EL AKSA’DA 50 YILIN KRİZİ…

upa-admin 31 Temmuz 2017 2.141 Okunma 0
EL AKSA’DA 50 YILIN KRİZİ…

14 Temmuz Cuma gününden beri İsrail’in El Aksa’da yaşadığı bir kriz var. İki İsrail polisini öldürdükten sonra El Aksa’ya saklanan üç Filistinli’nin İsrail polisince öldürülmesi olaylara neden olurken, İsrail hükümetinin Cami’de silah saklandığı savıyla Harem-üş Şerif girişine metal dedektörler koyması, gerilimi daha da arttırdı. 24 Temmuz’da dedektörlerin kaldırılması durumu biraz olsun kolaylaştırmış gözükse de, bölgede ve özellikle Türkiye’de yaşanan durum, gerçekten pek çok soru işaretini beraberinde getirmektedir.  (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/israille-gerilimin-baska-hassas-boyutlari-var-40535602)

El Aksa ya da diğer adıyla Mescid-i Aksa, Müslümanlar’ın “ilk kıblesi” sayılmaktadır. Miraç gecesinde, kıblenin Mekke’ye alındığına inanılmaktadır. Mescid-i Aksa ve Hz. Ömer döneminde inşa edilen Kubbet’üs Sahra’nın bulunduğu alan Harem-üş Şerif olarak adlandırılmaktadır. 1967 savaşında el değiştiren Kudüs, İsrail yönetiminde farklı tartışmalarla gündeme gelmiştir. En çok kuşku duyulan konu ise, Tapınak Dağı olarak anılan sahada, Harem-üş Şerif’in bir kısmını çevreleyen, Ağlama Duvarı ya da Batı Duvarı olarak anılan yerdir. Bu yer, Yahudiler için en kutsal mekan olarak kabul edilmektedir. Zira Batı Duvarı, tek tanrılı dinlerin ilk mabedi olarak kayıtlara geçen Hz. Süleyman tapınağının Batı duvarı olarak ifade edilmekte, Müslümanlar ise, Harem-üş Şerif’in kazılarla ve baskı politikalarıyla ortadan kaldırılacağından endişe etmektedirler.

İnançlarla anılan Kudüs’te, Harem-üş Şerif’in yanındaki yokuş, “çileli yol” olarak bilinen Villa de Rosa’dır. Hz. İsa’nın çarmıhı taşıdığına inanılan yolun sonunda, mezarının olduğuna inanılan Hristiyan Kilisesi vardır. Harem-üş Şerif’ten baktığınızda, gördüğünüz tepe ise, Falih Rıfkı Atay’ın romanına isim olan Zeytindağı’dır. Hz. İsa’nın ilk vaazını da burada verdiği dile getirilmektedir.

Britanya’nın koloni idaresini bitirmeden önce, 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu gündemine getirdiği 181 sayılı kararı belirten “taksim planı”nda, Kudüs, BM gözetiminde bir uluslararası antite olarak idare edilecekti. Adını saydığımız kutsal mekanların iç içe olduğu Kudüs’ün içindeki “eski şehir” de BM tarafından yönetilecekti.

İsrail kurulduktan sonra yaşanan 1948-1949‘daki Arap-İsrail Savaşı’nın sonunda, Doğu Kudüs, 1967’ye kadar Ürdün’ün elinde kaldı. O zaman Arap dünyasında bir “Kudüs tartışması” ya da 1958’e kadar bir “Filistin davası” başlıklı bir konu çok fazla ön planda değildi. Ne zaman ki 1967 savaşında İsrail Doğu Kudüs’ü ve kutsal mekanları da ele geçirdi, 50 yıldan beri bu konular tartışılıyor.

Günümüzde, Batı Şeria’da kısıtlı bir alanda Filistin Otoritesi yaşamını sürdürmeye çalışsa da, Gazze’deki Hamas, uluslararası alanda, özellikle İslam dünyasında daha çok dikkat çekiyor. 2000 yılında Ariel Şaron’un zorla Harem-üş Şerif’i ziyaret etme girişimi, II. İntifada ile sonuçlanmıştı. Bu kadar hassas bir çerçevede, İsrail’in konuya yaklaşımı, hem iç dengeler, hem de uluslararası dengelerle bağlantılı olarak ortaya konuluyor. Kırılgan koalisyonun Başbakanı Netanyahu, bir yandan muhafazakar görüntüsünü kaybetmemeye çalışırken, bir yandan da  Doğu Akdeniz’de Türkiye’yle 2016’da başlayan normalleşmeyi sonlandırmak istemiyor. Bununla birlikte, Türkiye’ye karşı sert bir dil kullanmaktan da geriye kalmıyor.

ABD Başkanı Trump’ın Netanyahu’yu destekleyen siyaseti, şimdilik uygulamasa da, ABD Büyükelçiliği’nin 1967 tarihli 242 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına göre işgal altında olduğu tescillenen Kudüs’e taşınma söylemi, İsrail hükümetine dünya siyasetinde biraz daha cesaret vermiştir. Ama bu tümden bir meydan okumayı içermemektedir.

Türkiye’de ise siyasal iktidar, şöyle bir çelişkiyi sürdürmektedir. İsrail hükümeti gibi, 2016’da normalleşen ilişkileri sona erdirecek bir sert hamleye girişmezken, İslam İşbirliği Örgütü’nün dönem Başkanı sıfatıyla, konuyu uluslararası platforma taşımakta, sert bir dil kullanmaktadır.

Siyasal iktidarın çelişik gözükse de, diplomasi-iç siyaset dengesindeki tutumu, Mavi Marmara gibi bir ortamın oluşmaması, sokakta aynı dengeyle karşılık bulmamaktadır. BBP’ye bağlı Alperen Ocakları’nın 20 Temmuz’da Türkiye’nin Yahudi yurttaşlarının kutsal mekanı Neve Şalom’a yönelik saldırısı, çok düşündürücüdür. Çünkü “sokaktaki sağ”ın bilinç altında, kendi yurttaşlarının bir bölümünü, inancı ve etnik kökeninden dolayı, bir başka ülkeye karşı “rehine” gören  tezahürü vardır.

21 Temmuz Beyazıt ve 30 Temmuz Yenikapı mitinglerinde, Saadet Partisi’nin öne çıktığı mitinglerde, İsrail karşıtlığından yola çıkarak, anti-semitizm, Türkiye’deki laik düzen ve pek çok konu harmanlanmış, 30 Temmuz’da İsrail’in protesto edildiği gün, eski Hıristiyan mabedi Ayasofya’nın Müslüman mabedi olarak tekrar açılmasının, El Aksa’daki düzenlemelere bir yanıt olacağı ileri sürülmüştür.

Kafalar karışık, siyaset kompleks, sokak ise nefret söylemiyle, tüm dünyaya karşıdır. Kudüs mü? O da, bu konuda iç siyasete yönelik araçsal bir verimlilik içermekte midir?

 

Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.