EN BÜYÜK TEHLİKE EN YAKIN TEHLİKEDİR

upa-admin 01 Ağustos 2016 1.969 Okunma 0
EN BÜYÜK TEHLİKE EN YAKIN TEHLİKEDİR

15 Temmuz 2016 tarihinde TSK bünyesindeki cuntalaşmış darbecilerin kalkışması, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin sebep ve sonuçları bakımından en kritik süreçlerinden biriydi. O gece, ülkenin milli egemenliğine ve demokrasisine kast edilmiş, devletin başta Gazi Meclis olmak üzere kurum ve kuruluşlarına tank, uçak ve ağır silahlarla saldırılmış, cebren ve hile ile Türkiye teslim alınmak istenmişti. Fakat vatanperver Türk milleti, devletine ve milli iradesine sahip çıkarak ve darbecilerin saldırılarına gövdelerini siper ederek, darbe girişimini püskürtmüştür.

Darbe görünümlü terör eylemi

Türkiye, 1960, 1980 askeri darbeleri, 12 Mart 1971 muhtırası, 28 Şubat post-modern darbesi ile Albay Talat Aydemir’in 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963 darbe girişimleri olmak üzere 6 kez bu süreci yaşamıştır. Lakin yedincisi olan 15 Temmuz darbe girişimi, diğer hiçbir darbe ve teşebbüsüne benzemeyen, devletin bekasına kast eden, “terörize” olmuş bir harekettir.

Dünya üzerindeki hiçbir askeri darbe, dış destek olmadan eyleme geçirilemez. Soğuk Savaş döneminde de, Sovyetler Birliği-ABD arasındaki güç savaşında, bu büyük ülkeler, diğer ülkelerin iç işlerine müdahalede askeri vesayet ile hükümranlık mücadelesi içinde olmuşlardır.

27 Mayıs’a doğru

Türkiye’nin bugün yaşamış olduğu darbe görünümlü terör saldırısının tohumlarının 27 Mayıs 1960’da atıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. 27 Mayıs’a giden süreç içerisinde, Menderes hükümetinin 1957’den sonra ABD’den istediği kredi yardımını alamaması ile iyice zor duruma düşen ülke ekonomisini kurtarmak için ABD odaklı tek yönlü dış politikasından ayrılmak istemesinin büyük etkisi vardır. Örneğin, Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 1957’de göreve gelmesiyle, Türk dış politikasında hem Sovyetler, hem de ABD ile denge politikası yürütülmesi amaçlanmıştı. Bunun için, Zorlu, Kıbrıs görüşmelerine devam ederken, Menderes’e göndermiş olduğu telgrafta net bir şekilde SSCB ile de ilişkilerin iyileştirilmesinin gerektiğini ifade etmiştir. Bilhassa İngiltere, Zorlu’nun Kıbrıs politikasından hiç hoşlanmıyor ve aralarında gizli telgraflarla Zorlu’dan bahsederken “tilki” kelimesini kullanıyorlardı. Fatin Rüştü Zorlu’nun Türk Dış İşleri’nin başına geçmiş en bilgili ve en diplomatik meziyetleri gelişmiş devlet adamlarından biri olduğunun vurgulanması gerekiyor.

Türkiye-SSCB yakınlaşması

Başbakan Adnan Menderes’in de, Sovyetler Birliği ile ilişkilerin iyileştirilmesi fikri aklına yatmıştı. Fakat müttefik ABD’yi kızdırmamak için, bunun uygun bir yöntem ile gerçekleştirilmesi gerekiyordu. 1959 senesinde, DP Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar, sağlık anlaşması görünümlü, fakat 2 ülke arasında çok yönlü bir anlaşma zemini aramak üzere Moskova’ya gitmiştir. Sonrasında, 1960 Mart ayında Menderes’in Kruşçev ile Moskova’da görüşmesi planlanıyordu. Türkiye bunu CIA’e bildiriyor ve Türk-Sovyet yakınlaşmayan hoşlanmayan ABD ise,  DP hükümetinin ipini çekiyordu. Darbeden 15 gün sonra, ABD, MBK’ni tanımıştır.

15 Temmuz darbe girişiminin arkasında da bir takım soru işaretleri bulunuyor. Darbe hazırlığının uzun zaman öncesine dayandığı aşikar. Uzun yıllar ABD’de bulunan ve bu ülkede sahip olduğu 150 okula yıllık 200 milyon doların üzerinde yardım alan FETÖ, devletin her kademesinde yuvalanmayı fırsat bilerek, Türkiye’nin milli iradesine kast etmiştir.

Paralel yapılanma devletin her hücresine nüfuz etmiş.

27 Mayıs darbesini gerçekleştirenler de, alt rütbeli ve 1947 Truman Doktrini sonrası ABD’de eğitim almış askerlerdi. 15 Temmuz girişimi de, ABD topraklarında faaliyetlerini sürdüren FETÖ’nün devletin bürokrasisi, yargısı, emniyeti ve TSK’ya yerleştirdiği cuntacılar tarafından gerçekleştirildi.

Tarihin de ışık tutup tanıklık etmiş olduğu üzere, 15 Temmuz kalkışmasının ABD’den habersiz gerçekleştiğini düşünmek fazla iyimserlik olur. Fakat karşımızda bir tane ABD yok. ABD, radikal İslam anlayışını kullanarak Orta Doğu’yu yeniden şekillendirirken, bilhassa bunu Türkiye üzerinden gerçekleştirmek istiyor. Bu sayede, NATO’nun en güçlü ikinci ordusu olan Türk Ordusu’nun coğrafyada bağımsız hareket ederek herhangi bir tehdit teşkil etmemesi için kontrol altına alınması isteniyor. ABD’nin Gülen ve ekibini iade etmesi, FETÖ’nün meşruiyetini kaybetmesi ve yeni eylemlerin önüne geçilebilmesi bakımından zaruridir. Aksi halde, FETÖ, yer altı faaliyetleri ile Türkiye’nin tarihi boyunca devam eden sorunlarını provoke ederek, toplumsal infialler ile anarşiyi tetiklemek isteyecektir. Şu anda, devlet, bürokrasi ve TSK yeniden yapılanıyor. Hülasa, bu sancılı dönem, milli birlik ve beraberliğimizin harcı vatan sevgisi ve devlet bilinci ile atlatılacaktır. Türkiye’de darbeler, artık sadece tarih kitaplarında yer alacaktır.

15 Temmuz’da Türkiye Cumhuriyeti’ne kast edilerek gerçekleştirilen darbe kalkışmasında gövdelerini siper eden ve darbecilerle kahramanca çatışırken şehit düşen vatandaşlarımızı ve askerlerimizi rahmet, minnet ve saygı ile anıyorum.

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.