SSCB’nin çöküşünden sonra tek kutuplu sisteme (yönetim merkezine) dayalı yeni dünya düzeni ortaya çıktı. Küreselleşme sürecinin geniş kapsam aldığı ilk aşamada, yeni dünya düzeni daha çok ekonomik ve askeri faktörler üzerinde gelişmeye başladı. Fakat 21. yüzyılın jeosiyaseti bağlamında ortaya çıkan yeni siyasi eğilimlere paralel olarak, küreselleşme süreci küresel yönetim zorluklarını güncelledi. Bundan sonra, hegemon güçlerin elde edecekleri dünya egemenliğini esaslandıran teori ve kavramsal kaynaklar ortaya çıkmaya başladı. Örneğin, meydana çıkan “Mondializm” kavramı ulusal devletlerin işlevselliğini kaybetmesi ile mümkün olan “global devlet”in oluşumu ve dünyanın tek merkezden idare edilmesi görevini kendisinde yansıtıyordu…
Fakat küresel yönetim ilkelerinin sırf jeopolitik çıkarlara uygun olarak belirlenmesi, daha doğrusu, ortaya çıkacak yeni jeoekonomik eğilimlerin, genellemelerin göz önünde bulundurulmaması yeni dünya düzeninin perspektifini kuşku altına aldı …
Yeni Dünya Düzeni’nin Yeniden Biçimlendirilmesi ya da Dünya Yeni Jeoekonomik Dönüşüm Eşiğinde…
Bu aşamada jeoekonomik değişime zemin yaratan eğilimler gözlemlenmeye başladı. Belli olduğu gibi, dünya ekonomisinde önemli süreç ve genellemeler “G-7” denen ekonomik devler tarafından belirlenir ve yönetiliyor. Bu durumda, yeni dünya düzeninin yeniden şekillendirilmesi veya köklü değişikliği işte bu aktörlerin ekonomik karar ve hareketlerinden geçiyor. Fakat tekrarlanan küresel ekonomik krizler sistemin değişikliklere açık olduğunu veya yenilenme gerekliliğini ortaya koyuyor. Peki bu süreci şertlendirecek potansiyel mekanizma nedir? Önde gelen stratejik araştırma merkezlerinin nihayi kanaati şudur ki, bu, esas itibariyle, yükselen ekonomik güçlerin karar ve davranışlarına bağlıdır. Peki bu özneler nelerdir?
Araştırmalar gösteriyor ki, en yeni dünya düzeni özellikle yeni ekonomik genellemeler esasında biçimlenebilir. Bu ise belirttiğimiz gibi, küresel ekonomiye yeni düzen ve gelişme yönleri getirme potansiyeline sahip alternatif öznelerin güç mekanizmasına bağlıdır. Şimdiki aşamada bu, “G-7″ye alternatif olarak gösterilen “E-7″nin (Brezilya, Rusya, Çin, Meksika, Endonezya, Türkiye, Hindistan – “E” – emergency) şahsında nitelendiriliyor. Ama şu aşamada söz konusu mekanizmanın aktif olması için dünya ekonomisinin ademiliği gerekir, yani yönetimde bölgesel aktörlerin kaynakları seferber edilerek küresel ekonomiye etki imkanları artırılmalıdır. Şimdiki aşamada ise bu, ön görülmüyor, dolayısıyla, bu tür yapısal-kalite değişikliği ortamüddetli vadede görülebilir.
Ekonomik Öznelerin Jeopolitik Rekabeti Bağlamında Uluslararası İlişkilerin Perspektifi
Dünya ekonomisinde böyle bir potansiyel değişim, kuşkusuz, mevcut hegemon güç merkezlerinin alternatif hareketlerini şertlendirir. Bu, bir yandan, hegemonluğun muhafaza edilmesine hizmet ediyorsa, diğer taraftan, mevcut kriz eğilimlerinin giderilmesine hesaplanmış. Özellikle de, “Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi”nin özellikle şimdi yeniden güncelleşmesinin temelinde duran nedenlerden biri de egemen güçlerin ekonomisindeki gizli krizin giderilmesi niyetidir. Öyle ki, lokomotif ülkelerin ekonomisi daha önce artış temposuna sahip idiyse, şu anda bu eğilim müşahede edilmemektedir. Bu bağlamda yeni stratejik hamlelerle ekonomik kaynakları denetim altına alan, aynı zamanda, esas petrol tüketicisi rolünü oynamaya çalışan söz konusu dev jeopolitik öznler, dünya çapında ekonomisi petrol fiyatlarına bağlı olan yeni ekonomik sistem oluşturmaya çalışıyor. Bu, hatta gelişmiş ülkeler için de ciddi tehdit demektir. Bu stratejik plan çerçevesinde, özellikle de Avrupa Birliği (AB), Japonya hedefe alındı. Çünkü şu anda Japonya petrol ihtiyacının % 80`ini, AB ise % 30’unu tüm dünyadaki enerji kaynaklarının üçte ikisinin toplandığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki kaynaklar hesabına ödüyor.
Elbette, ekonomik kutuplar arasında böyle bir jeopolitik rekabet karşı senaryoların da gerçekleşmesi ihtimalini ortaya koyuyor. Yani süreçler bağlamında gelişme ön görülse de, kaotik eğilimler ve yeni küresel kriz de ortaya çıkabilir.
21. Yüzyılın Jeostratejik gerçeği ve En Yeni Dünya Düzeni
Diğer bir husus şudur ki, söz konusu küresel siyasi-ekonomik süreçler modern uluslararası ilişkiler sisteminin teorik-kavramsal tabanına da belli etkiler göstermektedir. Genel olarak, küreselleşme süreci ve “global devlet” düşüncesinin gerçekleştirilmesi yönünde gerçekleştirilen stratejik önlemler beraberinde uluslararası siyasi leksikona birkaç yeni kavram, deyim ve sav kazandırdı:
- Jeosiyasi uygarlık – klasik uygarlık kavramından farklı olarak dünya siyasi sisteminin egemen aktörlerinin siyasi kültürlerini ifade eden kavramdır;
- Dünyanın siyasi başkenti – jeopolitik konumunun yarıçapının tüm dünyayı kuşattığı hegemon güç merkezi (ülke);
- “Bilgi-Enformasyon Teknolojileri yüzyılında dünyanın merkezi, doğusu veya batısı yoktur. Bu aşamada coğrafi yönler simgesel nitelik taşıyor”;
- Yeni dünya düzeni SSCB’nin çöküşü sonucu oluşan tek kutuplu düzen çerçevesinde oluştu. En Yeni Dünya Düzeninde ise tek kutuplu sistemin merkezinde sanal mekanı denetleyen jeostratejik güçler duracak. Bunları “ağ yönetimi”nin (Netokrasi) sahipleri adlandırmak mümkündür;
- Küresel yaşam tarzı – küreselleşme çerçevesinde tebliğ edilen homojen ve egemen kültür unsuru. Bu sadece kültüre ait değildir ve siyasi, ekonomik alanları da kapsamaktadır. Örneğin, siyasi liberalizm milli devletlerin küresel yaşam tarzıdır. Veya piyasa ekonomisi dünya ülkelerinin ekonomik hayat tarzı gibi nitelendirilebilir.
Elbette, bu listeyi artırmak mümkündür, ama sadece belirtilenler de küreselleşme bağlamında dünya düzeninin değişikliğe uğradığını ve yeni jeostratejik döneme ayak basıldığını göstermektedir. Bu açıdan, uluslararası ilişkiler sisteminin geleceği ulusal devletlerin geleneksel işlevselliğini kaybetmesi ve küresel yönetim mekanizmasının oluşturulmasına eşlik edilecektir. Bu, 21. yüzyılın jeostratejik gerçekleri bağlamında En Yeni Dünya Düzeni olarak değerlendirilmiş olabilir.
Nurlan GELENDERLİ