SAVAŞLAR YENİ SAVAŞLAR ÜZERİNE KULUÇKAYA YATIYOR

upa-admin 16 Aralık 2015 1.479 Okunma 0
SAVAŞLAR YENİ SAVAŞLAR ÜZERİNE KULUÇKAYA YATIYOR

Bir ülkenin coğrafyası değişmez, sabit bir faktördür. Fakat coğrafyasının belirlemiş olduğu jeopolitik özelliklerin diplomatik boyutu, uluslararası güç dengelerindeki değişikliklere göre yeniden yorumlanabilen dinamik bir değişkendir. Bugün Türkiye’nin çevre coğrafyasında cereyan eden gelişmeler ve sınırdaş ve sınır aşan ülkeler ile jeopolitik ilişkilerinin temeli de işte bu dinamizmden etkilenmektedir. Bilhassa Orta Doğu coğrafyasının yapısının, bölgenin Afro-Avrasya ana kıtası dahilindeki merkezi konumu ile yakından alakalı olduğu görülüyor. Demek oluyor ki, bugün büyük güçlerin “vekalet savaşı” yürüttükleri Orta Doğu’nun kaderi, aynı zamanda Afrika-Avrasya, yani kısaca Afro-Avrasya’yı  da ilgilendirmektedir.

Küresel hakimiyet mücadelesi Rusya ve ABD’yi birbirine bağımlı kılıyor.

Soğuk Savaş sürecinde dünyanın iki güç şemsiyesi altında toplanması, küresel hakimiyet mücadelesinin ABD ile Sovyetler Birliği arasında gerçekleşmesine neden olmuştur. Bu iki kutuplu dünya düzeninde yer alan güçler, birbirleri üzerinde caydırıcılık hamleleri sayesinde üstünlük sağlamaya çalışmıştır. Nitekim Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, ABD’yi bir müddet ekonomisi ve savunma sanayisiyle “tek süper güç” konumunda uluslararası anlaşmazlıklarda ve anlaşmalarda son sözü söyleyen bir otorite konumuna getirmiştir. Fakat Putin’in Rusya Devlet Başkanı seçilmesiyle birlikte, Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü Orta Asya ve Hazar havzasında yer alan ülkeler ile yeniden diyalog kurması, özellikle Çin-Hindistan ülkeleri ile Asya-Pasifik politikasına yön vermesi ve Doğu Akdeniz politikasını yeniden canlandırması, Rusya ile ABD’yi yeniden satranç tahtasına oturturken, gelişmekte olan ülkelerinde kilit roller üstlenmesini sağlamıştır.

Ünlü stratejist Mahan, ABD’li yöneticilere iki temel stratejik hedef göstermiştir. Bunlardan ilki, savaşların daima Amerika’dan uzak denizlerde olması gerekliliği, ikincisi ise, Avrasya ana kıtasındaki gelişmeleri yakından takip edilebilmesini sağlayacak ittifaklar zincirinin tesis edilmesi. Yani hem ABD, hem de Rusya Avrasya’yı saran yarımadalardan oluşan kuşağın, Orta Doğu’dan Çin’e kadar uzanan merkezi hatta taktik manevraları yapacakları bir rekabet sahası oluşmuş oluyor.

Davul ABD’nin boynunda, tokmağı Rusya’nın elinde.

Rusya ve ABD, küresel menfaatlerinin birbirleri üzerinde baskı ve caydırıcılık oluşturması için ihtiyaçlarının güçlü bölgesel politikalar olduğunun farkındalar. Avrasya stratejilerinin işlevselliği, bugün Orta Doğu’daki pozisyonlarına göre belirlenecek. Rusya, Enver Sedat’ın kendilerini Mısır sınırları dışına itmesinden bu yana 50 yıldır Orta Doğu denkleminin dışındaydı. Fakat Başkan Putin’in koalisyon güçleri ile birlikte Suriye’de IŞİD’e karşı başlattığı askeri operasyonlar ve Esad’a sürdürdüğü destek, Rusya’yı yeniden bu denklem içine yerleştirmiş oldu. Artık Batı, eskisi kadar Esad rejimine karşı muhalif olarak gözükmüyor. Sanki yeni düzen, Rusya’nın istediği doğrultuda şekilleniyor. Adeta Esad’a düşman olan güçler, Putin’in oyunun yeni kurallarını belirlemesini bekliyor.

Esad yeniden hakim güç olabilir mi?

Artık neredeyse tüm dünya, Rusya’nın Suriye’de IŞİD’e karşı yürüttüğü operasyonun aslında tüm Esad rejimi muhaliflerine karşı olduğunun farkında. Bölgedeki bazı muhalif grupları Batı desteklerken, diğerler grupları ise Körfez ülkeleri ve Türkiye destekliyor. Diğer taraftan koalisyonun hava saldırıları IŞİD hedeflerini bombalıyor, Rusya destekli Esad güçleri de muhalifleri vurmaya devam ediyor. Son dönemde Rusya, Suriye’ye uçaklar, zırhlı araçlar ve istihbarat desteğiyle 2000 kişilik askeri güç konuşlandırdı. Tabiatıyla bu endirekt de olsa Esad’ı güçlendirmiş oldu. Öyleyse Rusya’nın bu denli Suriye’de gücünü arttırması, Esad’ı yeniden hakim güç kılamaz mı? Bu soruya cevap aramak gerekir.

Kafkaslardan gelen Rus cihatçılar Putin’i tedirgin ediyor.

Savaşın devam ettiği Suriye’de, IŞİD, Suriyeli Kürtler ve çoğu İslamcı olarak kendilerini niteleyen rejim karşıtı güçler var. Esad’ın askerlerinin sayısı da 250 binden 125 bine inmiş durumda ve yerel güçler ile Hizbullah’ın da içinde yer aldığı Şii gönüllüler tarafından desteklenen askerler de buna dahil. Buna karşılık, Rus istihbaratı Suriye’deki muhalif gruplara katılmak üzere birçoğu Kafkaslardan gelen ve Müslümanlardan oluşan yaklaşık 2000 civarında Rus cihatçı olduğunu belirtmektedir. Elbette dünyanın dört bir yanından gelen ve bilhassa IŞİD saflarına katılan “cihatçılar”, Rusya’yı tedirgin ediyor.

Netanyahu’nun Rusya ziyareti Suriye’de kimi muhatap aldığının kanıtı.

Orta Doğu’da “çift kutuplu” bir güç mücadelesine tanık olunurken, Asya-Pasifik bölgesinde içinde ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya’nın da yer aldığı “çok kutuplu” bir güç savaşını görüyoruz. Rusya, ABD’nin Orta Doğu’da etkisini kırmak için “Şii Hilali” stratejisini İran, Irak, Suriye ve Kuveyt ile birlikte uygulamak istiyor. Rusya ve İran’ın Suriye’de Esad’ın ayakta kalması için birbirlerinin politikalarına destek vermesiyle, rejim dostu Hizbullah da güçleniyor. Yani ABD’nin en çekindiği şu senaryo akıllara geliyor; Rusya’nın Esad’ı desteklemesiyle aynı paralelde İran ve Hizbullah’ın güçlenmesi, İsrail’in Golan sınırını tehlikeye atmış oluyor. Artık İsrail, Suriye’de Rusya ile diyalog kurmak zorunda. Netanyahu’nun Kremlin ziyareti ise, bu düşünceyi destekler niteliktedir.

Sonuç

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde “güvenli bölge” kurma fikrinin, Rusya’nın müdahil olmasıyla artık hayata geçmesi oldukça güç. Ayrıca karadan güvenli bölgeyi koruyacak emniyet mekanizması oluşturmak da risk oluşturuyor. Rusya’nın nihai amacı, koalisyon güçleri ile IŞİD’e karşı savaşırken, Doğu Akdeniz’de kalıcı bir askeri üsse sahip olmak. Çünkü Suriye’de Esad’lı veya Esad’sız her senaryoda  Lazkiye üssü güvenli bölge haline gelecek. Rejimin çökmesi ihtimalinde bile, Rusya, Lazkiye bölgesinde kendi himayesinde küçük bir Rus yanlısı devlet kurulmasını bile sağlayabilir.

Orta Doğu’da harekete geçme riski, hiçbir şey yapmama tehlikesine dönüşmek üzere. Bölgede çok daha karmaşık ve öngörülemeyen yeni aktörlerin yeni sorunlar doğurması idareyi daha zor hale getirecek. Dolayısıyla savaşların yeni savaşlar üzerine kuluçkaya yatmaması için, daha öngörülebilir bir dünya düzenine ihtiyaç var.

Haftanın Sözü: “İnsan ancak kendisini özgürleştirebilir ama kimse de başkaları olmadan özgürlüğüne kavuşamaz.

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.