8 Kasım 2016 tarihinde gerçekleşecek olan ABD Başkanlık seçimleri için mücadele son sürat devam ediyor. Cumhuriyetçiler adına Donald Trump’ın adaylığı günler öncesinden kesinleşirken, Demokratlar adına Hillary Clinton’ın hala matematiksel olarak adaylığı garantileyememesi ve Bernie Sanders’ın da yarıştan çekilmemeye yanaşmaması, Clinton her ne kadar halen ağır favori olsa da, mücadelenin son ana kadar devam edeceğini gösteriyor.[1] Seçim kampanyasının daha şimdiden uluslararası medyada önceki yıllara kıyasla çok daha büyük ilgi görmesi ise, hem internet teknolojisi sayesinde gelişen yeni medyanın gücünü, hem de Barack Obama Başkanlığındaki ABD’nin önceki yıllardaki kötü imajını düzelttiğini ve dünyada yeniden ilgi/destek gören bir ülke haline geldiğini gösteriyor. Bu seçimlerin en dikkat çekici özelliği ise, Hillary Clinton gibi klasik Amerikan dış politika çizgisini yansıtan “normal” adayların yanı sıra, aşırı sağ söylemler kullanan Donald Trump ve aşırı sol söylemler kullanan Bernie Sanders gibi adayların ABD’de ve dünyada büyük ilgi görmesi oldu. Bu nedenle, seçim kampanyası döneminde kullanılan popülist söylemleri ve bunların Amerikan Dış Politikası’na etkisini[2] tartışmakta fayda var.
“The Truth About Populism and Foreign Policy” adlı Foreign Affairs dergisinde yayınlanan son makalesinde[3] bu konuya dikkat çeken Stephen Sestanovich[4], Trump ve Sanders gibi adayların kullandığı izolasyonist dış politika söylemlerinin Amerikan halkında da karşılık bulduğunu iddia etmektedir. Makalesinde Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı güncel bir araştırmanın sonuçlarına yer veren Sestanovich[5], Cumhuriyetçilerin yüzde 65, Demokratların da yüzde 73’ünün sonraki ABD Başkanı’nın iç sorunlara odaklanması gerektiğini düşündüğünü belirtmiştir. Aynı araştırmaya göre; Trump destekçilerinin üçte ikisi, Sanders seçmenlerinin ise yarıdan fazlası ABD’nin küresel ekonomiye bu derece dâhil olmasının ülke ekonomisine olumsuz etkide bulunduğunu düşünmektedir. Yine bu araştırmaya göre, son dönemde Amerikan seçmenlerinin karamsarlıkları da endişe verici boyutlardadır. Öyle ki, Amerikalıların yüzde 61’i ve Cumhuriyetçilerin yüzde 71’i ABD’nin bir zamanlar sahip olduğu uluslararası saygıyı kaybettiğini düşünmektedir. Bu noktaya kadar Trump ve Sanders seçmenleri arasında benzerlikler dikkat çekerken, bundan sonrasında taban tabana zıt bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Sanders destekçilerinin sadece yüzde 16’sı savunma bütçesinin arttırılmasını ve ABD’nin dünyadaki olaylara daha fazla müdahil olmasını isterken, yüzde 43’ü savunma bütçesinin daha da azaltılmasını ve ABD’nin iç meselelerine odaklanması gerektiğini düşünmektedir. Buna karşın, Cumhuriyetçi Parti destekçilerinin yüzde 67’si ve Donald Trump sempatizanlarının yüzde 66’sı ABD’nin savunma bütçesinin arttırılmasını savunmaktadır. Bu doğrultuda, Cumhuriyetçilerin yüzde 74’ü ülkelerinin IŞİD konusunda yeterli gayreti göstermediğini düşünmekte ve bu nedenle yüzde 68’i IŞİD’e karşı Irak ve Suriye’ye Amerikan kara birliklerinin gönderilmesini istemektedir. Bu oran, Trump destekçilerinde yüzde 70’e kadar yükselmektedir. Buna karşın, liberal demokratların ağır bastığı Demokrat çevrelerde kara birliklerinin gönderilmesine destek yüzde 21’le sınırlıdır.
ABD’deki iki büyük siyasi partinin destekçileri arasındaki farklar da seçim öncesinde dikkat çekici ölçektedir. Nitekim Cumhuriyetçilerin yüzde 70’i ABD’nin dünya siyasetindeki üstünlüğünü koruması için çalışması gerektiğini savunurken, Demokratlarda bu oran yüzde 35’e kadar düşmektedir. Bu durum, Cumhuriyetçiler için güç ve liderlik, Demokratlar içinse iç politika meselelerinin (Amerikan halkının refah seviyesi) daha ağır bastığını göstermektedir. Genel karamsar tablodan farklı olarak, bazı konularda Amerikan halkının Obama döneminde daha iyimser hale geldiği de bu araştırma sonuçları incelendiğinde görülmektedir. Örneğin, halkın yüzde 54’ü ABD’nin dünyanın lider ekonomik gücü, yüzde 72’si de lider askeri gücü olduğuna inanmaktadır. Bu oranlar, birkaç yıl öncesine kıyasla yüzde 8 oranlarında daha yüksektir. Bu nedenle, sadece olumsuz verilere odaklanmamak ve olumlu gelişmeleri de görmek gerekir.
Ayrıca bu noktada bir şeye de dikkat çekmek gerekir; Donald Trump, Amerikan Dış Politikası’nda özellikle Asya’ya yönelik izolasyonist bazı mesajlar vermesine[6] ve NATO’yu modası geçmiş ve pahalı (obsolete and expensive) bulduğunu belirtmesine karşın[7], İsrail’e koşulsuz desteği, İran nükleer programı konusundaki anlaşmaya karşı çıkması ve IŞİD karşıtı sert mesajlarıyla[8], Orta Doğu konusunda hiç de izolasyonist bir siyaset önermemektedir. Trump’ın izolasyonist vizyonu, daha çok Asya politikaları için geçerlidir ve bu nedenle kendisini Çin Halk Cumhuriyeti ve Kuzey Kore (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti) gibi komünist rejime sahip ülkeler açısından daha cazip bir hale getirmektedir[9]. Hatta bu sayede, Trump, iç siyasette Çinli Amerikalılardan da destek alabilmektedir.[10] Sanders’ın izolasyonizm vizyonu ise, çok daha kapsamlı, felsefi temelleri olan ve ilkeseldir. Bu nedenle, IŞİD gibi terör örgütlerine yönelik askeri operasyonlara destek verse de[11], Rusya Federasyonu’nu NATO’ya ya da en azından bu örgütle işbirliğine dahil etmek gibi son derece barışçıl bir vizyon sunan Sanders[12], seçimdeki tek gerçek izolasyonist ve barış yanlısı adaydır.
Sonuç olarak, Amerikan halkının algılarındaki ve dış politika söylemlerindeki bu değişimleri, ABD’nin önceki yıllarda yaşadığı tecrübelerle açıklamak kanımca daha doğru olacaktır. Nasıl Vietnam Savaşı ardından bir süre izolasyonizm isteği Amerikan halkında ağır bastıysa, Afganistan ve Irak Savaşı sonrasında da benzer bir durumun yaşanmış olması muhtemeldir.[13] Bu, her ne kadar daha çok Barack Obama’nın seçildiği önceki iki seçim döneminde görüldüyse de, etkileri halen kısmen sürmektedir. Buna karşın, son dönemde gündeme gelen IŞİD terörü ve Ortadoğu’da süregelen istikrarsızlık, Çin’in ABD’ye dünya liderliği konusunda meydan okuyan tavrı ve Rusya’nın Ukrayna-Kırım ve Suriye’de yaptığı kabadayılıklar, ABD’de bundan sonra yeniden müdahalecilik eğilimlerini güçlendirebilir. Son olarak, sona kalan üç ABD Başkan adayından en düzene uygun ve liberal çizgideki adayın Hillary Clinton olduğu mutlaka belirtilmelidir. Zira küresel bir vizyonu olan ve ABD liderliğinden vazgeçmeyen Clinton, buna karşın çok yıpratıcı kara operasyonları yerine özel birliklere dayalı sınırlı askeri yöntemleri ve istihbarat metotlarını önermekte ve bu anlamda Obama politikalarının biraz daha kapsamlı bir şekilde devamını savunmaktadır. Bu nedenle, Sanders ve Trump’ı daha ideolojik ve popülist, Clinton’ı ise daha gerçekçi ve makul bir aday olarak görmek gerekir. Ayrıca, Sanders ve Trump gibi adaylar tarafından seçim kampanyası döneminde kullanılan popülist söylemleri de abartmamak gerekir; çünkü Amerikan siyasal sistemi, her ne kadar Başkanlık sisteminin bir örneği olsa da, karar alma mekanizması tek bir kişinin (Başkan) isteklerine göre asla şekillenmez ve kurumların beklentileri ve yönlendirmeleri fazlasıyla etkili olur.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] http://www.independent.co.uk/news/world/americas/us-elections/us-elections-hillary-clinton-could-lose-democratic-nomination-to-bernie-sanders-a7059076.html.
[2] Bu konuda bir makale için; https://www.foreignaffairs.com/articles/2016-05-23/how-populism-will-change-foreign-policy.
[3] https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2016-05-30/truth-about-populism-and-foreign-policy.
[4] Stephen Sestanovich (1950-), Sovyetler Birliği ve Rusya uzmanı bir Amerikalı Siyaset Bilimi Profesörüdür. Kendisi Columbia Üniversitesi’nde School of International and Public Affairs’de ders vermektedir. Sestanovich, 1980 yılından beri devlet kademesinde de çeşitli görevlerde bulunmuştur. Bu görevlerden en önemlisi, ABD eski Dış İşleri Bakanlarından Madeleine Albright’ın (1997-2001) danışmanlığıdır. Ayrıca “Maximalist: America in the World from Truman to Obama” adlı önemli bir kitabı da bulunmaktadır. Hakkında faydalı birkaç link için;
http://www.cfr.org/experts/estonia-europe-russia-and-central-asia/stephen-sestanovich/b7485,
https://en.wikipedia.org/wiki/Stephen_Sestanovich.
[5] http://www.people-press.org/2016/05/05/public-uncertain-divided-over-americas-place-in-the-world/.
[6] Örneğin kısa bir süre önce, Trump, Başkan olursa ABD’nin Japonya ve Güney Kore’ye verdiği askeri desteği gözden geçireceğini söylemiş ve bu ülkelerin nükleer silah sahibi olarak kendilerini koruması gerektiğini belirtmiştir. Bakınız; http://www.cbsnews.com/news/donald-trump-japan-south-korea-might-need-nuclear-weapons/.
[7] http://www.realclearpolitics.com/video/2016/03/27/trump_europe_is_not_safe_lots_of_the_free_world_has_become_weak.html.
[8] http://www.jpost.com/Jerusalem-Report/Donald-Trump-Israel-and-the-Jews-438335.
[9] http://www.bbc.co.uk/news/world-asia-36423319.
[10] http://www.latimes.com/politics/la-na-pol-asian-voters-20160527-snap-story.html.
[11] http://www.pbs.org/newshour/bb/bernie-sanderss-plan-to-destroy-isis/.
[12] http://thehill.com/blogs/ballot-box/presidential-races/260804-sanders-calls-for-new-nato-that-includes-russia.
[13] Amerikan Dış Politikası’nın tarihi hakkında kısa bir analiz için; http://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-cagri-erhan/591365.aspx.