ERDOĞAN’IN TAHRAN ZİYARETİ: TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR UFUK

upa-admin 07 Ekim 2017 1.994 Okunma 0
ERDOĞAN’IN TAHRAN ZİYARETİ: TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR UFUK

Geçtiğimiz günlerde dünyadaki en önemli siyasi gelişmelerden birisi de, kuşkusuz  Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Tahran’a gerçekleştirdiği resmi ziyarettir. Bu sefer, olağan bir siyasi-diplomatik ziyaret olmadığı gibi, Türkiye ve İran İslam Cumhuriyeti gibi bölgenin iki köklü ve önemli devleti arasında çok boyutlu ikili görüşmeler yapmak ve daha önemlisi stratejik bir işbirliği gerçekleştirmek amacıyla olmuştur. Burada “gerçekleştirmek” kelimesinin altını bir kez daha vurguyla çiziyorum; çünkü birçok politikacının karşılıklı görüşmelerinde stratejik işbirliği konusunda bazı görüşmeler yapılır, ancak bunların ancak bir kısmı hakikaten de gerçekleştirilebilir.

Aslında bu gerçekleştirmenin temel aktörleri ve alt yapısının mimarları ise bence Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve mevkidaşı Muhammed Bakiri’dir.  İran ile Türkiye arasında 1979 yılından beri üst düzey askeri ziyaret ve istişare olayı gerçekleşmemişti. İran İslam Devrimi’nden beri karşılıklı en üst seviyede askeri görüşme ise ilk kez geçen günlerde yapıldı. Tabii ki bunun akabinde ortak çıkarlar ve kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerin içeriği gerek Ankara, gerekse Tahran’da görüşülmüştür. İki ülkenin en üst askeri yetkililerinin görüşme programının başlıkları, önce Ankara’da, sonra da Tahran’da birçok konu üzerinde sıralanmıştır. Ülke çıkarları ve Irak’ın toprak bütünlüğü başta olmak üzere gerekli alternatif seçeneklerinin ele alınması, Türkiye tarafından İran sınırına kilometrelerce yapılmış olan güvenlik duvarı konusu, PKK, PYD ve PEJAK terörist grupların zararları ve olasılıklı eylemlerine karşı alınabilecek önemlerin gerekliliği, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması zorunluluğu, IKBY tarafından yapılan bağımsızlık referandumu, askeri ataşeliklere etkin rol verilmesi konusu, karşılıklı askeri tatbikatlarda bulunulması ve hatta ikili ortak askeri tatbikatların yapılması, askeri seviyede eğitim olanaklarının karşılıklı olarak sağlanması ve bunun gibi birçok önemli konular iki Generalin dosya içeriklerini oluşturmuştur. İşte bu başlıklara bakıldığında, iki ülkenin ne kadar birbirlerine yakın olmalarının gerekliliği ve mütekabil işbirliğinin tezahür noktaları ortaya çıkıyor.

Zaten İran ile Türkiye arasındaki askeri alanda ilişkilerin çok uzun bir geçmişi vardır. Fakat son 6 yılda, bu iki ülke çeşitli konularda ciddi krizlerle karşı karşıya kalmışlardır. Bununla ilgili siyasi konular üzerinde farklı yaklaşımların bulunması, özellikle iki ülkenin Suriye krizi ile ilgili değişik politikalar yürütmeleri ve her iki ülkenin de bölgede güç elde etme talebinin yanı sıra bölgedeki ana güç aktörü olma yolundaki idealist yaklaşımları, gerek güvenlik, gerekse de siyasal açıdan bu işbirliğinin üst seviyelere taşınmasına engel olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye’nin NATO üyesi olması bir yana, bazen Arap Birliği ile aynı sazı çalması da iki ülkenin yakınlaşmasında önemli olumsuz havanın oluşmasına neden olmuştur.

Ama geçtiğimiz aylarda, özellikle de 15 Temmuz olayından sonra, NATO’un Türkiye hakkında beklenilen yaklaşımının gerçekleşmemesi, ABD’nin PYD-YPG gruplarına verdiği destek, Türkiye’nin güney sınırları ötesinde Kürt koridoru oluşturulması gibi planlar, Amerika devletinin Türkiye’nin güvenlik açısından hassasiyetlerini dikkate almaması gibi ve en önemlisi Türkiye-İran-Rusya arasında gerçekleşmiş olan Astana müzakereleri sonucunda Suriye konusunda ortak planlar üzerindeki uzlaşı, İran- Türkiye arasındaki işbirliğini kaçınılmaz kılmıştır. Türkiye’nin doğu sınırlarında güvenlik duvarı oluşturma düşüncesi de İran yetkilileri tarafından olumlu değerlendirilmiştir. Çünkü bu olay, her iki ülkede de terörist grupların pasifleştirilmesine neden olacaktır. Bilindiği üzere, PKK ve İran uzantısı olan PEJAK, iki ülkenin ortak tehlikesi olarak Türkiye-İran sınırlarını sadece güvenlik yönünden değil, ticari bağlantıların zedelenmesi açısından da olumsuz şekilde etkilemiştir. İşte bu gibi sorunların çözümü de, bu iki ülkenin işbirliği zaruretini daha da ön safhaya çıkarmıştır.

Türkiye ile İran bugün siyasi-güvenlik bakımından öyle bir kavram idrakine varmışlardır ki, artık stratejik işbirliği konusu ana gündem meselesi olmuştur. İşte bu gerçeklerin tuttuğu ışığın sonucunda, Sayın Erdoğan ve kendisiyle birlikte çok önemli Türk Bakanların Tahran’a yaptıkları ziyaretin önemi anlaşılır oluyor. İki ülke Cumhurbaşkanlarının yaptıkları basın toplantısındaki mutabakat ve kameralar karşısındaki kardeş ve dostça tavırları ise, aslında bir nevi beden diliyle açık mesajlardır. Ekonomik, ticari, kültürel, askeri ve politik işbirliği üzerinde imzaladıkları 4 stratejik protokol ise, bu birliğin apaydın tezahürü olmuştur. Başka bir deyişle, stratejik işbirliğinin gerçekleşmesi iki ülkenin bütün konularda uzlaşı içinde olduklarını ve bölge sorunlarına çözüm getirmek için aynı telden çaldıklarının göstergesidir.

Gerçi 1980’li ve 1990’li yıllarda iki ülke birbiriyle taban tabana zıt görünüyordu; siyasi konularda rakip rolü almışlardı. Fakat bu yıllarda bile hiçbir zaman iki ülke arasında ciddi problemler ve yahut olumsuz siyasi yaklaşımlar ve kopukluklar oluvermemiştir. Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde de, iki ülke arasında görünürde engebeli siyasi ilişkiler olsa da, ilişkiler her alanda devam etmiş ve bu ilişkileri daha da üst seviyelere çıkartma çabası görülmüştür. Nitekim her iki ülkenin de 1. ve 2. derece siyasi yetkilileri, soğukkanlılıkla krizlerin aşılmasına gayret göstermişlerdir. İşte bugün tanık olduğumuz “stratejik ortaklık”, aslında bu yönetim şeklinin bariz semeresi sayılıyor.

Bu bağlamda şöyle bir soru karşımıza çıkabilir; İran-Türkiye arasındaki ortak işbirliği niçin yapılmalı?

  1. İran-Türkiye komşuluğu, 400 yılı aşkın bir süredir neredeyse tamamen büyük sorunsuz (savaşsız) devam etmektedir ve hiçbir olay ve yahut etken, iki ülkeyi bırakın savaş arifesini, husumete bile itmemiştir.
  2. Her iki devletin geleneksel devlet geçmişi bulunmakla birlikte, önemli siyasal deneyimleri de bulunmaktadır. Ayrıca her ikisinde de usul-devlet geleneği oturmuştur.
  3. İran ve Türkiye, bölgenin en önemli jeo-statejik koordinatında yer bulmuşlardır. Kuzey-Güney koridorunun yanı sıra, bu iki ülke İpek Yolu hizasında yer alıyorlar. Ayrıca İran, önemli Hazar Gölü ile birlikte güney yönünden önemli Fars Körfezi (Basra Körfezi) ve Hürmüz Boğazı’na sahiptir. Aynı zamanda Türkiye de 3 tarafı denizlerle çevrili olarak ana boğazlara (Gelibolu-Çanakkale ve İstanbul Boğazı) sahiptir.
  4. Her iki ülkenin de Avrasya, Kafkasya, Yakın Doğu ve Doğu Akdeniz bölgeleri üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Herhangi birinin diğerinden kopukluğu olursa, işte bu, adı geçen bölgelerin krizin eşiğine gelmesi anlamına gelmektedir. İki ülke arasında işbirliği olursa, bu bölgelerde de güvenlik ve siyasi istikrar sağlanabilir.
  5. Türkiye kara yoluyla İran’ın batıya açılan kapısıdır. Aynı zamanda İran da Türkiye açısından doğuya açılan kapı sayılıyor. Her iki ülke de bölgesel ticaretin gelişmesinde ve Doğu-Batı bağlarının kurulmasında kritik rollere sahiptirler.
  6. 2011 yılından itibaren Ortadoğu bölgesindeki ciddi krizlerin çözümündeki yeni anlayış tarzı, İran-Türkiye devletlerinin omuz omuza yürümelerini sağlamıştır. Ayrıca iki ülkenin de müttefiki olan Rusya, bölgedeki üçlü işbirliğinin altyapısını sağlamaktadır.
  7. Yıllardan beri Irak ve Suriye gibi ülkelerdeki terörizm olgusu ve IŞİD gibi bir kanserin ortaya çıkması, bu sorunların aşılması konusunda Ankara ve Tahran’ı işbirliğine mecbur bırakmaktadır.
  8. İsrail başta olmak üzere, diğer bazı ülkelerin perde arkasındaki destekleri ve ABD ile AB’nin bölgenin jeopolitik düzenini yeniden çizme rüyaları, İran ve Türkiye’yi yan yana getirmek mecburiyetinde kılmıştır.
  9. İran’ın Batı ülkeleri ve P5+1 ile yaptığı nükleer anlaşma sonucu bölge ve bölge ötesinde istikrarın sağlanmasındaki önemi ve ABD’nin Donald Trump’ın Başkanlığı sonrasında bu anlaşmaya yönelik olumsuz tavrı, İran ile Türkiye’nin bölgesel barışı koruma konusunda ortak hareket etmelerini sağlamıştır.

Bunların yanı sıra, başka bazı önemli konular da bu noktada sıralanabilir. Ancak bazı kesimler, ısrarla İran ve Türkiye arasındaki işbirliği ve stratejik ortaklığı inanılır ve kalıcı olarak değerlendirmiyorlar.  Zira Türkiye ve İran arasındaki ilişkinin daha düne kadar ne kadar iniş-çıkışlı olduğuna işaret ederek, Beşar Esad konusunda Erdoğan’ın 2017 başlarındaki Bahreyn gezisinde İran’ı mezhepçilik ve Fars (Pers) milliyetçiliğiyle suçlamaları konusunda Türk tarafının tutarlı olmayacağını, hatta işi daha da ileriye götürüp Barzani’nin referandum meselesinden sonra Türkiye’nin güvenlik konusunda İran’ı arkasına almak amacıyla fevri davrandığını öne sürüyorlar. DW gibi bazı haber ajansları ise, İran ve Türkiye’nin birbirlerine rakip olmaları gerektiğini açıklıyor ve bu durumda bölgede istikrarın sağlanacağı tezini gündeme getiriyorlar.

Ama burada önemli bir gerçeği bütün bu analistler unutmaktadırlar… Zira şimdilerde, bu iki ülkenin siyasi yetkilileri de, bütün olan biten sıkıntı ve inişli-çıkışlı ilişkilere rağmen, yeni bir siyasi kavrayış durumuna gelmişlerdir. Artık herkes anlamaktadır ki, Türkiye ve İran bölgesel istikrarı sağlayan sacayaklarıdır. Bu anlayış artık kaçınılmaz ve iki ülke açısından dav olmazsa olmazdır. Eğer tarihi olayları göz önüne alırsak ve yahut Türkiye-Rusya ilişkilerini örnek olarak gösterirsek, sanırım konu açıklanmış olacaktır. Rusya Büyükelçisinin bir terör eylemi sonucunda öldürülmesinden sonra yaşanan olaylar, iki ülkenin ilişkilerini ne kadar da zedelemiş olsa bile, hiçbir şekilde Türkiye-Rusya stratejik ortaklığına zarar verememiştir. İşte bu gereksinim sonucu yıkılmış sütunlar dikeldi, engebeler aşıldı, ilişkiler eskiden daha da öteye ilerledi ve yeni ufuklar açıldı. İşte İran ile Türkiye arasındaki ufuklar da buna benzer. Hayırlı ve kutlu olsun diyelim!

 

Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.