Özet: Makalede modern aşamada küresel çapta gözlenen jeopolitik eğilimlerin analizi veriliyor. Bu bağlamda, yeni dünya düzeninin oluşumu olanakları araştırılmaktadır. Şu anda mevcut olan ve küresel düzenin değişimine engel oluşturan paradoksal faktörler incelenmiştir. Oluşan durumdan çıkış yolu olarak uluslararası kuruluşların, öncelikle BM’nin günümüzde rolü ve işlevinin geliştirilmesi yönü ile dikkat ediliyor. Bu açıdan BM’de reform yapılmasının yeni dünya düzeninin şekillenmesinde gerekli şart olduğu esaslandırılıyor.
*************************************************************************
Siyasetçiler, akademisyenler, analistler ve uzmanlar dünyanın yeni bir jeopolitik düzene ihtiyacının olduğunu hep vurguluyorlar. 21. yüzyılın başlarından itibaren küresel çapta gözlenen çeşitli tehlikeli gelişmelerin yanında, bu, tamamen doğal görünüyor. Küresel sorunlar denilen ve sayısı gittikçe artan bir takım olumsuz eğilimler, günümüzde insanlığın varlığını bile şüphe altına almaktadır. Bu nedenle, tüm devletleri tatmin edebilen ve uluslararası hukuk üzerine kurulu bir jeopolitik düzen oluşturulmalıdır. Şiddet, terör, çifte standartlar, yoksulluk, açlık, hukuk ihlalleri, en azından, en aza indirilmelidir. Genel olarak, insanlık bu görevi yerine getirmelidir. Ancak, ilginç olduğu ölçüde hem de gariptir ki, dünya bu geçişi gerçekleştiremiyor. Bu süreçte zayıf yönlerden birinin uluslararası kurumlara öncelikle BM’ye öncelik verilmemesinden ibaret olduğunu düşünüyoruz. Teorik olarak BM’nin rolü ve önemini herkes kabul ediyor. Fakat somut işe gelince, meydana belli engeller çıkıyor. Kurtuluş yolu var mı? Araştırmacılar bu konuda hangi görüştedirler?
Uluslararası İlişkiler Sisteminin Dönüşümü: Tarihin Siparişi
Uluslararası ilişkiler konusuna adanmış çalışmaların büyük çoğunluğunda küresel jeopolitik düzenin kriz yaşadığı ve yenilenmesine ihtiyacın var olduğu vurgulanıyor. Bu zaman uzmanlar, bir kural olarak, “yeni dünya düzeni” ifadesini kullanırlar. Bu terimin somut neyi yansıttığı hakkında da yeterince tutarlı tezler mevcuttur. Burada önemli hususlardan birini mevcut uluslararası ilişkiler sisteminin çağdaş taleplere daha gelişmiş cevap veren sisteme dönüşüm olunması oluşturmaktadır.
Bu dönüşüm somut olarak hangi bağlamda olmalıdır? Evrensel düzeyde uzmanlar “liberal dünya düzeni”nin oluşmasına vurgu yapıyorlar. Yani dönüşüm derken, aslında liberal değerlerin hakimiyeti uluslararası ilişkiler sisteminin yaratılmasından bahs ediliyor. Fakat şimdiye kadar liberal dünya düzeni vardı. Demek ki, esas görev 21. yüzyılın sorunları ve mevcut jeopolitik sorunlar bağlamında yeni içerik tonları olan dünya düzeni şekillendirmekten oluşuyor.
Yeri gelmişken, onu belirtelim ki, jeopolitik teoriler tarihinde liberal bakış açısını kabul etmeyen yaklaşımlar da mevcut olmuştur. Örneğin, muhafazakar siyasi teori düzenlilik ve anarşiye farklı açıklama veriyor. Kaotik durumdan kurtulmanın başka bir çözümünü sunuyor. Burada temel prensip sosyal ortamın dinamiğinde gelenek ile yeniliğin realist (muhafazakarlara göre, “gerçekçi” – Yazar) oranının gözlenmesidir. Reinhold Niebuhr bu bağlılıkta yazıyor ki, uluslararası ilişkiler de dahil olmak üzere sosyal ortam “rasyonel” deneylere uymuyor, çünkü o, “çok karmaşıktır” [1, s. 4].
Bu yaklaşımda hızlı, sıçramalı ve demk ki, “rasyonel-devrimci” değişim yerine tedrici, sistemli, pragmatizmle geleneğin sentezini içeren yenilenme tercih ediliyor. Burada söz konusu yöntemin kaosun yenilmesinde liberal yaklaşımdan daha etkili olduğuna inanç var. Bu zaman esas metodolojik prensip olarak henüz Hans Morgenthau’nun ciddi biçimde öncelik verdiği tarihi geleneğin yavaş ve tedrici değişim tezi görünüyor. H. Morgenthau vurguluyordu ki, sosyal-siyasi kurumlar kültür ortamına bağlılarsa ve onları bu kalitede hızla değiştirmek mümkünse, tarihi gelenekler asırlarca kalabiliyor. Buna bilimde “antropoloji karamsarlık” da denir [2, ss. 51-52].
Fakat modern aşamada dünyanın yeni liberal düzene geçidinin teorik yönleri uzmanlar tarafından yeterince geniş geliştirilmiştir. Burada önemli teorik ve metodolojik prensipler belirlenmiş. Ama onlar nedense pratikte uygulanmaz. Sebep nedir? Birkaç argüman sunuluyor. Örneğin, bazı analistler realpolitikle neo-konservatizmin sentezini yaratmanın gerektiğini vurguluyorlar. Başka yaklaşımda jeopolitik açıdan evrensel uzlaşmada oluşturulması gerekliliği ileri sürülmektedir. Diğer bakış açısında ise “yumuşak güç”, “akıllı güç” vb. bu gibi yeni teorik terminoloji kullanılarak evrensel kuralların belirlenmesinden bahsediliyor.
Bu konuya adanmış araştırma çalışmalarının birinde dünya düzeninin dönüşümünün genel yönleri hakkında ilginç tezler vardır. ” Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi”nin (orijinal adı – РСМД) hazırladığı analitik bilimsel raporda vurgulanıyor ki, “oluşmuş çelişkilerin keskinleşmesi riski dünya düzeninin dinamiğinin karakteri ile belirlenir” [3, s. 5]. Yazarlar, bu genel tezin daha somut teorik izahını şöyle veriyorlar ki, “kriz durumu riski dinamiği kaotik karakter aldığında veya yüksek yoğunlukta değiştikçe, önemli ölçüde artıyor”. Buna etki eden faktörler arasında dengeler kıtlığının oluşumunu, kaynak limitin basıncının artmasını gösterebiliriz. Sonuçta, dinamiğin kaosu oluşuyor, bu da belirsizliğin artmasına götürüyor. Sonuçta, bütün olarak sistem dayanıksız hale geliyor. Belirsizliğin ve dayanıksızlığın siyasi sonucu ise “dünyanın önde gelen güç merkezleri arasındaki ilişkilerde güvenlik ikileminin keskinleşmesi” oluyor [3, s. 5].
Uzmanlar sorunun bu boyutu üzerinde yeterince ciddi kabul ediyorlar. Onlar Batı ile Doğu arasında birçok temel meselelerde fikir ayrılığının olmasını vurguluyorlar. Bu bağlamda Sergey İvanov’un analizi çok ilginçtir. Deneyimli diplomat ve Rusya Bilimler Akademisi üyesi, profesör Sergey İvanov yazıyor ki, Rusya ile Avrupa arasındaki ilişkiler çıkmaza girmiş. “Büyük Avrupa” düşüncesinin iflası “toplu hayal kırıklığı ve karamsarlık oluşturmuş ki, bunu da birkaç yıl önce hayal etmek bile mümkün değildi” [4].
Farklı Yaklaşımlar: Modern Gereksinimler ve Genel Sorunlar
Bunun nedeni Avro-Atlantik ile Avrasya’nın “sert çatışma”da olmasından kaynaklanıyor ki, onun da temelinde işbirliğindeki belirsizlik duruyor [4]. Demek ki, yazara göre, dünyanın süper jeopolitik güçleri arasında karşıdurmanın uzun yıllardır mevcut olmasına rağmen, aslında hiçbir şey değişmedi. Sert çatışma devam ediyor, ancak 21. yüzyıl yeni ilişkiler sisteminin oluşturulmasını gerektiriyor. S. İvanov`a göre, hazırda yeni şartlarla mevcut işbirliği modeli arasında uyumsuzluk devam etmektedir. Bu da pratik olarak daha uygun dünya düzenine dönüşümü engellemektedir.
Böylece, bir kez daha anlaşılıyor ki, burada ifade edilen fikirler açısından yukarıda getirdiğimiz farklı yaklaşımlar işte büyük güçlerin güvenlik konusunda ikilem karşısında kaldıklarını gösteriyor. Çeşitli yöntemlerle, mevcut teorilerin sentezine nail olmakla oluşmuş durumdan kurtulmaya çalışılmaktadır. Burada temel etken faktör ise kaynak sıkıntısı fonunda büyük güçlerin kendi çıkarları uğruna savaşa girişmesinden oluşuyor.
Ancak yine de birkaç soruya cevap bulmak gerekir: tüm bu ilginç yaklaşımların hangi mekanizmalarla pratik uygulamasına ulaşmak mümkündür? Belki hiç çıkış yolu yoktur? Tarihi deneye başvurmak yararlı olur muydu? Uluslararası ilişkiler sisteminin yakın tarihine baktığımızda, görüyoruz ki, “Avrupa milletler uyumu”, Milletler Cemiyeti ve BM`nin oluşumunun temelinde somut genel ideolojik ve siyasi ilkeler durmuş. Onların hepsini birleştiren ortak bir tez olmuş: dünya çapında istikrarı, güvenliği ve sürekli gelişimi sağlamak için kolektif güvenlik sistemi oluşturmak gerekir.
Meselenin bu düzlemde analizi doğruluyor ki, kolektif güvenlik sisteminin kendisinin dönüşümü küresel düzeyde var olan temel güvenlik prensiplerinin içeriğinin yenilenmesine bağlıdır. Aynı zamanda, bu bağlamda uzmanlar bir güncel soruya da cevap bulmaya çalışıyorlar. Mesele şu ki, daimi kolektif güvenlik sistemini oluşturmak, ebedi ve değişmez istikrarı sağlamak, mutlak güvenliğe ulaşmak imkansızdır. Çünkü gerçekte dünya düzenini değişmez uluslararası hukuk ve kurumlar değil, esas jeopolitik oyuncuların güç potansiyellerinin oranı belirliyor [3, s. 11].
Burada “güç” kelimesi geniş anlamda kullanılıyor. Ona askeri, ekonomik ve insan kaynakları ile birlikte düşüncenin etki imkanı, bilginin (propagandanın) yayılması mekanizmaları da dahildir. İngiliz tarihçi, siyaset bilimci ve diplomat Edward Carr yirminci yüzyılın ikinci yarısından başlayarak uluslararası ilişkilerde askeri ve ekonomik faktörlerle birlikte, bilginin de önemli rol oynadığını özel kaydetmiştir [5, ss. 102-120 ve 120-130].
Bu şartlarda dünya düzeninde sürekli istikrarı sağlamak saçmadır, burada sadece kuvvetlerin göreceli dengesi söz konusu olabilir. Daha somut ifade edersek, küresel düzeni ve güvenliği sağlamanın başlıca yöntemi dünyaya ağalık etmek isteyenleri önlemek, onların faaliyetlerini kabul edilmiş, siyasi ve ideolojik-bilgilendirici çerçeveye sokmaktan oluşabilir. H. Morgenthau yazıyor ki, “… realist akım için uluslararası siyasetin önemli sorularından biri modern dünyanın nasıl dönüşebilmesinden ibarettir. Realistler emindirler ki, böyle bir dönüşüm siyaseti etkileyebilen güçlerin ustalıkla düzenlenmesi yolu ile mümkündür” [6, s. 79 ].
Ancak burada bir husus da vardır. Uluslararası ilişkilerde genelde devletler başkaları taraftan olan korku hissine göre hareket ediyorlar. Onlar arasında işbirliği için daha çok önemli olduğu halde, bu korku, yahut, yumuşak dersek, çekincelik entrikalara yol açıyor. Bu teoride “Hobbes korkusu” diyorlar ki, bu da İngiliz filozofu Thomas Hobbes’un “insan insanın doğası gereği canavardır” tezinden kaynaklanmaktadır Bazı modern araştırmacıların çalıştığı “güvenlik ikilemi kavramı” bu teze dayanıyor [7, ss. 1-18].
Son olarak, küresel jeopolitik düzenlilik açısından daha ilginç bilimsel-teorik yaklaşımı vurgulamak isteriz. Biz, Kenneth Waltz’un neorealizmini kastediyoruz. Onun yaklaşımında konservatizm ve realizmin düzenleyici ilkeleri sistem-yapısal üsse getirildi. Bu çerçevede hareket ederek K. Waltz modern ampirik politolojinin taleplerine cevap veren teori şekillendirmiş. Sonuçta, “sistem analiz” kavramını kullanan ve yeni izah cihazına sahip kavram oluştu.
Bizi ilgilendiren sorun açısından K.Waltz’un yaklaşımında önemli husus uluslararası ilişkiler sisteminin somut ülkenin dış politikasına etkisidir. Onun kanısınca, bu etki hatta ülkenin iç politikasından bile üstündür. O zaman böyle çıkıyor ki, uluslararası ilişkiler sisteminde oluşabilecek ciddi değişiklikler şu veya bu derecede büyük devletlerin de dış politikasına etki etmelidir. Buradan yeni dünya düzeninin oluşumu şansının az olmadığı kanaatine varılıyor. Yani, yeni dünya düzeni esas jeopolitik güçlerin güç dengelerine bağımlı olduğu gibi, ters ilişki de mevcuttur. Bu çerçevede uluslararası kuruluşların bu süreçte önemli bir rol oynadığı açıkça görülmektedir [8, ss. 17-40].
Yukarıda vurgulanan hususlar da dikkate alındığında, aşağıdaki tez yeterince ilginç ve güncel görünüyor. Öyle ki, Valdai Kulübü’nün araştırmacıları yazıyorlar: “Batı-merkezli dünya düzeni mutlak değildir, reformlar için şans bırakılır” [9, s. 2].
İdeolojik Farklılıklar ve Gerçeklik: Yeni Denge Arayışları Düzleminde
Bunun için büyük güçler arasında yeni güçler dengesi kurulmalıdır. Başlıca belirtilerinden biri ise “sivil evrensel dünya kurallarının belirlenmesidir” [9, s. 2]. Sorunun diğer tarafı ise ideolojik hususa bağlıdır. Öyle ki, dünya çapında iki ana kavrama farklı yaklaşım vardır. Bunlardan biri “özgürlük”, diğeri ise “adalet”tir. Rapor yazarları vurguluyorlar ki, “küresel sahnede “özgürlük” ve “adalet” kavramları arasında giderek daha çok farklılıklar göze çarpıyor: bunlardan birincisi Batı toplumunun elde ettiği bayraktır, ikincisi ise yükselmekte olan Batılı olmayan devletlerin sloganıdır” [9, s. 4].
Böyle anlaşılıyor ki, ideolojik düzlemde ciddi fikir ayrılığı mevcuttur. Bir yandan, dünyada liberal düzenin oluşmasını sanki tüm rakip taraflar kabul ediyor. Diğer yandan ise, buna pratikte ulaşmak için ortak ideolojik alan belirlemek mümkün olmuyor. Batı devletleri “özgürlük” kavramındı, önde gelen Batılı olmayan ülkeler ise “adalet” kavramını tercih ediyor. Mesele de bu ilkesel ideolojik konsept etrafında fikir ayrılıklarının derinleşmesindedir.
Buna rağmen, uzmanlar emindirler ki, uluslararası ilişkilerde kaosun artması ve yönetimsizliğin güçlenmesi sonsuza kadar devam edemez. Büyük devletler grubunun yeni dengelenmesine dayalı dünya yapısı resmileşmelidir. Yeni denge ise “Soğuk Savaş” yıllarından farklı kriterlere dayanmalıdır. Burada önemli yenilik tüm devletlerin “karşılıklı bağımlılık ve etkileşim durumunda olmasını” kabul etmekten ibaret olmalıdır [9, ss. 8-9].
İlginç ve düşündürücü ki, tüm bunları hem Batı’da hem de Doğu’da çok iyi anlıyorlar. Yeni dünya düzeninden, kurallardan, yaklaşımlardan bahsedilmektedir, fakat onları somut gerçekleştirmenin belirtileri görünmüyor. Aksine, şimdiki durumu uzmanlar “yeni kurallar veya düzensiz oyunlar” gibi belirsiz ifadelerle karakterize ediyorlar [10].
Tüm bunlara rağmen, yeni dünya düzenini şekillendirebilecek prensiplerin arayışı devam ediyor. Buna mecazi olarak, “küresel yeniden yapılanma” veya “yeni post-kriz normallığı” arayışı da denilebilir [11]. Her halde çok kutuplu dünyada evrensel kuralları oluşturmak mümkün değilse, karşılıklı ilişkiyi ve bağımlılığı sağlayabilecek işbirliği formatı belirlemek kaçınılmazdır. Kısacası, çeşitliliği, devletlerin bağımsızlığı ve egemenliğini koruyarak onların ortak etkinliğini sağlayan uluslararası mekanizma işlenmelidir. Bunun temel güvencesi ise BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar olabilir. Uzmanlar bu fikri kabul ediyorlar. “Valdai” müzakere kulübü analistleri yazıyorlar: “Çok kutuplu dünyanın oluşumu BM’ye yeni nefes verebilir, çünkü meşruiyet ve temsilcilik seviyesine göre diğer uluslararası örgüt yoktur, olamaz da” [10].
Bu bağlamda şunu da belirtelim ki, BM’den önceki iki uluslararası organizasyonda kolektif güvenlik meselesi sadece fikir biçiminde mevcut idi, onun somut gerçekleşme mekanizması yoktu. Mesele sadece BM’de somut kurumun şahsında kendi ifadesini buldu. Bu, Birleşmiş Milletlerin Güvenlik Konseyi idi. BM’nin kolektif güvenlik meseleleri ile ilgilenen diğer yardımcı organları aslında bu temel yapısal elementine eklentidir.
Bütün bunların fonunda aşağıdaki soruların güncelliğini inkâr etmek doğru olmazdı: Yeni dünya düzeninin şekillenmesinde bu mekanizmadan vazgeçmek gerekir mi? Somut olarak, BM’de işlenmiş kuralların ötesinde ek düzenleme mekanizmalarına ihtiyaç var mı? Yoksa BM Güvenlik Konseyi’nin çalışmasını daha tekmil etmek yeterli olabilir mi?
Çelişkiler ve Umutlar: Küresel Düzen BM Potansiyeli Fonunda
Bu soruya kesin bir cevap vermek zor olsa da, uzmanların büyük kısmı BM’de reformların yapılmasının önemli olduğunu vurguluyorlar [12]. Sebep ise ondadır ki, BM Şartı’nda kolektif güvenliğin evrensel sistemi tespit edilmiş. İkinci dünya savaşından sonra 1991 yılına kadar sadece bu sistem aracılığıyla dünyada birçok sorunların önüne geçmek mümkün olmuş.
O da bir gerçektir ki, o dönemde BM bazı durumlarda sorunların çözümünün üstesinden gelememiş. Örneğin, İsrail-Arap çatışması halen devam ediyor [bax: bu sorunun bilimsel araştırması – [13]]. Üstelik, başka bölgelerde de çatışmalar meydana geldi ki, onların da çözümüne henüz ulaşılmamış. Bu sırada Güney Kafkasya çatışmalarının giderilmesinde BM`nin gösterdiği tutarsızlığı vurgulamak isteriz. Çünkü işte Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarının bir bölümünü işgal etmesine BM gerekli tepkisini gösterip, saldırganı yerinde oturtmuyor. Oysa onun Şartında bu görevi yerine getirmek için tüm imkanlar gösterilmiştir.
Ancak BM’nin kolektif güvenlik sistemine alternatif model de mevcut değildir. Özellikle liberal dünya düzeninden, şiddetin, terörün, uyuşturucu ticaretinin ve devlet seviyesinde saldırganlığın olmadığı bir uluslararası ortamdan bahs ediliyorsa, BM Güvenlik Konseyi’nin kolektif güvenlik sistemi daha uygun görünüyor. Tabii ki, bir şartla – orada modern taleplere uygun yenilikler yapılsın!
Analistler ve bilim adamları yeni dünya düzeninin şekillenmesinde BM`nin belirleyici ve öncü rol oynamalı olduğunu gösteren faktörleri belirliyorlar. İlginçtir ki, bu bağlamda BM’nin uluslararası ilişkilerin yönetiminin ve düzenlenmesinin evrensel aracı olarak oluşturulduğu özel vurgulanıyor.
Rus uzman V. L. Oleandrov bu açıdan yazıyor: “BM ideolojisi tüm dünya içindi. Hesap ediliyordu ki, dünya artık ayrı ayrı bölgelerin toplamı değil, tek bir bütündür. Gerçi, öngörülüyordu ki, her bölgenin kendi çıkarları ve özellikleri mevcuttur. Dünyanın tüm devletleri barışçıl ortamda cereyan etmesi gereken ortak gelişme kaderi olan ve genel uluslararası hukuk kuralları etrafında birleşmiş halkların ailesi olarak gözden geçiriliyordu” [14, ss. 67-68].
O fikirlerini geliştirerek onu da vurguluyor ki, BM 21. yüzyılın eşiğinde uluslararası ilişkilerde dünya kültürünün en yüksek başarısıdır ve “uluslararası ilişkilerin insanlığın tüm halklarını ve devletlerini birleştiren en verimli yönetim mekanizmalarına sahiptir” [14, ss. 69-70].
Demek ki, BM’nin yeni dünya düzeninin oluşturulmasında öncü rol oynaması için tüm hukuki, siyasi ve yönetim imkanları mevcuttur. Ancak onun bu işlevi yerine getirmesi için önünde duran belirli engeller de vardır. Bu sırada daha çok BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin faaliyet prensibi kaydediliyor. Örneğin, Andrey Kortunov şöyle bahsetmektedir: “BM Güvenlik Konseyi’nin rolü onun daimi üyelerinin en önemli konularda kronik olarak anlaşamaması koşullarında zor ki, artsın” [15].
Vurğulananlar yeni dünya düzeninin şekillenmesinde paradoksal durumu ortaya koyuyor. Bir yandan, tüm devletler anlıyorlar ki, mevcut küresel düzen yenilenmeli ve dünyayı saran farklı nitelikli tehlikelerin önüne geçilmelidir. Öte yandan, bunu gerçekleştirmek için BM gibi uluslararası kuruluşların faaliyetlerinin yeni bir seviyeye yükseltilmesi gerektiğini görmemek mümkün değildir. Ancak, BM’nin bu süreçte öncü rol oynamasının önü kesiliyor. Üstelik bu, daha çok bu organizasyonda önemli bir rol oynayan büyük devletler tarafından yapılıyor.
Oluşan bu çelişkili durumdan kurtuluş yolu henüz bilinmemektedir. Çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin başı dünya liderliği yolunda amansız mücadeleye karışmiş. Bazı durumlarda bu yarış uluslararası hukukun tüm çerçivelerini aşarak, asıl savaş içeriği taşımaktadır. ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa hukuka uymakta başkalarına örnek olmak yerine kendileri onu bozuyorlar. Sonuçta, BM’nin misyonuna şüpheler oluşuyor, onun verimsiz kurum olduğuna dair fikirler ortaya çıkarılıyor. İnsanlık adeta kendisinin oturduğu istikrar ve gelişme “dalını baltalıyor”. Fakat paradokstur ki, uzmanlar kurtuluş yolunu başlıca olarak BM’de reformların yapılmasında görürler. Rus akademisyen T. V. Qoverdovskaya bu anlamda vurguluyor: “Kurum hızla değişen dünyadan geride kalmamalıdır. Güvenlik Konseyi ise 21`inci yüzyılda BM’nin kalbi olmaya devam etmelidir” [12, s. 5]. Bunun yanı sıra, araştırmacı onu da ifade ediyor ki, şimdiye kadar öyle durumlar olmuş ki, BM Güvenlik Konseyi “sorunların çözümünden kendini kenarlaştırmış” [12, s. 5]. Demek ki, bu kusura rağmen, o, yeni dünya düzeninin şekillenmesinde öncü rolü BM’nin oynayabileceğine inanıyor.
Bu nedenle araştırmacı bilim adamı şöyle bir fikir ileri sürmektedir: “BM Güvenlik Konseyi’nde reformlar kolektif güvenlik sisteminin dirçeldilmesinin önkoşuludur” [12, s. 9]. Bizce, fikir nettir: dünyanın yeni düzeninde kolektif güvenlik sistemi merkezi bir rol oynamalıdır ve onun sağlanmasının yolu BM Güvenlik Konseyi’ndeki reformlardan geçiyor. İtiraf edelim ki, ilginç ve düşünmeye iten bir tezdir. Siyasilerin bu teorik hükmün gerçekleşmesi doğrultusunda faaliyet göstermeleri dünya için yararlı olacaktır.
Onu özel belirtelim ki, BM Güvenlik Konseyi’nde reformlar kolektif güvenliği sağlama mekanizması gibi kompleks biçimde yapısal-işlevsel çerçevede yapılmaktadır. Bunun için araştırmacılar modern kolektif güvenlik sistemi kavramlarının temel yönlerini belirliyor ve bu yöndeki yaklaşımları araştırıyorlar. Bu bağlamda BM Güvenlik Konseyi’nin bölgesel güvenlik sistemleri ile verimli karşılıklı etkileri analiz ediliyor [16]. İlginçtir ki, araştırmacılar Güvenlik Konseyi’nin silahlı çatışmaları şimdilik kapsamlı, karmaşık şekilde değerlendiremediğini ayrıca vurguluyor, bunu “tek kabul edilmiş kavramlar sisteminin olmaması” ile açıklıyorlar [16, s. 13].
BM’de reform bağlamında araştırmacıların öne çektiği diğer ilginç husus bu örgütün evrensel düzenleme mekanizmalarını işlemeli olmasından ve ona hukuki içerik vermesinden ibarettir.Çünkü şu anda mevcut olan kurallar bir takım sorunlar meydana getiriyor [17, ss. 2-3]. Demek ki, yeni öylesine mekanizma işlenmelidir ki, tüm üye devletler onu kabul edip uysunlar.
Sonuç
Böylece, yeni dünya düzeninin oluşumu perspektifi oldukça karmaşık jeopolitik teorik ve pratik-diplomatik hususlarla yoğun bağlıdır. Şu anda mevcut olan teorik yaklaşımlar açısından yeni düzenin oluşması bir zorunluluk gibi görünüyor. Gerçi, onun somut mekanizmaları ile ilgili görüş farklıdır. Yirminci yüzyılda meydana gelmiş teorik konstruktlar artık modern taleplere tam cevap veremiyor. Dolayısıyla jeosiyasette fikir dönüşümüne ciddi ihtiyaç duyulmaktadır. Aynı düzlemde uzmanlar bu süreci etkin temin etme mekanizması olarak daha fazla uluslararası örgütlere öncelik veriyorlar.
Bu açıdan öncelikle BM`nin potansiyelinin yüksek olduğu vurgulanıyor. Fakat şurası bir gerçektir ki, hazırda BM`nin ciddi reformlara ihtiyacı vardır. Bu anlamda yeni dünya düzeninin kaderi belli açılardan BM’de yapılacak reformlarda bağlıdır.
Günümüzde başlıca amaçlardan biri bu bağlamda BM-küresel düzen bağlılığına somut içerik verilmesidir. Burada, tabii ki, esas görev büyük devletlere düşüyor. Bunun anlaşılmasını yeni küresel düzenin şekillenmesinde önemli husus olarak görüyoruz.
Leyla MAMMADALIYEVA
Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi Felsefe Enstitüsü’nün doktora öğrencisi
Kaynaklar
1) Niebuhr R. The Irony of American History. Chicago: The University of Chicago Press, 2008, s. 198.
2) Morganthau H. Scientific Man vs Power Politics. Chicago: University of Chicago Press, 1946, s. 245.
3) Тимофеев И.Н. Мировой порядок или мировая анархия? Взгляд на современную систему международных отношений: рабочая тетр. № 18 / 2014 / [гл. ред. Иванов И.С.]; Российский совет по международным делам (РСМД). М.: Спец книга, 2014, 48 с.
4) Иванов И.С. Континентальный разлом: какая роль достанется России в новом миропорядке. “Ежедневная деловая газета РБК”, Москва, 2015, 29 сентября.
5) Carr E. The Twenty Years’ Crisis, 1919-1939: An Introduction to the Study of International Relations. London: Palgrave, 2001, s. 244.
6) Моргентау Г. Политические отношения между нациями: борьба за власть и мир // Теория международных отношений: Хрестоматия / Сост., науч. ред. и коммент. П.А. Цыганкова. М.: Гардарики, 2002. c. 72-88.
7) Booth K. Wheeler N. The Security Dilemma: Fear, Cooperation and Trust in World Politics. New York, NY: Palgrave Macmillan, 2008, s. 272.
8) Waltz K. Theory of International Politics. Long Grove, Ill: Waveland Press, 2010, s. 256.
9) Война и мир XXI века. Международная стабильность и баланс нового типа. Доклад международного дискуссионного клуба “Валдай”, 2015 г., 12 с.
10) Новые правила или игра без правил? / Доклад участников XI ежегодного заседания международного дискуссионного клуба “Валдай”, 2015 г., 32 с.
11) Global “Perestroika”. Transformations of the World Order. Edited by Alexander A. Dynkin, Natalya I. Ivanova. М.: Издательство «Весь Мир», 2015, 546 с.
12) Говердовская Т.В. Значение реформирования Совета Безопасности ООН для поддержания международного мира и безопасности: диссертация… кандидата юридических наук: Москва, 2010, 170 с.
13) Хайри Наджи Абдель Фаттах аль-Ориди. Ближневосточный мирный процесс: Палестинское направление: автореферат дис. … кандидата политических наук: 23.00.04. Москва, 2000, 22 с.
14) Олеандров В.Л. ООН и идеология мирового сообщества // Вестник МГИМО-Университета, 2012, № 3, с. 66-70.
15) Кортунов А.В. Неизбежность странного мира / РСМД, 15 июля 2016
16) Голованов Е.В. Проблема соотношения универсальной и региональных систем безопасности и реформа Совета Безопасности ООН / Автореферат диссертации на соискание ученой степени кандидата политических наук. Санкт-Петербург, 2013, 26 c.
17) Войтова Т.Н. Нормотворческие полномочия Совета Безопасности ООН. Автореферат диссертации доктора юридических наук. Москва, 2010, 235 с.