COĞRAFYANIN GELECEĞİ

upa-admin 21 Haziran 2017 2.104 Okunma 0
COĞRAFYANIN GELECEĞİ

Ünlü jeopolitikçi Harold Mackinder’e göre, bir devletin varlığı ve gücü, o devletin coğrafi ve stratejik konumu ile ekonomik kaynaklarıyla doğru orantılıdır. Bugünün uluslararası düzeninde dünyanın her kıtasında yer alan, küçük veya büyük ölçekli devletler, kendi çaplarında jeopolitik önemi ve gücü bulunmaktadır. Soğuk Savaş sürecinde iki farklı şemsiye altında toplanan ülkeler arasında, ya Sovyetler Birliği ya ABD öncülüğünde NATO güdümünde düşük ve zaman zaman orta yoğunluklu çekişmesi sürüyordu. Yeni dünya düzeninde artık ittifaklar ve bloklar arası geçişler son derece şeffaf ve kırılgan. Neticede, yeni ticaret yollarını kontrol eden efendi olmanın peşinde lakin dünyanın en güçlüsü bile dünyanın efendisi olacak kadar güçlü değil.

Güç dengesi Euro-Atlantikten, Asya-Pasifik’e doğru kayıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında tesis edilmiş olan küresel yönetim kurumları sınırlarına eriştiği görülüyor. Bu kurumların bazı az gelişmiş ülkelere getirdiği geçici refahın uzun vadede ne gibi neticeler getireceğini o dönemli yöneticilerde bilmiyordu. Zengin ülkeler daha zengin olurken, küresel güçler sisteme hükmetme ve sömürme yolunda ilerlediler. Şimdi ise Avrasyacılar ile Atlantikçiler arasındaki iktidar savaşına şahit oluyoruz. Bunun cephesi bazen Orta Doğu’da, Doğu Avrupa’da bazen Orta Asya’da, kimi zamanda Körfez ülkeleri üzerinde sürüyor. Lakin her şartta küresel güç dengesinde ibrenin Euro-Atlantik’ten, Asya-Pasifik bölgesine doğru kayışına şahit oluyoruz.

“ABD’nin savunmakta olduğu İsrail’in varlığıdır, fetihler değil.”

Şüphesiz bu güç kaymasından endişelenen aktörlerin başında ABD gelmektedir. Amerikan idealizmini Avrupa jeopolitiğe sokan Washington, bu sayede süper güç olabilmişti. Fakat Rusya’nın Putin ile birlikte Avrasya gücü olarak belirmesi, ABD’nin kıta ötesi politikalarında sarsılmaya neden oldu. Elbette nihayetinde ABD’nin dış politikasında yer alan en önemli argümanlardan biri, her koşulda İsrail’in güvenliğini sağlanmasıdır. Amerikan dış politika yapıcılarının en ünlüsü olan Henry Kissinger’ın şu sözü, zaten birçok şeyi özetler niteliktedir: “ABD’nin savunmakta olduğu İsrail’in varlığıdır, fetihler değil.”

“Kutsal Küre” ve “Kılıç Dansı”

Körfez ülkelerinin en zenginlerinden olan Katar’a Suudi Arabistan öncülüğünde uygulanan ekonomik ablukanın nedeni olarak Katar’ın terör örgütlerine verdiği destek tamamen sembol niteliği taşıyor. Bunun arkasında, Katar’ın öteden beri Suudi yönetimle ve diğer Körfez İşbirliği Örgütü üyeleri ile olan zayıf ilişkiler ve sahip olduğu enerji kaynaklarına bağımlı bir büyüme yerine sanayileşme yolunda büyük projeler üreten bir ülke olması yattığı ihtimali yüksektir. Son 2 ayda 600 milyon dolarlık Katar sermayesinin Türkiye’ye girmesi ve dış ticaret hacminin 710 milyon dolara ulaşması, coğrafyada Türkiye-Katar işbirliğinin diğer ülkeler üzerinde neden olduğu tedirginliğin açık tezahürüdür. Neticede küreye el basanlardan ve “kılıç dansı”nın yıldızlarından Donald Trump, Katar’dan “öne Amerika” diyerek istediği haracı alarak, 12 milyar dolarlık F-15 savaş uçağı anlaşması imzaladı. Ardından ABD Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson’dan açık bir itiraf geldi ve Tillerson, bilhassa Orta Doğu’da Türkiye-Rusya yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.

Hülasa..

Avrasya ve Atlantik ekseninde ABD-Türkiye-Rusya-Hindistan-İran-Çin ağırlık merkezlerinin önemi artarak devam edecek. İdeolojik blokların artık olmadığı ittifakların son derece kırılgan olduğu bu süreçte özellikle Türkiye ulusal çıkarları boyutunda denge politikasını iyi yönetecektir. Türkiye’nin hava savunma sistemi olarak Rusya’dan S-400 füzeleri temin etmesi ulusal güvenliğini bir nebze olsun NATO güdümünden çıkaracaktır. Terör grupları eliyle vekalet savaşlarının yürütüldüğü Orta Doğu coğrafyasında Türkiye her zaman masada ve coğrafya da varlığını hissettirmeye devam edecek.

 

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.