hesabı iyi yapılmalıdır. Türkiye, doğalgaz ihtiyacının hemen hemen hepsini dışarıdan karşılarken, % 85 oranında gazı Rusya, İran ve Azerbaycan’dan alıyor. Alternatif ve daha ucuz maliyetli doğalgazın temini içinse Türkiye hemen görüşmelere başladı. Örneğin Başbakan Davutoğlu’nun Bakü ziyaretinde, Cumhurbaşkanı Aliyev’den TANAP Projesi’nin bir an önce hayata geçirilmesi istenmiştir. Aynı şekilde Katar ile yeni bir doğalgaz anlaşması yapılacak ve İran’dan gaz sevkiyatında artış talep edilecektir. Bunun yanı sıra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 11-12 Aralık tarihlerinde yapacağı Türkmenistan ziyaretinde Türkmen gazının temini konuşulacaktır. Fakat görüldüğü üzere, Türkiye’nin alternatif olarak düşündüğü çoğu ülke Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü ve Avrasya stratejinin merkezleri olarak gördüğü ülkelerdir. Dolayısıyla askeri harcamalara son dönemde hız veren, fakat ekonomisi buna pek de müsait olmayan Rusya’nın, Türkiye ile ekonomik ilişkilerine ara vermesi ekonomisine büyük yük getirecektir. İki ülke de, bir an önce diplomatik yollardan ilişkilerin normal seyrine girmesi için çaba göstermelidir.
Sonuç
Yeni bir Avrasya kimliği peşinde olan Rusya için, Orta Doğu’nun Avrasya Birliği ile entegre olması son derece önemlidir. Böylelikle ekonomik gelişmesini politik gücü ile birleştirmeyi planlayan Rusya, dünyada kendine yer arayan pek çok ülke için cazibe merkezi olacaktır. Ardından Asya-Pasifik politikasını ABD’ye karşı hamleler ile ortaya koyacak olan Moskova yönetimi, Avrasya bölgesinin lideri konumuna gelebilir.
Bu perspektiften değerlendirdiğimizde, Suriye’nin ve Orta Doğu’nun geleceğinde söz sahibi olması, Esad rejiminin devamlılığı ile İran’ın bu sürecin içinde olmasına bağlıdır. Rusya ve Türkiye’nin fevri politikalar yürütmesi, her iki tarafa da kazanç sağlamaz. Rusya’nın “Avrasyacılık” fikrinden ürettiği bu politikalar, Türkiye’nin laik ve Müslüman bir ülke olması ve stratejik konumunun katkısıyla önemli bir NATO ülkesi olmasından hareketle, bu ülkeyi Asya-Doğu ile Arap dünyası arasında “tampon kordonu” olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle, Türkiye-Rusya gerginliği en kısa sürede tarafların samimi uzlaşısı ile ortadan kaldırılmalıdır.
Haftanın Sözü: “Dünyadaki bütün sorunları halletmek zorunda değilsiniz. Fakat sorunların halledilememesinin sorumluluğunu karşı tarafa yükleme becerisini göstermelisiniz.” – ABD Ulusal Güvenlik eski Danışmanı Henry Kissinger
Furkan KAYA