İSPANYA’DA FETRET DEVRİ SONA ERDİ

upa-admin 29 Ekim 2016 3.382 Okunma 0
İSPANYA’DA FETRET DEVRİ SONA ERDİ

İspanya’daki 20 Aralık 2015 genel seçimlerinin sonuçları, o güne kadar hep tek başına yönetim pratikleri olan muhafazakâr Halk Partisi (PP) ve Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) dışında, ilk kez farklı 2 partinin daha ülke çapında kitle desteği alarak önemli oranlarda parlamentoda temsil edilme hakkına sahip olmasına neden oldu. Böylece diktatör Francisco Franco dönemi sonrası demokrasiye hızlı bir geçiş yapan İspanya’da, son bir senede iki kez gerçekleşen genel seçim sonuçları, daha önce ülkede örneği görülmemiş bir şekilde hiçbir siyasi partinin tek başına bir hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamayacağını gösterdi. Sonrasında hükümet kurma arayışlarının ciddi hezimetlerle sonuçlandığı İspanyol siyasetinde bir yandan büyük bir kısır döngünün habercisi olan bu durum, bir yandan da İspanya’daki tüm siyasi dengeleri alt üst etmekle kalmayıp iki büyük parti arasında gidip gelen ezberleri bozan farklı alternatiflerin varlığını da ortaya çıkardı.[1]

Aylarca süren görüşmelerde hükümet kurma çalışmalarında herhangi bir sonuç alınamayınca, 26 Haziran 2016’da erken genel seçimlere gitmek zorunda kalan İspanya’da ortaya çıkan tablo (muhafazakarların nispeten parlamentodaki sayılarını artırmaları dışında), bir öncekinden çok farklı değildi.[2] İktidardaki sağcı Halk Partisi’nin lideri, seçim sürecinde olduğu gibi koalisyon görüşmeleri esnasında da ülkenin istikrarı için Halk Parti’siz bir hükümetin asla olamayacağı görüşünü sıklıkla dile getirdi. Fakat son 4 yıllık süreçte özellikle sol tandanslı partiler için ciddi bir antipati toplamasına neden olan gelişmeler ve siyasi gerilimler nedeniyle, hükümet kurulabilmesi için matematiksel olarak destekleri yeterli olan PSOE ve Podemos gibi sol partileri buna ikna etmek hiç kuşkusuz kolay değildi. Bunların başlıca nedenleri olarak, Halk Partisi iktidarının yıpranmasına neden olan ekonomide kemer sıkma politikaları, yolsuzluk skandalları ve özgürlükleri tıkayıcı yasalar gibi birçok sebep sayılabilir.

Neticesinde, iktidardaki Halk Partisi’nin dahil olduğu tüm koalisyon seçimleri bir yerde düğümleniyor ve kendisine tek destek veren parti Ciudadanos’un (Yurttaşlar Partisi) parlamentodaki sayıları da hükümet kurulabilecek bir çoğunluğu elde etmelerine yetmiyordu. Podemos, Katalonya’nın bağımsızlık referandumuna gitme hakkını savunması gibi birçok konuda İspanya’daki üniter devlet anlayışının aksine duruşları ve ekonomide sermayeyi endişelendiren yaklaşımlarından dolayı, hiçbir koalisyon denkleminin içinde yer alamadı. Parlamentoda matematiksel olarak koalisyon hesaplarında yer alabilecek siyasi partilerin hepsi, adeta 4 bilinmeyenli bir denklem gibi hükümet kurabilecek çoğunlukta uzlaşamadılar. Öyle ki, İspanya siyasetini son bir yıldır ciddi bir belirsizlik almış durumdaydı. Durum böyle olunca, artık belirli bir aşamadan sonra kamuoyuna mesaj anlamına gelen hükümet kurma görüşmeleri, aslında koalisyon alternatifi gibi görünen siyasi partilerin bir diğerini zor duruma düşürmeye çalıştıkları stratejik satranç hamlelerine dönüştü.

Kral 6. Felipe’den hükümeti kurma görevi alan 137 milletvekiline sahip mevcut iktidar Halk Partisi’nin lideri Mariano Rajoy, yeterli sayıyı bulamayacaklarını bile bile azınlık hükümeti teklifini ilk olarak 31 Ağustos’ta meclise sundu. 350 sandalyeli İspanyol meclisinde sadece 32 milletvekili olan Ciudadanos (Yurttaşlar Partisinin) ve 1 milletvekili olan Kanarya koalisyonunun destek verdiği oylamada, 170’e karşı 180 oyla azınlık hükümetine onay alamadı. Hükümet kurulabilecek salt çoğunluk için gerekli 176 sayısına ulaşamadığı için 2 Eylül’de üst üste bir kez daha azınlık hükümeti teklifini meclise sundu. Bunda da aynı sonucu alarak hükümet kurabilecek salt çoğunluğa ulaşamayınca, mecliste yaptığı konuşmada tüm faturayı destek vermeyen Sosyalist İşçi Partisi’ne (PSOE) keserek, “31 Ekim’e kadar bir hükümet kurulamazsa 1 yıl içinde 3. kez sandığa gitmek zorunda kalabileceklerini” hatırlattı. Hiç kuşkusuz, Rajoy’un bu taktiksel sitemindeki haklılığı tartışılır fakat tipik İspanyol devlet aklının devreye gireceğine inanan birçok siyaset bilimci de 20 Aralık 2015’deki çok aktörlü seçim sonuçlarını görünce, köklü yönetim pratikleri olan Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ve Halk Partisi’nin (PP) büyük bir koalisyona imza atabileceklerini tahmin ediyordu. Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) lideri Pedro Sanchez’in seçim öncesindeki sözlerinin arkasında durma kararlılığı bu beklentilerin boşa çıkmasına neden oldu. Tabi ki bu ilkeli duruş kaygısı Sanchez’in Halk Partisi’nin yer aldığı tüm alternatiflere kapıyı kapatmasının tek gerekçesi değildi. Almanya örneğindeki gibi zıt kutuplu partilerin büyük koalisyonlarında yardımcı partner olan sol partiler üzerindeki ciddi olumsuz sonuçları ve tek başına iktidarda yıpranma eşiğini fazlasıyla zorlayan Halk Partisi’ni bu durumdan kurtarıp bir zıplama tahtasına dönme endişesinin de önemli bir etkisi oldu. Ayrıca Podemos’un da sol muhalefet içerisinde ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkması, PSOE nezdinde Sanchez’in klasik İspanyol devlet aklından çok muhalif duruşunu ön plana çıkarmasına neden olan bir tetikleyici etkendi. Ki aksi durumda, seçim dönemindeki tüm sözlere rağmen Halk Partisi ile bir koalisyona gitmenin faturası bir sonraki seçimlerde kendi kalan varlığını da eritip sol alanı tamamen Podemos’a bırakmak anlamına gelebilirdi.

Bu sancılı süreçte, klasik devlet aklıyla sol muhalif duruşun arasında kalan çeşitli gelgitlerle beraber, her kafadan bir ses çıkan bir partiye dönüşen Sosyalist İşçi Partisi en çalkantılı dönemlerinden birini yaşadı. Böylece İspanya’da bitmek bilmeyen siyasi çıkmaz sosyalistleri tam anlamıyla ikiye böldü. Bir yandan başını Sanchez’in çektiği ne olursa olsun sonuna kadar Halk Partisi’nin olduğu tüm hükümet senaryolarına “hayır” demekte ısrar eden bir kesim, öte yandan mevcut koalisyon hesaplarının tutmayacağından artık tamamen emin olup yeniden bir seçime gitmektense Rajoy’a bir azınlık hükümeti için dolaylı destek vermek isteyen parti içi muhalifler… Bu süreçte, Federal Kurul’dan 17 üyenin istifa etmesi parti içinde ciddi bir krizin patlak verdiğinin habercisiydi. Sanchez’e karşı bayrak açan parti için muhaliflerin temel argümanı ise; üçüncü kez bir genel seçime gitmenin her seçimde oy kaybeden sosyalistler için bir intihar olabileceğiydi. Bu nedenle, ne olursa olsun öncelikle yeni bir seçime gidilmeyecek bir alternatif üzerinde durulmasının ve bu süreci iyi idare edememekle suçladıkları Sanchez’in istifa etmesi gerektiğini savundular. Bunun yanında Bask ve Galiçya özerk bölgelerinde 25 Eylül’de gerçekleşen yerel parlamento seçimlerinin de sosyalistler açısından hayal kırıklığıyla sonuçlanması, parti içi muhalefetin elini güçlendiren gerekçeler arasındaydı. Parti içi muhalefetin artık tamamen isyan bayrağı açması üzerine, Sanchez, yönetim kurulunda alınacak kararlar doğrultusunda istifa edeceğinin ilk sinyallerini şu sözlerle verdi: “Yönetim kurulu partimizin çekimser kalıp Rajoy’un hükümet kurmasının önünü açarsa, ben desteklemediğim böyle bir kararı asla onaylayamam. Eğer bugüne kadar ailemden öğrendiğim bir şey varsa, o da sonuna kadar verdiğim sözlerin arkasında durmak ve inandığım değerlere sahip çıkmaktır.”

Bu süreçte, Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) Madrid’deki merkez binasında gerçekleştirilen Federal Kurul toplantısının sonunda Sanchez’in Ekim’de parti liderinin belirleneceği bir genel sekreter seçimi, Kasım’da ise olağanüstü bir genel kongre yapılması teklifi 107 “evet” oyuna karşı 133 “hayır” oyuyla reddedilmesiyle beraber parti içinde ipler tamamen gerildi. Bu toplantıda, Federal Kurul’un önemli kararlarından birisi de; Rajoy’un kuracağı bir azınlık hükümetine çekimser kalınmasına 96 “hayır” oyuna karşılık 139 “evet” oyuyla onay verilmesiydi. Federal Kurul bu kararı verirken, toplantının yapıldığı Madrid’deki merkez binasının önünde Sanchez yanlısı PSOE taraftarlarının çekimser kalmak isteyen Federal Kurul üyelerini hainlikle suçlayan gösteriler düzenlendi. Nihayetinde sosyalistlerde kopan fırtınaların sebebi olan Rajoy’un kuracağı bir azınlık hükümetine çekimser kalma eğilimi baskın çıkınca, Sanchez görevinden istifa etti. Sanchez’i koltuğundan eden parti içi muhaliflerin dolaylı desteğiyle Rajoy’un azınlık hükümetinin önü bu sefer açılmış oldu. Fakat öncesinde ikinci tur oylamada çekimser kalacağını açıklayan sosyalistler, bütçe oylamaları gibi azınlık hükümetinin parlamentodan geçmesi için desteğe ihtiyaç duyduğu birçok konuya şerh koyacaklarını şimdiden ilan ettiler. Bu durumda, sosyalistlerin Rajoy’a hükümet kurması için verdikleri bu dolaylı desteklerinin aslında iktidarsız bir iktidar sunma taktiği olarak da düşünmek mümkün.

Öte yandan, Halk Partisi’nin (PP) lideri Mariano Rajoy, meclis genel kurulunda açıkladığı hükümet programı içerisinde öncelikli sorun olarak Katalonya’daki bağımsızlık girişimlerini gösterdi. Bu anlamda, Katalonya’daki ayrılıkçı girişimlerin ülkenin bekası açısından ciddi bir tehdit olduğunu vurgulayarak, hükümet olarak ilk sorumluluklarının “İspanya’nın birliğini savunmak” olduğunu söyledi. Fakat ülke olarak halen büyük reformlara da ihtiyaç duyduklarını belirterek, özerk bölgelerin özellikle mali, eğitim ve emeklilik sistemleriyle ilgili önemli değişikliklerin olabileceklerinin ilk işaretlerini verdi. Ayrıca artık mecliste çoğunluk olmadıklarının farkındalığıyla, kalıcı bir iktidar olabilmek hükümet için her kararlarında sonuna kadar diyaloğa açık olduklarını dile getirdi. Bunun üzerine, hükümetin kurulması için 27 Eylül’de gerçekleşen ilk tur oylama bir öncekilere benzer bir şekilde 170 “evet” oyuna karşılık 180 hayırda kalarak, şansını ikinci tur oylamaya bıraktı. 29 Ekim’deki oylamanın olacağı gün yaşanan en büyük şok sosyalistlerin görevi bırakmak zorunda kalan eski lideri Sanchez’in kamuoyuna milletvekilliğinden istifa ettiğini açıklayan kararıydı.[3] Bu şokun ardından gerçekleşen ikinci tur oylamada ise, yine 170 “evet” oyuna karşılık 111 “hayır” ve 68 çekimser oyu çıktı. Bu durum da aslında Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) ciddi bir fire verdiği anlamına geliyordu. Sosyalistler içerisinde 15 milletvekili parti kararına rağmen “hayır” oyu verdiler. Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) parti tüzüğünde tüm üyelerini bağlayan 78. madde “eylem ve oylamalarda birlik olunması” esası söz konusu. Partinin en yetkili kurumu olan Federal Kurul toplantısında Halk Partisi’nin (PP) azınlık hükümetinin ikinci tur oylamasında çekimser kalınacağı kararının aksine oy veren 15 vekil hakkında 600 euro para cezasından partiden uzaklaştırmaya kadar partinin disiplin mekanizmasının öngördüğü birçok ceza ihtimal dahilinde.[4]

Sonuç olarak; Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) ağırlıklı olarak çekimser kalması nedeniyle, Halk Partisi (PP), azınlık hükümetini kurabildi. Böylece İspanya’da 10 ay süren siyasi belirsizliklerin bir sonucu olarak yaşanan fetret devri son bulmuş olsa da, çoğunluğun muhalefette olduğu İspanyol meclisindeki olası bir krizde iktidardaki azınlık hükümeti yeniden sine-i millete dönüp seçime gidebilir. Nitekim yeni kurulan hükümetin politikalarını onay makamı olan meclisten geçirememesi halinde ise yakın zamanda yeni bir seçimin daha gerçekleşmesi kaçınılmaz olabilir. Bu durumda, çekimser duruşuyla iktidarın politikalarının geçmesi için ihtiyaç duyduğu yasama boyutunda ipleri kısmen eline almış gibi görünen PSOE için bu durum ters tepen sonuçlar da doğurabilir. Mevcut durumda İspanya siyasetinin belirsizlik sürecinde son 10 aydır izlenen taktik savaşlarının önümüzdeki süreçte de başka bir boyutuyla devam edeceğini söylemek mümkün.

Özcan ÖĞÜT

KAYNAKÇA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.