SİYASET, ŞİDDET VE MEDENİLİK: KARABASANLAR İÇİNDE TÜRKİYE

upa-admin 11 Nisan 2016 2.159 Okunma 0
SİYASET, ŞİDDET VE MEDENİLİK: KARABASANLAR İÇİNDE TÜRKİYE

Marie-Claaire Caloz-Tschoop (Derleyen), Etienne Balibar, Pınar Selek, Ahmet İnsel, Şiddet, Siyaset ve Medenilik: Karabasanlar İçinde Türkiye, İstanbul: İletişim Yayınları, 2014.

1999 SIDDETKARABASAN.indd

Şiddet, Siyaset ve Medenilik: Karabasanlar İçinde Türkiye adlı ince kitap, üç farklı ismin farklı konular ama genel itibariyle şiddet üzerine odaklanmış yazılarının derlemesidir. Kitabın birinci bölümünde Pınar Selek Türkiye’de feminist ve anti-militarist hareketleri anlatmakta, ikinci kısımda Ahmet İnsel’in “Otoritarizm ve Şiddet: İblisler Karşısında Türkiye” adlı yazısı yer almakta, son kısımda ise Etienne Balibar’ın “Şiddet ve Siyaset: Bazı Sorular” adlı bitiş yazısı bulunmaktadır. Bu yazımda, bu kitapta yer alan üç yazıyı değerlendirmeye çalışacağım.

———————————————————————————————————

Selek, “Ahtapota Karşı Kesişen Mücadeleler: Türkiye’de Feminist ve Anti-militarist Hareketler” adlı makalesinde, birey olarak bizlerin belirli iktidar ilişkilerinde kategorize edilen yaşam biçimlerinde tutsak olduğumuzu belirtir. İnsanı özgürlüklerinden mahrum bırakan iktidar ilişkilerine karşı, yeni bir siyaset tarzına ihtiyaç duyduğumuzu söyler. Özgürlük arayışının insanların toplumu nasıl okuduğuyla bağlantılı olduğunu vurgulayan Selek, milliyetçilik, yaş hiyerarşisi, heteroseksizm gibi kalıplaşan söylem ve iktidar ilişkilerine karşı özgürlük arayışının tutarlı bütüncül ve karşı siyaseti gerektirdiğinin altını çizer. Özgürlük arayışında anti-militarizmi ve feminizmi bize açıklamaya çalışır. Selek, anti-militarizmin Türkiye’deki mazisinin derin olmadığını ve günümüzde anti-militarist feminist hareketlerin sosyalist anarşist kuramlardan bağımsız ve özgün bir özgürlük savunusu olduğunu iddia etmektedir. Militarizmin özgürlükleri ortadan kaldıran yanına dikkat çekmekte ve bunu özellikle iktidar tanımlaması yaparak açmaya çalışmaktadır. Foucault’ya atıfta bulunarak, bir mülk değil de bir strateji olarak ele alırsak, iktidar kavramı kurumsallaşmış bir şiddet stratejisi olarak da tanımlanabilir.

Militarizmle ilgili tanımlama yapan Selek, onu sadece savaşla özdeşleştirmenin yeterli olmayacağını, modern devletin askeri sistemini ve toplumsal iktidar sistemlerinin de rol oynadığını belirtir. Şiddetin militarizm sayesinde sistemleştiğini,  devletleştiğini ve bu durumun maddi ve ideolojik bir varlığa işaret ettiğini vurgulayan Selek, devletin dayanak noktası olan egemenlik sarmalının geleneksel tahakküm ilişkileriyle insanı biçimlendirdiğini bize aktarma çalışır. Militarizmin politikalara söylemlere davranış kalıplarına düşünce pratiklerine etkisi olduğunu ve çeşitli kanallar aracılığıyla insanın konumlandırıldığını devletçe kurallar koyulduğunu belirtir. Yazısının devamında militarizmle ataerkil düşünce arasında bir bağ olduğunu göstermeye çalışan Selek, toplumdaki ataerkil inanç ve kalıpların militarizme meşruiyet verdiğini ve ataerkil aile yapısında babanın konumu tartışmaya açık değilken, orduda da üst kademelerin emirlerinin tartışmaya açık olmadığına değinir. Bu durumun militarizmin ataerkillikle içselleştiğini ve aklı yönettiğini vurgular. Militarizmle milliyetçilik arasındaki ilişkiye de parantez açan Selek, milliyetçi söylemlerin vatanı dişileştirdiğini ve onu zapt etmeye çalışanların da başka erkeklerin kadını kullanması olarak görüldüğünü vurgular. Makalesindeki militarizm açıklamasının özeti olarak, militarizmi erkekliğin inşası ve toplumdaki eril değerlerin meşrulaştırılması olarak  işlev  gördüğünü söyler.

Selek, militarizmden sonra feminizmi tanımlamaya çalışmaktadır. Burada cumhuriyetin modern devlet olma sürecindeki patriarkal karakterinin ön plana çıkaran Selek, kadınların örgütlerinin kapatılmasını eleştirip, cinsiyetçi kalıpların ulus-devlet olma sürecinde militarist bir tutum takındığını ve geleneksel değerlerin yeniden üretilerek, kadınların rollerinin erkeklerce çizildiğini ve sınırlandırıldığını vurgular. 1980’lerde feminizmin yeni bir siyaseti başlattığını ve birçok konuda kalıplaşan fikirleri yapboza uğrattığını vurgulayan Selek, cinselliğin de bunda rolü olduğunu ve onun özel alandan kamusala taşındığını belirtir. Yazısının son kısmında ise eleştirilerini sol düşünceye ayırır ve sol düşünceyi militarist ve cinsiyetçi davranmakla devletin iktidar ilişkilerini söylemini ona karşı savaşırken yeniden ürettiğini  açıklayarak, buna örnek olarak da şehitliğin sadakatin yüceltilmesini verir. Selek, bu cinsiyetçi ve militarist iktidar ilişkilerinden çıkış yolu olarak yeni bir siyasetin gerekliliğine makalesinin hem başında, hem de bitiş kısmında yer verir ve radikal özgürlük için anti-militarist ve feminist hareketlerin çok daha zor koşullarda mücadele etmesi gerektiğine değinerek yazısını noktalar.

———————————————————————————————————

Kitabın ikinci yazısı Ahmet İnsel’in “Otoritarizm ve Şiddet: İblisler Karşısında Türkiye” adlı yazısıdır. İnsel, dünyanın demokratik ve diktatörlük arasında bir gri alanı olduğunu ve birçok devletin de bu alanın içinde yer aldığını söyler. Gri alandaki rejimleri merkezi olmakla tanımlayan İnsel, her devletin kendine özgü koşulları olduğunu kabul etse de, yazarın üzerinde durduğu nokta iktidarın belirli bir tekel üzerinde yoğunlaştığını ve homojen bir görüntü sunduğudur. İnsel, yazısının ilerleyen bölümlerinde otoriter rejimlerin ayırt edici özelliklerine değinerek, bu tarz rejimlerde saf bir baskının dışında rızanın da iktidarın devamında rol oynadığı gerçeğini bizlere belirtir. Otoriter rejimlerdeki şiddetin orantısızlığına ve keyfiliğine dikkat çeker ve otoriter rejim tanımlamalarını yaptıktan sonra, konunun Türkiye’deki  iktidar pratiklerine nasıl yansıdığıyla bunu örneklemeye çalışır. İnsel, bu konuda Türkiye’de liderin otoritesine karşı sesini yükseltmenin devlete karşı işlenmiş  suç olarak görüldüğünü ve bu durumun erken dönem Cumhuriyet’ten bugüne kadar aynı şekilde sürdüğünü belirtir.

İnsel, anlatımını Gezi Parkı olaylarıyla örneklendirmeye çalışmaktadır. İnsanların şiddeti bir araç olarak kullanmadığı ve yeşil bir alanı korumak için verdiği mücadelenin polisin orantısız şiddetiyle cevap bulduğunu belirtmekte ve bu şiddetin infial yaratma sebeplerini açıklarken, Gezi’de orta sınıf kentli insanların sokakta olmasının Kürt bölgesine olan uzaklığına ve Kürt hareketinin talepleri karşısında daha kabul edilebilir olduğu gerçeğine de vurgu yapmayı ihmal etmiyor. Türkiye’de egemenliğin saltanattan Cumhuriyet’e geçişte millete verilmesinin demokrasiye geçiş olmadığına değinen İnsel, Kemalistlerin militarist laikliği ve Türk kimliğini inşasının içeride İslamcıları ve Kürtleri düşman olarak konumlandırdığına değinir ve egemenliğin millette olmasının çoğulculuğu ve temsilde eşitliği reddeden otoritarizmin en kuvvetli yanı olarak tanımlar. Kemalistlerin iktidardan indiği ve bugün karşıt bir kutup olarak İslamcıların iktidara gelmesiyle de rövanşist bir tutumun ortaya çıktığını, bunu da TSK mensuplarının yargılandığı davalarla örneklendiren İnsel, Türkiye için sorunu iktidar sahipleri değişse de otoritarizmi yeniden üretebildiğini söylüyor ve bunun nedenlerini de ataerkil ilişkilerin hakimiyeti toplumsal şiddet ve otoriteyle ilişkilerinde özel olarak boyun eğen yurttaş tipine ve verilen eğitimin özelliklerine bağlı kalarak açıklıyor.

———————————————————————————————————

Kitabın son bölümünde Balibar’ın “Şiddet ve Siyaset: Bazı Sorular” adlı yazısı yer almaktadır. Bu yazı, şiddetle ilgili eski-yeni, modern-post modern gibi tanımlamalardan daha fazlasına ihtiyaç olduğunun altını çizmektedir. Balibar, şiddeti katlanılmaz ve karşı çıkılması gereken bir unsur olarak tanımlıyor. Balibar, devletin yasa dışı olarak tanımladığı şiddet ile kendisinin uyguladığı baskının ve karşı şiddetin gerilim yarattığını belirtir ve devletin meşru şiddet araçlarını kendi bünyesinde topladığını söyler. Akabinde devrimci siyaseti ise şiddeti egemen sınıfların elinden almakla ilişkilendirir ve devletin halka uyguladığı şiddet araçlarını karşı şiddetle yok etme olarak  tanımlar. Balibar, devrimci siyaset için direnişe atıfta bulunur, ama sadece direnişin değil başkaldırının da önemine değinir. Bu bakımdan, bugün insan hakları siyasetinin de başkaldıran baskıya boyun eğmeyenlerin özgün gerçekliğinde yattığına işaret eder.

İsmail Uğur AKSOY

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.