Özet: Bu çalışmada, ilk olarak, 1980’li yıllar itibari ile Türkiye ekonomisinde meydana gelmiş olan dönüşümlerin seyri göz önüne alınarak, “yer” olgusunun önemi üzerinde durulmaktadır. Ardından, “mekân siyasetinin” ne anlama geldiği aktarılarak ve Adolf Hitler, Almanya ve birahaneler üzerinden örnekler verilerek, Hannah Arendt ve Jürgen Habermas özelinde “kamusal alan” tartışması yapılmaktadır. Ulaşılan sonuçlar ile de, Starbucks’ın “hegemonik iktidardaki” yeri ve mekân siyasetindeki önemi vurgulanarak, Antonio Gramsci, Louis Althusser, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin teorileri ele alınarak Starbucks’a bir kapitalizm eleştirisi getirilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Adolf Hitler, Starbucks, İmparatorluk.
Giriş
Hepimizin bildiği ama sıklıkla unuttuğu bir durumu yeniden analiz ederek çalışmama başlamak isterim. Biraz ekonomi politik okumuş, biraz Marksizm’in temel metinlerini irdelemiş herkes, kapitalizmin bir üretim biçimi olarak fabrikada doğmuş olduğunu hemen söyleyecektir. Emeğin ürettiği artı değere el koymanın odaklandığı yer olarak, fabrikalar, toplumsal ilişkilerinde yoğunlaşarak büyüdüğü ve kapitalistler ile proleterlerin karşılıklı olarak ete kemiğe bürünmüş oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır (Gülhan, 2016: 33). Fakat 2017’ye doğru geldiğimizde, Marx ve Engels’in söylemiş oldukları fabrikasyon terimi, yerini artık seri üretime geçmiş olan “yer” olgusuna bırakmıştır. Bu doğrultuda, çalışmadaki asıl hedefim “yer” olgusuna “mekân” ve “siyaseti” katarak Starbucks’a doğru giden yolda “kamusal alan”, “hegemonya”, “küreselleşme” gibi kavramları beraber okuyup analiz edebilmektedir. Çalışmamızda, bu noktada “yer” olgusu göz önünde tutularak ilk olarak Türkiye’de bu olgunun hangi yıllar itibari ile gelişip şekillendiğini, bunun nasıl bir siyasi rant haline getirildiğinden bahsedilecektir.
Türkiye Ekonomisinin Dönüşüm Yılları: Büyüyoruz!
Türkiye ekonomisi, 1980 yılından itibaren oldukça köklü dönüşümler yaşamıştır. 1989 yılında çıkarılmış olan “32 nolu karar”, bu duruma verebilecek en iyi örneklerden birisidir. 32 nolu kararla, Türkiye’deki ulusal finans piyasası uluslararası finans piyasalarına entegre edilmeye çalışılmış, ayrıca ülke içindeki ve dışındaki parasal sermaye hareketlerine tam dolaşım ve serbestlik getirilmiştir (Altıok, 2002: 77-130) .“Finansal sermayenin hegemonyasına geçiş” ya da “sermayenin serbest dolaşımı” şeklinde belirtebileceğimiz bu durum, 2017’ye dahi geldiğimizde Türkiye ekonomisinin belirlenmesine damga vurmuştur. Özellikle 1989 sonrasında ülke içerisindeki sıcak para girişlerinin kontrol edilememesi ve kontrolden çıkması sebebiyle, ülke ekonomisi devamlı olarak bir kriz ve kaos ortamına sürüklenmiştir. Tabii unutulmaması gereken bir nokta da, her seferinde krizlerin düzeltilmesi durumunda IMF’nin “dikte” etmiş olduğu yapısal uyum programları da süreç içinde karşımızda yer almıştır (Balaban, 2016: 33).
Tüm bunlar dikkate alındığında, borçlanma giderek artmış, 1990’lar itibari ile de, siyasal iktidarlar, kaynak yaratma sorunu ile baş başa kalmıştır. Sorunları gidermek için IMF’nin “dikte” etmiş olduğu planlar dışında, 1990’lar itibari ile “özelleştirme” politikaları devreye koyularak, 2000 sonrası yıllarda inşaat ve gayrimenkul yatırımları yolu ile kaynak sorunu çözülmeye çalışılmıştır (Balaban, 2016: 31).Gördüğümüz üzere, 2000’ler sonrasındaki siyasi aktörler, “yer”, “inşaat”, “mekân” yatırımlarını destekleyerek “gayrimenkul” yatırımlarını birer kaynak yaratma aracı olarak görmüşlerdir. Artık “mekân” ve “siyaset” iç içe geçmiştir. Yani birbirinden ayrı düşünülemeyecek iki kavram, artık tek vücut olmuştur.
Özelikle 1980 sonrası ile ortaya çıkan bu durum, “mekân siyaseti” adını vermiş olduğum noktada gelişmiştir. Mekân siyasetinden kastım; ilk olarak siyasi liderlerin, partilerin, örgütlerin, halkların, devletlerin, birliklerin ya da imparatorlukların- kendisini ya da ideolojilerini ortaya atacakları, belirli bir kitlesel desteğin alınıp taban oluşturabilecekleri “yer” olgusudur. Mekân siyasetini kapsamlı olarak düşündüğümüzde, dünyanın birçok yerinde de bu durumu destekleyen örneklerin karşımızda olduğunu görmemiz mümkündür. Örneğe ilk olarak Adolf Hitler, Almanya ve birahaneler üzerinden başlarsak tam olarak mekân siyaseti kavramı ile ne anlatmak istediğim de şekillenecektir.
Adolf Hitler
Mekân Siyaseti: Birahane’de Bir Lider: “Hitler Geliyor!”
1920’li yıllar itibari ile Adolf Hitler kitlesel bir dinamik yakalayarak, Nasyonal Sosyalist Alman Partisi kemik kadrosunun sempatisini kazanmıştır. Özellikle Hermann Göring, Rudolf Hess ve Ernst Röhm, Adolf Hitler ile yakın ilişkiler kurmuştur. Ayrıca Adolf Hitler’in Alman sosyetesine girmesinde etkili olan General Erich Ludendorff’u da bu minvalde unutmamak gerekmektedir. Bavyera’da giderek popüler olan Adolf Hitler, mekân siyaseti için önemli olan ilk olguyu, yani kitleselliği bu hali ile oluşturmaya başlamıştır.
Geriye mekân siyasetini oluşturan ikinci önemli durum, yani “yer” olgusu kalmıştır. Bunu da, Adolf Hitler, ilk olarak 8-9 Kasım tarihlerinde devreye koymuştur. Popüler olmuş olduğu Bavyera’da darbe girişimini denemiş olan Hitler, ilk olarak sadece Bavyera’nın yönetimini ele geçirmek istemektedir. Tarih kayıtlarına “Birahane Darbesi” olarak geçen bu olay, mekân siyasetini anlamamız noktasında oldukça önemlidir.
Almanlarda Depresyon: Bira Tüketimi Ve Ulusal Birlik Sorunsalı
Nitekim bu nokta üzerinde durmamız gereken ilk durum, neden Almanların bu kadar çok fazla bira tükettiği ile ilgilidir. Duruma verebileceğimiz en güzel tespit, İtalya ve Almanya’nın uzun yıllar ulusal birlik sorunsalı ile karşı karşıya kalmış olmalarıdır. Örneğin Machiavelli İtalya için bir “Prens” ararken, asıl amacı İtalya’nın ulusal bir birlik kurmasını sağlayarak yurttaş-devlet bilincini İtalya üzerinde yaşayan tüm herkese entegre etmekti (Machiavelli, 2009: 152). Ya da Hegel’in Almanya’nın asıl sorununu ulusal bir birlikten yoksun olunmasına bağlayarak bunu sıklıkla belirtmesi boşuna değildir (Moland, 2011: 223). Bu durumda, ulusal birlikten yoksun olan Almanya, ardından girmiş olduğu savaşlarda almış olduğu yenilgiler ile uzun ve sancılı bir depresyon evresine girmiştir. Haliyle, sürekli olarak bira içmek ve bira içerek acılarını unutma eğilimi Almanlarda baş göstermektedir.
Hannah Arendt Ve Jürgen Habermas İzleği Kamusal Alan: Birahaneler
Peki, bu durumda birahane bizler için ne ifade etmektedir? Hitler’in yaşamış olduğu dönem göz önüne alındığında, birahanenin aslında Hannah Arendt (Arendt, 2000: 37) ve Jürgen Habermas’da (Habermas, 2000: 173) karşımıza sıklıkla çıkmış olan “kamusal alan” kavramına tekabül ettiğini fark etmemiz mümkündür. Sözlük anlamı ile “kamu” (public); herkes, genel, umum, halka ait, umumi, açık, aleni gibi anlamlara gelmektedir. Genel gözleme açık, ortada olan ve herkesin denetimine açık anlamlarını da taşımaktadır (Yelken, 2003: 48). Kamusal ise, kendi kendisine verilen şahsi bir sivil görev ya da işle uğraşan bir kişiyi niteleyen özelin karşıtıdır. Kamusal sözcüğü, en genel anlamda, özel, kişisel ya da mahrem alana karşıt olarak kamuyla, meslekler ve siyasi alanla ilgili olan için kullanılan bir nitelemedir (Cevizci, 1999: 486).
Hannah Arendt’e göre, kamusal alanda deneyimler paylaşılır, eylemler yorumlanabilir ve kimlikler açıklanabilir. Kamusal alanlar bizi bir araya getirir, ama birbirimiz üzerine yıkılmamızı da önler. Dolayısıyla, Arendt’in kavramlaştırmasında kamusal alan bizi hem birleştirir, hem de ayırır. Bu anlamda da, kamusal alan, topografik ve kurumsal olmayan mahiyette özgürlüğün kendini gösterebildiği yerdir (Sarıbay, 2000: 5). Ama Arendt’e göre, çeşitli topografik yerler, eğer o yerler konuşmalar ve ikna yoluyla ortak eylem ve iktidar yerleri haline geliyorsa kamu alanı sayılabilir. Örneğin bir kent meydanı kamusal alan sayılmayabilir; ama insanların bir sunuş dinlemek için bir araya geldikleri bir yemek salonu sayılabilir.
Jürgen Habermas’da ise, kamusal alan karşımıza tarihsel ve toplumsal koşulla göz önüne alınarak ve kapitalizmin içine yerleştirilerek okumamız mümkündür. Habermas’ın Kamusallığın Yapısal Dönüşümü adlı çalışmasında belirttiği gibi, kamusal alan; tarih içindeki dönüşümlerini takip ederek feodalizmde temsili kamu, sonrasında edebi kamu ve daha sonrasında ise politik kamunun oluşma sürecini ortaya sermektedir. Son kertede, refah devletinde kamusal alanın çöküşünü, kamusal alanın kamusallığını ve özel alanın özerkliğini yitirdiğini ve ideolojik bir söyleme dönüştüğünü belirtmektedir (Habermas, 2000: 200).
Tüm bunları düşündüğümüzde, birahane için şunları söyleyebiliriz. Birahane; Alman şehirlerindeki yüzlerce kişinin bir araya gelerek toplandığı, depresyondan çıkma ya da unutma evresi olarak, ortak bir mazi içinde sıklıkla bira tüketerek, daha çok sosyal ve politik mevzuların konuşulduğu birer paylaşım noktasıdır. Aslında bir kamusal alandır. Kamusal alanda yani birahanelerde kentin ya da dönemin ileri gelenleri halka bu noktada hitap etmektedir. Bürgerbräukelle de, o dönemde Münih’in en büyük birahanesiydi. Hitler, bu gibi birahanelerde yaptığı konuşmalarla büyük ilgi toplamıştır. O dönemin üçlü Bavyera yönetiminde bulunan devlet komiseri Gustav von Kahr, Reichswehr komutanı General Otto von Lossow ve devlet polisi başkanı Albay Hans von Seisser hareketlerinden anlaşıldığı kadarıyla Hitler’e sempatiyle yaklaşmışlardır. Birahane Darbesi’nin ilk ayağı olan Bavyera’nın ele geçirilmesi için Hitler’in planı, Weimar Hükümeti karşıtı olan bütün silahlı Bavyeralıları emri altına toplamak ve o zamanki adıyla Reichswehr’in (Alman Ordusu) desteğiyle Bavyera’nın yönetimini ele geçirip Berlin’e yürümekti.
Hitler, her ne kadar darbe girişiminde başarısız olsa da, dolaylı yoldan bir zafer kazanmıştı. Birahane Darbesi sonucunda ilk propaganda zaferini kazandı ve halkın dikkatini fazlasıyla çekti. Hapiste geçirdiği zamanda Rudolf Hess’le birlikte Mein Kampf’ı (Kavgam) yazdı. Ayrıca bu girişim gösterdi ki, Hitler Alman halkının kalbini kazanmak istiyorsa yaptığı bütün girişimler kanuna uygun olmalıydı. Bu görüş, ona daha sonraları “Hitler Legalite“ yani “Yasaya Uygun Hitler” lakabının takılmasını sağladı.
Sonuç olarak baktığımızda, dünya ekonomisinin dönüşümü ile önemli bir olgu haline gelmiş olan “yer” kavramı, aslında mekân siyasetinin can alıcı tarafını oluşturmaktadır. Adolf Hitler ve birahaneler özelinde vermiş olduğum örnekten de yola çıkarsak eğer; kitlenin bir araya gelerek ortak bir noktada buluşmuş oldukları birahaneler Almanlar için kamusal alanın vazgeçilmez uğrak noktasıdır. Hitler’in özellikle birahaneyi seçmesindeki sebep de, o yıllarda depresyonda olan Almanlara “ben sizden biriyim” imajını vermektir. Politik mevzuların oldukça derinden tartışılmış olduğu bu alanlarda, Hitler, hem “rıza” yolu ile hem de ardından eline almış olduğu “güç” ve “baskı” yolu ile iktidarını sağlamıştır. Kısaca belirtmemiz gerekirse, Hitler, mekân siyasetini en iyi kullanan liderlerden birisi olarak karşımıza çıkmıştır.
Şimdi çalışmamızın son bölümünde, 1980’ler ile Türkiye ekonomisinin dönüşüm seyri göz önüne alınarak, kamusal alanın anlamını yitirmiş olduğu bir noktadan yani 2017’de kapitalizmin kabesi haline gelen Starbucks analizimiz ile çalışmaya devam edeceğiz.
Kapitalizm Yeni “Kabe”si: Starbucks
Starbucks, kendi resmi sitesinde “Mükemmel kahvenin yalnızca mükemmel kahve çekirdeklerinden üretilebileceğini” söylemektedir. Kendilerini pazarlarken Starbucks şunları söylemektedir. “Starbucks dünyayı dolaşarak her bölgenin sunduğu en kaliteli, yetiştirildiği bölgenin lezzet özelliklerini en iyi yansıtan kahveleri keşfeder ve satın alır. En iyi çekirdekler daha yüksek yerlerde yetişir. Gecelerin soğuk gündüzlerin sıcak olması, daha lezzetli çekirdekler yetişmesini sağlar. Daha lezzetli çekirdekler de daha derin ve daha karmaşık aromalar içerir. Her Starbucks kahvesi fincanında bunun tadını alabilirsiniz. Kahve çekirdeklerinin mükemmel olması için çalışırız. Bir çiftçinin daha iyi çekirdek yetiştirmesine yardım edebiliyorsak, bunu yaparız. Herhangi bir yerdeki herhangi bir çiftçi için. Bu amaçla dört kıtada yetiştirici destek merkezlerimiz hizmet vermektedir, ziraat uzmanlarımız buralarda toprağı test eder, örnekleri inceler ve talepte bulunan her yetiştiriciye ücretsiz olarak danışmanlık sağlar. Yetiştiricilerle olan ilişkilerimize özen gösterir. Kahvenin geleceği, kahve üreticilerinin geleceği ile iç içedir. Bu nedenle, üreticilerin çekirdeklerini yetiştirmesine benzer biçimde biz de üreticilerle olan ilişkilerimizi geliştiriyoruz. Üreticilere adil fiyat sağlamak amacıyla çalışıyor ve bu topluluktaki herkesin kahve endüstrisinden fayda elde etmesi için çaba gösteriyoruz. Bu, üreticiler için daha iyi bir yaşam standardı, hepimiz için de daha iyi kahve anlamına geliyor. Hasat döneminde oldukça seçici davranırız. Kahve meyvelerini yalnızca en olgun olduklarında topluyoruz. Kırmızı, dolgun ve mükemmel. Bundan sonra, topladıklarımızı boyut, renk ve yoğunluğa göre tekrar tekrar ayırıyoruz. Kalite toleransımız hemen hemen sıfıra yakın. Elbette bazıları buna takıntı diyebilir. Ama biz mükemmel kahve diyoruz. Mükemmel tadı yakalayabilmek için sürekli tadıyoruz. Siz de dâhil olmak üzere hepimizin olmasını beklediği benzersiz tadı doğrulamak için günde 1.000 bardaktan fazla kahve tadıyoruz. Starbucks® kahvesinden içtiğiniz her yudumun o çok sevdiğiniz yudum olmasını sağlamak için her kahve harmanı onaylanmadan önce en az üç kez tadılıyor.” (Starbucks, 2017).
Sonuç
Tüm bunları ele alarak düşündüğümüzde, karşımızda bir “yer” olgusu üzerinden, kapitalizm ile giderek büyüyen, büyüdükçe sınırları aşan bir ulus aşırı imparatorluğun çıktığını görmekteyiz. Michael Hardt ve Antonio Negri’nin İmparatorluk (Hardt ve Negri, 2000: 55) adlı çalışmalarında da belirttikleri üzere, Starbucks bu minvalde sadece salt bir “yer” değildir. Hardt ve Negri, İmparatorluk kavramını kullanarak (Hardt ve Negri, 2003: 18) günümüz çağdaş küresel düzeninin analizini yaparlar. Starbucks’ı da bu küresel düzlem içinde okumamız mümkündür. O halde, Starbucks artık imparatorluğun ta kendisi olmuştur. İmparatorluk kavramı küresel piyasa ve küresel üretim çevrimleriyle birlikte bir küresel düzeni, yeni bir yönetim mantığını ve yapısını, kısacası yeni bir egemenlik biçimini ifade etmektedir. Yukarıda Starbucks’ın resmi sitesinden almış olduğumuz bilgiler ışığında, artık onun da bir yönetim, yapı, işleyiş tarzı ve bir mekanizmasının olduğunu fark edebiliriz. Hardt ve Negri’nin vurguladığı gibi bu yeni düzende, “egemenlik” yeni bir biçim almış, tek bir hükmetme mantığı altında birleşmiş bir dizi ulusal ve ulus-üstü organdan oluşmuştur. Starbucks’da aslında bu organlardan birisini temsil etmektedir. Artık ulusal sınırları aşan bir duruma gelerek, dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır. Nitekim bu noktada onun anlamı kamusal bir alan olmaktan çıkarak, küresel bir alan içerisinde oluşan bir imparatorluk tasavvuru ile okunmalıdır.
Yukarıda Adolf Hitler özelinde anlatmış olduğumuz kamusal alan düşünüldüğünde, Starbucks kamusal alanın çok daha ötesine geçerek bir noktada politik bir iktidar sağlamaktadır. O halde, Starbucks için söylenecek şey onun sadece bir “coffee-shop”tan ibaret olmadığı ve kendi imparatorluğunun iktidarı için kıyasıya rekabet ederek çalıştığıdır. Durumu ele alırken, bu hali ile düşünmemiz gereken belirli kavramlar bulunmaktadır. Bunlar; rıza ve baskıdır.
Bu halde kavramları irdelediğimizde, karşımıza ilk olarak “Hegemonik iktidar” kavramı çıkacaktır. Kavramı ele alan Antonio Gramsci (Gramsci, 1999: 846) hiçbir iktidarın sadece salt baskı ya da zor yolu ile siyasi liderlik vasfını sürdüremeyeceğinden bahsetmektedir. Bu özelde politik lider olarak ele alabileceğimiz Starbucks da, kendi Hegemonik iktidarını sağlamak için “baskı” ve “ikna” dengesine sahip bir siyaset güderek bu dengenin sürekli üretilmesini sağlamaktadır. Halihazırda Hegemonik iktidarı sağlamanın temel koşulu da buradan geçmektedir. Starbucks’ın kuruluş evresinden günümüze gelmiş olduğu duruma bakacak olursak, zaten hegemonyasını kurmak için tarihsel bir blok içinde varlığını sürdürdüğünü görebilmemiz mümkündür. Starbucks’ı bu özelde modern Hegemonik iktidar olarak düşünürsek eğer; müşterileri (yani buna kitlesel destek de diyebiliriz) noktasında onlar için ikna üretmeli, rıza kazanmalıdır. Müşterileri arasındaki farklı çıkar ve taleplere duyarsız kalmayarak, onların hepsini tek bir Hegemonik söylem içinde birleştirmelidir. Örneğin; “Bir Adet White Chocolate Mocha Extra Karamel Yumuşak İçin”…
Aynı zamanda Starbucks, kendi kitleselini kaybetmemek için, karşı Hegemonik oluşumları da sezmeli ve onları bastırma, marjinalize etme gibi yöntemler ile etkisiz hale getirmektedir. Örneğin rakip kahve dükkânlarını alaşağı ederek, kahvelerine koymuş olduğu karışımları sır gibi saklayarak kahve üretimini tekelinde toplamıştır. Yani kendi tekeli ile bu sayede Starbucks politik iktidarı ile beraber bir noktada aslında kendi “devletini” kurmuştur.
Louis Althusser’in ideoloji (Althusser, 1984: 99) ve devletin ideolojik aygıtları (Althusser, 1971: 99) kitabından yola çıkarsak, Starbucks devleti, kendi Hegemonik iktidarı için bazı aygıtlar kullanarak rıza üretmeye devam edecek ve bu rıza yolu ile tekelini koruyacaktır. Althusser’in bahsetmiş olduğu aile, okul, din, medya gibi kurumlar aracılığıyla rızasını üretme noktasında sürekli rol oynayacaklardır. Düşünün Starbucks’ın okul üzerinde olan etkisini. Starbucks’a girdiğimizde dikkatimizi çeken ilk şey, çalışma masaların varlığı ve ders çalışan bir öğrenci kitleselidir. Yani Starbucks, eğitim aracılığıyla kitle üzerindeki rızasını çoktan sağlamıştır. Ya da sosyal medya üzerinde ona “müptela” olan güruhu da bu işin içine katarsak durumu çok iyi analiz etmiş oluruz. “White Chocolate Mocha”larını aldıkları, sevimli denizkızının da onlara gülümsediği, kişiye özel olarak yazılmış olan karton bardaklarını, bir an da “Instagram”, “Facebook”, ve adını bilmediğim diğer sosyal medya hesapları üzerinden paylaşıyor olmaları. Starbucks, rıza üretimini çoktan gerçekleştirmiş durumdadır. Ayrıca diğer önemli bir durum da bu rızanın yanında bir de baskıyı gerçekleştiriyor olmasıdır. Sosyal medya hesapları üzerinden paylaşılan sevimli karton bardaklar, Starbucks’a giden kitlenin kendi birliğini yaratma konusunda, Starbucks’a gitmeyen kitle üzerinde çoktan bir baskı uygulamaya başlamıştır bile. Bu durumda, Starbucks öncü bir kuvvettir. Modern iktidar Starbucks, baskı ve ikna dengesini sürekli olarak yeniden üreterek, siyasi ve ahlaki bir önderlik kurma durumuna geçmiştir. Ardından Hegemonik iktidar için önemli olan bir diğer noktayı da bu sayede tamamlamıştır. Tamamlanan bu nokta Starbucks’ın kendi elitlerini yaratma meselesidir. Karton bardaklarının yanında çekmiş oldukları kitaplar ile kahvelerini taçlandırmış olan güruh Starbucks’ın yeni elitleri haline gelmişlerdir. Tablo nettir; Starbucks’a gidip kitap okumak bir “elitlik mertebesi” haline gelmiş, hatta altın kural olmuştur.
Artık her bir noktada Starbucks’ı görmemiz giderek büyüyecektir. Her yeni açılan AVM’de mutlaka bir Starbucks bulunacaktır. Bir kitap mı aldık hemen Starbucks’a gidip okuyacağız, o sevimli karton bardakların fotoğrafını çekmeden güne asla başlamayacağız. Türkiye’nin dört bir noktasını şantiyeler ile donatan şantiye kralları da her bir AVM projesinde Starbucks’a özel olarak yer verecektir. Hali hazırda bu durum kendi elitlerini de bir araya getirme noktasında kaçırmayacakları bir fırsat haline gelecektir.
Sonuç olarak, Starbucks ile ilgili söylenecek daha çok “şeyin” olduğudur. Ama unutulmaması gereken nokta Bahadır Türk’ün “Şantiyeler Kralı”: Bir Yeni Zaman Muktediri Olarak Ali Ağaoğlu” (Türk, 2016: 111)makalesinde de belirtmiş olduğu gibi, içinde yaşadığımız zamanlarda şantiye krallarının oyun alanı artık şehir ve hayat olmuştur. Bu oyuna İslamcı neo-liberal kesim de dâhil olarak inşaat fetişi yaratmış ve mülkiyet üzerinde simgesel hale gelmişlerdir (Çavuşoğlu, 2016: 131) .“ Siz her tepeye bir alamet bina dikip eğlenip durur musunuz?” şeklinde Kuran-ı Kerim, Şuaara suresi 128. ayette de yazdığı gibi, durum artık tam olarak bundan ibarettir.
Gülçin SAĞIR
KAYNAKLAR
- Moland, Lydia L., Hegel on Political Identity: Patriotism, Nationality, Cosmopolitanism, University Press, Northwestern, 2011.
- Althusser, Louis, Essays on Ideology, Verso, London, 1984.
- Althusser, Louis, Ideology and Ideological State Apparatuses, Trans. Ben Brewster, Eds. Andy Blunden, Monthly Review Press, 1971.
- Altıok, Metin, “Yeni Liberal İstikrar ve Yapısal Uyum Programları: Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi ve Kriz”, Praksis, Sayı: 5, Yıl: 2002, 77-130.
- Arendt, Hannah, İnsanlık Durumu, Çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.
- Balaban, Osman, “İnşaat Sektörü Neyin Lokomotifi?”, İnşaat Ya Resulullah içinde, Der. Tanıl Bora, Birikim Kitapları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2. Baskı 2016, ss. 17-32.
- Cevizci, Ahmet, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Özel Yayınları, İstanbul, 1999.
- Çavuşoğlu, Erbatur, “İslamcı Neo Liberalizmde İnşaat Fetişi ve Mülkiyet Üzerindeki Simgesel Hale”, İnşaat Ya Resulullah içinde, Der. Tanıl Bora, Birikim Kitapları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2. Baskı 2016, ss. 77-100.
- Gramsci, Antonio, Prison Notebooks, Ed. Quentin Hoare & Geoffrey Nowell Smith, Elec Book, London, 1999.
- Gülhan, Sinan T., “Devlet Müteahhitlerinden Gayrimenkul Geliştiricilerine, Türkiye’de Kentsel Rant ve Bir Meta Olarak Konut Üreticiliği Konuta Hücum”, İnşaat Ya Resulullah içinde, Der. Tanıl Bora, Birikim Kitapları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2. Baskı 2016, ss. 33-45.
- Habermas, Jürgen, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora & Mithat Sancar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.
- Hardt, Michael, Negri, Antonio, Imperio, Harvard University Press, Cambridge Massachussets, 2000.
- Hardt, Michael, Negri, Antonio, İmparatorluk, Çev. Abdullah Yılmaz Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2003.
- http://www.starbucks.com.tr/coffee/ethical-sourcing/coffee-quality, (İndirme Tarihi: 21.08.2017)
- Machiavelli, N., Prens, Çev. Alev Tolga, Say Yayınları, İstanbul, 2009.
- Sarıbay, Ali Yaşar, Kamusal Alan-Diyalojik Demokrasi-Sivil İtiraz, Alfa Yayınları, İstanbul, 2000.
- Türk, Hasan Bahadır, “Şantiyeler Kralı: Bir Yeni Zaman Muktedir Olarak Ali Ağaoğlu”, İnşaat Ya Resulullah içinde, Der. Tanıl Bora, Birikim Kitapları İletişim Yayınları, İstanbul, 2. Baskı 2016, ss. 101-111.
- Yelken, Ramazan, “Kamusal Alan Kim(ler)in Alanı?”, Kamusal Alan ve Sivil Toplum kitabı içinde, Sivil Toplum, İstanbul, Nisan 2003, Cilt: 1/2, ss. 15-45.